Arabistanlı Lawrence


Dünya medya imparatoru Rupert Murdoch, geçen sene Ankara’ya gelmiş, Tayyip
Erdoğan’la baş başa görüşmüş, hatıra olarak da John Philby’nin kitabını hediye etmişti.
*
Rupert Murdoch... 1915’te Avustralya başbakanına Çanakkale’den gizlice mektup
yazan, cephedeki İngiliz komutanlarının Londra’ya yalan raporlar gönderdiğini
belirten, Çanakkale geçilmez diyerek İngiliz hükümetinin uyanmasına ve geri
çekilmesine vesile olan Avustralyalı gazetecinin oğlu.
*
Murdoch’ın Tayyip Erdoğan’a hediye ettiği The Empty Quarter isimli kitabın yazarı John
Philby ise, İngiliz casusuydu. Anadili gibi Arapça biliyordu. Müslüman oldu. Şeyh
Abdullah ismini aldı! Biz Çanakkale’de İngilizlerle boğuşurken, Osmanlı’ya isyan
bayrağı açan Mekke Şerifi Hüseyin’e yardımcı olması için Arabistan’a gönderildi. Bi
yandan bizi sırtımızdan hançerleyen Arapları organize etti, bi yandan petrol şirketlerine
imtiyaz topladı, bi yandan da, araklayıp İngiliz müzelerine sattığı tarihi eserlerle servet
yaptı. İngiltere’ye döndü, siyasete atıldı, seçilemedi, küstü, ikinci dünya savaşında saf
değiştirdi, kendi ülkesini satmaya, çaktırmadan Hitler’e çalışmaya başladı, tutuklandı,
ev hapsine alındı, savaş bitince Lübnan’a taşındı, kalpten öldü, Beyrut’ta Müslüman
mezarlığına gömüldü.
*
Bu casus arkadaşın bi oğlu vardı, Kim Philby... O da babası gibi Cambridge’den
mezundu, o da sular seller gibi Arapça biliyordu, o da casustu. 1947’de Türkiye’ye,
konsolosluk sekreteri ayaklarıyla İstanbul’a gönderildi. Sonra, CIA ile MI6’in irtibat
görevi için Washington’a tayin edildi. Soğuk Savaş tarihine “asrın casusu” olarak geçti.
Çünkü, çift taraflı çalışıyordu, köstebekti. Sovyet gizli servisi tarafından devşirilmişti,
Moskova’ya bilgi satıyordu. Şüphelenildi, takip edildi, bir türlü suçüstü yapılamadı
ama, kovuldu. O da gitti, babası gibi Beyrut’a yerleşti. Güya gazeteciydi. Gel zaman git
zaman, 1961’de, Anatoliy Golitsy isimli KGB subayı ABD’ye iltica etti, bülbül gibi öttü.
Kim Philby’nin ipliğini pazara çıkardı. Aranan kanıt bulunmuştu. İngiliz siciminin
boynuna dolanmak üzere olduğunu anlayan Kim Philby, Suriye üzerinden
Ermenistan’a, oradan Rusya’ya kaçtı. Daha önce bi İngiliz, bi Amerikalı eşinden
boşanmıştı, bu sefer Polonya kökenli Rus yazar Rufina Pukhova’yla evlendi. Hayatı
roman oldu, Hollywood’ta film oldu. Alkolik oldu. İki defa intihara kalkıştı,
beceremedi. 1988’de babası gibi kalpten gitti. Rusya, onun hatırasına posta pulu
bastırdı.
*
Hatta, ölümünden sonra ortaya çıktı ki... İstanbul’da çalıştığı sırada, SSCB’nin İstanbul
Başkonsolosluğu’nda görevli olan ve İngiltere’ye iltica etmek isteyen Konstantin
Volkov isimli KGB subayını, usta manevralarla, bizzat kendi elleriyle KGB’ye teslim
etmişti. Çünkü, Volkov’un elinde köstebek’lerin listesi vardı ve listenin en başında Kim
Philby ismi yazıyordu!
*
Bu casus arkadaşın, kendisi gibi casus olan babasına dönersek... Suudileri örgütleyen
John Philby, Irak’ın örgütlenmesi işini Gertrude Bell isimli bi kadınla yürütüyordu.
*
Oxford mezunu Gertrude, casustu. Türkçe, Arapça, Farsça, Kürtçe dahil, şakır şakır yedi
lisan biliyordu. Çok güzeldi. Kızıl saçlı, yeşil gözlü, narin yapılıydı. Gören, çarpılıyordu.
Etrafına ışık saçıyordu. Arkeolog ayaklarıyla Mezopotamya’yı karış karış gezdi, aşiretleri
örgütledi. 1919’da Paris Konferansı’na delege olarak katıldı, haritaladı, Kürt, Arap,
Türkmen bölgelerine ayırdı, bugünkü Irak’ın sınırlarını elleriyle çizdi. 1924’te
Türkiye’yle İngiltere arasında imzalanan Irak sınırı, onun eseriydi. Bi de kral buldu...
John Philby’nin kankası Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ı, kukla olarak Irak tahtına oturttu.
