Akademi Sevinmedi…



Ülkemizde sevinilecek o kadar az şey oluyor ki, birlikte sevinmeyi unuttuk. Çok az olan, bizleri bağlayan sevinçlerimizin içerikleri değişti. Futbol topuna bağlanıp kaldı. Yalnızca topun çevresinde kümeleniyor, sokaklara dökülüp coşabiliyoruz. Sevinme kısırlığı nedeniyle kişisel başarılarımızı paylaşmaktan çekiniyoruz. Engelleyici çalışmaların olacağına, kötülüklerin üzerimize yağacağını inanıyoruz. İçimize dönüyoruz, dışımızda ne oluyor bakmıyoruz. Duyarsızlaştık. Ülkemizin bir bölümünde insanlar günlerce evlerine hapsediliyor, insan olarak doğdukları pişman edilirken orada ne oluyor sorusunu yüksek sesle sormuyor, yok saymayı seçiyoruz. Yine içimizden birinin, dünyanın en önemli bilim ödülünü –Nobel- almasını doyasıya sevinmedik, sıradanlaştırmak için özen gösteriyoruz.

Dr. Aziz Sancar’ın aldığı ödül; ulus olarak birlikte sevinebileceğimiz büyüklükte olduğunu düşünüyorum. Bu sevincimizin ana eksenini yurttaşımız, içimizden birisi olması oluştursa da, çalışmalarıyla bilime yaptığı katkı sevincimizin diğer ayağını oluşturur. Çünkü bilim evrensel bir uğraştır, bulguları insanlığın ortak değeridir. Bilimsel çalışmalar yapmak, yeni bir şeyler keşfetmek daha önce üretilen bilginin üzerine inşa edilmekle olur. İçinde kolektif çalışma, ölçüsüz harcanan emek vardır. Kısacası dünyanın her yerinde, bilimin ortaya koyduğu yeni bulgular, insanları heyecanlandırır, sevindirir. Ama biz, Aziz Sancar’ın başarısını ulus olarak yeterince sevinemedik. Bunun nedeni ulus olarak sevgiyi yitirince; yalnız, vurdumduymaz, bireyci, kurnaz insanlar durumuna gelmemizdir. Sıradan yurttaşların duyarsızlığını yadsımıyorum. Bilimin üretim süreciyle yakından ilgilenmezler, onları yaşamını kolaylaştıran uygulamalar (teknoloji) heyecanlandırır. Oysa bilim insanları –akademisyenler- bu süreci çok iyi bilirler; bilginin dünyanın neresinde, kim tarafından üretildiğini bakmazlar, coşkularına ortak olurlar. Bunu bilmelerine karşın, Aziz Sancar’ın elde ettiği başarıyı duyarsız kaldılar, yeterince ilgi göstermediler.

Son yıllarda akademi dünyamıza sevme/sevinme yoksunluğu sardı. Değişik gerekçeler sayılabilir. Birincil neden üniversitelerin özgür/özerk yapıdan çıkartılıp; baskıcı, kumpasçı, entrikacı, kayırmacı anlayışın egemen kılınmasıdır. Bilimin siyasallaştırılmasıdır. Akademiyi kontrol etmek için disiplin yönetmeliklerinde yapılan değişikliklerle zihinlerin teslim alınması, hapsedilmesidir. Değişik yıldırma uygulamaları ile akademisyenlerin kişilikleri mutasyona uğratıldı. Korkak, ürkek, bireyci, kıskanç, intihalci (bilim hırsızı) insanlara dönüştürüldüler. Artık, bırakın dünyanın değişik noktalarında üretilen yeni bilgiyi sevinmeyi, arkadaşlarının elde ettiği başarıları paylaşmaktan çekiniyorlar. Şüpheyle yaklaşıyorlar.

Akademi çürüdü. Çürüme bilimsel uğraşın her aşamasına sardı. Yapılan çalışmalar rutinin tekrarı, dilimleme yapılarak “tulum çıkarma” uğraşına döndü. Bilimsel çalışmaların arttırılması için yapılan teşvikler istismar edilmektedir. Teşviklerden yararlanmak için hayali çalışmalar, intihal (bilim hırsızlığı) yaygınlaştı. Üniversiteler, TÜBİTAK tarafından verilen yayın teşvik ödüllerinden yararlanmak için “on orijinal makale oku, on birincisini yaz” anlayışı ya da gözünü kestirdikleri makaleleri kolonlayarak yeniden yazma normalleşti/sıradanlaştı. Örneğin 2010 yılı sonrası ülkemiz adresli yayınlar sayısal olarak sürekli artarken, bilimsel (nitelik) içeriğinin gittikçe yok olduğu görülmektedir. 2000’li yıllarda Türkiye adresli yapılan her bir uluslararası yayına ortalama 3 atıf yapılırken bu sayı 2010 yılı sonrası 0.16’ya kadar düşmüştür. Başka bir deyişle ülkemizde dikkate alınacak ölçüde orijinal bilimsel çalışmanın yapılmadığı anlamına geliyor.

Yaşamın her alanında sevinmek, paylaşmak bir özgüven işidir. Yaptığınız işi inanmıyorsanız ve önemsenmediğini biliyorsanız sevinme/paylaşma yetiniz azalır. Bir dönem sonra farklı kulvarda koşmaya başlarsınız. Kolaycılığı seçersiniz. Sevinme yoksunu olursunuz. Akademinin geldiği nokta burasıdır. Üniversitelerimizi devrimci bir anlayışla yeniden düzenlemezsek, “üçüncü dünya” ülkesi bilim kurumlarına dönecek, bilim insanlarımızda intihalci (bilim hırsızı) olarak dünya bilim tarihine adlarını yazdırmaya devam edecektir.

Akademi bunu kabul eder mi?

İrfan O. Hatipoğlu
Mustafa Kemal Üniversitesi
(iohatip@hotmail.com)

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)