“Tarlada 1, Pazarda 5”


İrfan O. Hatipoğlu Mustafa Kemal Üniversitesi

Kış aylarının kara kışa çevrildiği dönemlerde, haberciler İstanbul semt pazarlarını dolaşarak “tarlada 1 lira olan lahananın Pazar tezgâhında nasıl 5 lira” olduğu üzerine araştırırlar, tartışma başlatılır. Tarlada sebzelerin çürüdüğü, meyvenin alıcı yokluğundan dalında kaldığı vurgulanır. Bu geleneksel tartışma, Cumhurbaşkanının katılımıyla farklı bir boyut kazandı. Sayın Cumhurbaşkanı tarlada bir lira olan domatesin pazarda 7-8 lira nasıl olur? Diye sorması, çarpıklığın giderilmesi için ilgililere talimat vermesidir. Cumhurbaşkanının talimat vermesi ile tarladan semt pazarına ulaşma sürecinde fiyat aralığı ne kadar kısaltılabilir bilinmez ama referandum sürecine giren ülkemizde, vatandaşının “Pazar Filesi”ni nasıl dolduğuna kaygı duyan bir Cumhurbaşkanın olduğu algısı oluşturmada oldukça başarılı.

Kentlerimizde –İstanbul- sebze ve meyvenin pahalı tüketilmesi üretim eksikliğinden kaynaklanmıyor. Çiftçilerimiz tüm zorluklara karşın yeterince üretmeyi sürdürüyor. Ziraat Odası verilerine göre 2016 yılında, bir önceki yıla göre tahıl dışında tüm hayvansal ve bitkisel ürünlerin üretiminde artış var. Örneğin meyve üretiminde yüzde 6.8, sebzelerde yüzde 2.4 artış olduğu gibi. Öyleyse neden tüketiciler pahalı tüketmekten, üreticilerde ürünlerini değerinde ya da hiç satamamaktan şikâyetçi oluyor. Bunun değişik nedenleri var. Ana neden uygulanmakta olan serbest pazar ekonomisi izlencesidir. Siyasal iktidarların seçimlerini yapsatçıdan, petrolcüden, nakliyeciden, rantiyeciden yana yapmasından. Doğa karşıtlığı uygulamalar. Tarım alanlarının özensizce sanayi alanlarına dönüştürülmesi, otoyollarla dilimlenmesi. Kent içi verimli toprakların betonlaştırılması, küçük aile tarım işletmelerini korumak yerine endüstriyel tarımın egemen kılınmak istenmesi…

Siyasal iktidar tarafından “rant” yaratmanın en kolay yolu kentleşmede görüldü. Bunun için kırsal alanda insanlar planlı bir şekilde yoksullaştırılarak kentlere yönlendirildi. Kentler obezleşti. Oluşan obez kentler kuruldukları yerin verimli arazilerini, sulak (dere, ırmak, göl) alanları yok ederek çölleştirdi. Oysa sürdürülebilir kentsel yaşam anlayışı, günlük sebze meyve gereksiniminin büyük bölümünün kent çevresindeki tarım alanlarında üretilerek karşılanmasını kapsar. Bu alanlarda yapılan üretim ile kentlerin günlük sebze gereksinmeleri karşılanır, dışarıdan getirilen ürünler içinde dengeleyici unsur olur. Bunun bilinen örneği 700 yıllık geçmişe dayanan İstanbul bostanlarıdır. Bostanlar hızla yok edildi. Bostanlarla/semtlerle özdeşmiş ürünler betonlaşmaya yenildi. Yalnızca bununla kalınmadı. Yakın çevresindeki (Marmara bölgesi) tarım toprakları betonlaştırıldı. Kontrolsüz sanayileşme ve ürettiği atıklarla topraklar kirletildi. Ergene Nehri başta olmak üzere bölgenin tüm su kaynakları; topraklara bereket taşımak yerine ağır metal, kimyasal atıklarla kirletilmekte, verimsizleştirmektedir. Tarımsal üretim İstanbul ve çevresinden sürekli öteleniyor. Artık İstanbullu Lahana, semizotu, soğan, maydanoz, nane, marulu kol mesafesi uzağında yetiştirilen bostanlardan değil, bir bağ maydanozu, tereyi 1500 km uzakta üretilip (Hatay Samandağ) getirilirse tüketebilir duruma geldi.

Kentlerimizin ucuz meyve sebze tüketmesinin diğer yolu küçük (aile işletmeleri) üreticilerin örgütlenmesinden, desteklenmesidir. Küçük üretici için üretmek yaşamının temelidir. Emeğinin değeri dışında beklentisi yoktur. Ürettiği ürünü hiçbir zaman değerinde satamaz. Geliri yıl boyu yaşamını sürdürmeye yetmediği için ürettiği borç aldığı aracılarca el

konur ya da “piyasa çekmiyor abi…” söylemiyle dolaşan aracılara ürünü kaptırır, genellikle parasını alamaz. Yaşadıkları nedeniyle korkak ve ürkektir, örgütlenmeyi, dayanışmayı sevmez. Çünkü demokratik örgütlenme girişimleri bastırılmış, “dirliği” bozmakla suçlanmışlardır. Devletin gözetimi ve denetiminde örgütlenmelerine izin verilir. Devletin kontrolünde kurulan kalkınma kooperatifleri siyasal iktidarların arka bahçeleri olmuş, kısa zaman aralığında kooperatif yöneticicileri mafyalaşarak çiftçilere dert olmaya başlar. Bu nedenle kooperatifçilik yerine “esnek birliktelik” olarak tanımladığımız, çiftçilerimizi yükümlük altına sokmayacak, ürün bazında dönemsel birlikteliği kapsayan yeni örgütlenme biçimi geliştirilmelidir.

Esnek birliktelik uygulamasının ana taşıyıcısı büyükşehir belediyeleri olmalıdır. Çünkü tarımsal üretimin yüzde 75’i büyükşehir belediyeleri sınırları içinde yapılmaktadır. Üreticiler dönem içinde hangi üründen, ne kadar üreteceğini büyükşehir belediyelerin tarım birimlerine bildirmeli, belediyelerde taban fiyat belirlemelidir. Belirlenen taban fiyattan piyasayı düzenleyici alımlar yaparak, hedef büyükşehir belediyesi yaş meyve sebze hallerinde, semt pazarı esnafına doğrudan satış yapması sağlanmalıdır. Belediyeler bu uygulama ile hemşerisi olan küçük üreticinin ürününü değerinde satmasını sağlarken, hedef kent yurttaşlarının da daha ucuz sebze meyve tüketmesinin önü açılmış olur. Büyükşehir belediyelerinin bu organizasyona yapması için yasal engel yoktur. Yeterince insan kaynağı, fiziki alt yapısı vardır.

Çiftçilerimizin ürettiğini değerinde sattığı, tüketicilerinde uygun fiyatla tüketebildiği bir sistem kurmalıyız. Küçük aile işletmeleri ve kentsel tarımın koruması, demokratik örgütlenmesinin önünün açması ilk aşamadır. Cumhurbaşkanının “tarlada bir lira olan domates nasıl sekiz lira olur” çağrısı ile semt pazarlarında ürünlerin ederinde satılmasını sağlayamazsınız. Ancak Cumhurbaşkanı mahcup olur.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)