*
Araplar ona “Çöl Kraliçesi” diyordu. Hiç evlenmedi. Âşıktı aslında... Binbaşı Dick
Doghty-Willie’ye... Talihsizliğe bakın ki, binbaşı evliydi. Gizli gizli mektuplaşıyorlar,
buluşuyorlar ama, binbaşı eşinden boşanmıyor, Gertrude bunalıma giriyordu. Meseleyi
biz çözdük... Binbaşıyı Çanakkale’de vurduk, herif öldü, böylece, aile faciası
yaşanmasına gerek kalmadı!
*
Kim bilir, belki de Gertrude’un Türk nefreti böyle başlamıştı. Sevgilisi ölünce, kendini
Kahire’ye attı, İngiliz gizli servisinin Arap bürosuna katıldı, yukarda özetlediğim işleri
halletmek için Irak’a geçti. Önce bizim kuyumuzu kazdı, sonra kendi başını yedi.
1926’da, 58 yaşındayken aşırı dozda uyku hapı alarak, intihar etti. Bağdat’a gömüldü.
*
Kendini öldürmeden önce, gene arkeolog ayaklarıyla defalarca Anadolu’ya geldi.
Kadın konusundaki zafiyetimizi biliyordu, gayet iyi kullandı, kapıları ardına kadar
açtırdı, yetmedi, yanına rehber bile verdik... Ki, istediği gibi kurcalasın, memlekette cirit
atsın! Hakkını verdi, dört döndü... Ne Diyarbakır bıraktı, ne Adana, ne Konya, ne
Kapadokya... Kürt köylerinin, Hıristiyan köylerinin listesini çıkardı, hangi aşiret
devletten yanadır, hangi aşiret ihanete müsaittir, şeceresini çıkardı. Nereler kuytudur,
nerelerden nerelere geçilir, haritaladı. Mesela, bir mektubunda aynen şöyle anlatıyordu: “Zaho kampında konakladım...” Bilmiyorum, bir yerlerden hatırlıyor
musunuz, bu Zaho kampını!
*
Cudi’ye bile çıktı. Antakya’ya da gitti. Bugün ne hale geldiğini gördüğümüz Suriye
sınırında, kiliseleri geziyorum dümeniyle, ahalinin etnik kökenini, mezheplerini
raporladı. Öldüğünde, kendisinden geriye, elyazısıyla 16 günlük, iki bine yakın
mektup, yedi bin fotoğraf kaldı.
*
Dedim ya, hiç evlenmemişti ama, anne sayılırdı. Çünkü “manevi oğlum” dediği biri
vardı. Yarbay Thomas Edward Lawrence... Namı diğer, Arabistanlı Lawrence! Evlat
yetiştirir gibi yetiştirmişti onu, yol gösterdi, akıl hocalığını yaptı, nüfuzlu kişilerle
tanıştırdı. Arabistanlı Lawrence, kendisinden 20 yaş büyük olan bu kadın için
“annemden farksız, bildiğim her şeyi ondan öğrendim” diyordu.
*
Mekke’deki Osmanlı kalesi Ecyad’ı yıkıp, otel yapan... Bizim cumhurbaşkanıyla
başbakanı, kendi kaldığı otele, ayağına getirtip madalya takan Suudi Kralı... Bu
Arabistanlı Lawrence’ın Cidde’de yaşadığı evi restore etti, kapısına da kocaman
harflerle “bu ev, Türklere karşı savaş vermemize yardımcı olan Lawrence’ın
karargâhıdır” plaketi astı!
*
Neyse... 1935’te, henüz 46 yaşındayken İngiltere’de motosiklet kazasında ölen
Arabistanlı Lawrence’ın hayatı film oldu. 1962’de vizyona giren film, en iyi yönetmen
dahil, yedi dalda Oscar kazandı. ABD Kongre Kütüphanesi tarafından, tarihi değeri
nedeniyle, Ulusal Film Arşivi’nde koruma altına alındı. Ve, okumuşsunuzdur...
Arabistanlı Lawrence’ı canlandıran Peter O’Toole, önceki gün vefat etti.
*
Ancak... The End olmadı.
*
Aksine... Yeni başlıyor.
*
Çünkü... Şimdi de, Gertrude Bell’in hayatı film oluyor. “Çöl Kraliçesi” isimli filmin
yönetmeni, Werner Herzog... Çekimlerine bu ay başlandı. Gertrude Bell’i, Oscar ödüllü
Nicole Kidman canlandırıyor.
*
Aslına bakarsanız, Gertrude‘un hayatını film yapmak için, İngiliz yönetmen Ridley Scott
çalışıyordu. Hatta, Gertrude rolü için Angelina Jolie’yle anlaşmıştı. Geç kaldı. Werner
Herzog, elini daha çabuk tuttu.
*
Peki, Gertrude Bell’in hayatı film olur da, o filmde Arabistanlı Lawrence olmaz mı...
Elbette olur. Kambersiz düğün olmaz. Peki, kim canlandırıyor Lawrence’ı? Robert
Pattinson... Hani şu, Twilight-Alacakaranlık serisinde, başroldeki vampir çocuk var ya,
işte o.
*
Popcornları hazırlayın gari.
*
Bizim kuşağın Arabistanlı Lawrence’ı ölüyor.
Y kuşağı’nın Arabistanlı Lawrence’ı doğuyor.
*
Aktörler değişiyor ama, senaryo hep aynı kalıyor...
Bu topraklarda çevrilen film hiç bitmiyor!

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)