Antakya’dan Mektup Var




   Değerli Dostlar,


   Sizleri uzun zamandır yazmayı düşünüyordum. Ülke gündeminin yoğunluğu, seçimler, güneydoğuda süren iç savaş yazma işlemimi sürekli erteletti. Bazılarınız biraz daha ertele, ‘ülkemiz yangın yeri’, dinlemeye hazır değiliz, bu kadar yakıcı sorunun yanında; senin kronikleşmiş sorunlarını dinlemek istemiyoruz diyordur. Haklıda olabilirsiniz. Düşünüldüğünde haksızda sayılmazsınız. Ama Antakya’da durum sizin sandığınızdan daha derin. Soluk alamıyoruz. Beklentilerimiz öteleniyor, ürettiğimiz ortak değerler tarihin hiçbir döneminde bu kadar aşınmamıştı. Biliyorsunuz, Antakyalılar olarak tarihin değişik dönemlerinde işgaller yaşadık, kentimiz tarumar edildi, zenginliklerimizi alıp götürdüler. Yalnızca birlikte yaşama alışkanlığımızı, aramızdaki dayanışmayı alıp götüremediklerinden kentimizi her defasında yeniden inşa edebildik. Bu kez böyle değil!


   Sizler uzaklardasınız, Antakya’yı uzaktan izliyorsunuz. Medeniyetlerin, barışın, hoşgörünün merkezi diye zihinlerinizi işlemiştik. Hemen arkasından künefemiz aklınıza geliyordur. Yiyemeseniz de tadı damağımızda yerini alır. Belki de “şu Suriye’deki iç savaş durulsun da gidip, künefeyi yerinde yiyelim” diye zihninizin bir yerine kaydetmişinizdir. Aramızda kalsın, size bir şey söyleyeyim; Antakya işgal altında. Görünür zamanda işgalden kurtulacak gibi görünmüyor. 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşından bu yana, devletin bile sayısını tam bilmediği Suriyeli hemşerilerimizle birlikte yaşıyoruz. Sayıları bizim (yerleşik) nüfuzumuzun üç katına çıktı. Kendilerini yaşam alanları oluşturdular. Mahallerimiz hızla ayrışıyor. Kısacası bazı mahalleleri onlara verdik. Caddelerimizi, sokaklarımızı, meydanlarımızı onlara teslim ettik. Anlayacağınız gettolar oluşturdular. IŞİD’çiler başta olmak üzere Suriye’de savaşan her terör örgütünün hücre evleri, hastaneleri olduğu söyleniyor. Bazen aralarında kavga edip bir birlerinin arabalarına uçuruyorlar. 175 bin okul çağında çocuk olduğu söyleniyor, bunların 45 bini okullara devam ediyormuş. Geri kalanı da kentin her yerine dağılmış seyyar satıcı, çöp karıştırıcısı, sokak kavşaklarında dilenci. Ya mendil ya da sigara satmak için eteklerinizi yapışırken görebilirsiniz.

 
   Sevgili dostlar, biz artık birlikte yaşamaktan yorulduk. Kentimizi kimse gelmiyor. Kültürel, tarihsel zenginliğimizi görmek, yemeklerimizi yemek için gelişinizi sürekli öteliyorsunuz. Sizin ötmeleriniz bizleri yoksullaştırıyor. Yalnız hissetmemizi neden oluyor. Esnaflarımız siftah etmeden dükkânlarına kapatıyor. Sizleri ağırlamak için düzenlediğimiz tarihi Antakya içindeki konuk evlerimiz kalacak insan bulamıyor. Yine tarihi doku içinde kahvenin Antakyalısı “Süvari”yi içmek, havuşlarında nargile tokurdatmanız için hazırladığımız kahvehaneler siz olmayınca hüzünlüler. Ekşi aşını, kabak boranisini, biberli ekmeği, kâğıt/tepsi kebaplarını birlikte yemek için sofralarımız açık duruyor. Bunları yazarken biraz öfkeleniyorum, sizi korkaklar… Korkunun oluşmasında kabahatin büyüğü sizde değil, bunu da biliyorum. Kabahatin çoğu Şam’da öğle namazı kılmak isteyenlerde… Mezhepsel bakış açıları ile Ortadoğu’yu yeniden düzenleyip Halife özlemi duyanlarda.

   Antakya’nın dağ mahallerinde, hafta sonlarında güvercinler uçurulur, çatıların tepesinde sırıkların ucuna bağladıkları naylon torbaları sallayarak “kuşlara” yön veren sahipleri izlenesi hoş görüntü verir. Ama bu kuşçuların aralarında yazılı olmayan bir kural vardır. Kuş kimin çatısına konarsa, o evin olur. Kuşun yeni sahibi kaçıp gitmesin diye kanatlarını koparır… Antakya’nın sığınmacılar tarafından işgal edilmesi/teslim almasıyla kendimizi kanadı koparılmış güvercinler olarak görür olduk. Eğer sizler birlikte künefe yemeyi ertelemeyi sürdürürseniz IŞİD başta olmak üzere terör örgütleri kanatlarımızı koparmakla yetinmeyecek, pişirip yiyecekler. Haber veriyorum.


   Sağlıcakla kalın.

İrfan O. Hatipoğlu
Mustafa Kemal Üniversitesi
(iohatip@hotmail.com)

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)