Kadın Sorunu Öncelikle Eşitsizlik Sorunudur


Dünyada kadın hakları konusunda ilk ve en önemli gelişme  1791 de gerçekleşmiştir. Fransız ihtilalinin ardından 1789 tarihli Yurttaş ve İnsan Hakları Bildirisi’nde kadın yurttaşların göz ardı edildiğinin fark edilmesi nedeniyle  devrimci kadınlar 1791 tarihinde Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirisini” ilan etmişlerdir. Türkiye’de kadınların her alanda haklarını tanımayı amaçlayan Kemalist Devrim 05 Aralık 1934 de kadınların seçme ve seçilme hakkını yasalaştırmış ve güvenceye almıştır.   Türkiye'de çok sayıda Avrupa ülkesinden önce kadınlara seçme ve seçilme hakkının verildiği tarih olan 5 Aralık dünyada “Kadın Hakları Günü” olarak anılıp kutlanmaktadır. 
Cumhuriyetin tüm kazanımlarını yıllar içerisinde çeşitli yöntemlerle silip süpüren egemenlerin iktidarları ve partileri, dönemine göre ilerici ve devrimci bir atılım olan kadına “seçme ve seçilme hakkının” da içini boşaltarak, bu hakkı kadınların özgürce kullanamadığı bir noktaya gerilettiler. Özellikle son 15 yılda sermaye gruplarının ve tarikatların desteğiyle Türkiye'nin tüm ilerici birikimine saldıran AKP iktidarı, kadınların toplumsal, siyasal, sosyal, kültürel yaşamdaki varlığını daha da görünmez hale getirdi. 
84 yıl sonra Meclis'te ve yerel yönetimlerde cinsiyet üzerinden değerlendiren temsiliyet kadınlar açısından ciddi tuzaklar barındırmaktadır. Kadınlara pozitif ayrımcılık, kadınlar için kota istemleri, her seçim öncesi vitrin malzemesi yapılan kadın milletvekilleri sayısı ve daha pek çok şey giderek dinci gericiliğin kuşatması altına alınan sistem içinde kadının konumunu sadece göstermelik olarak düzenleme dışında bir işleve sahip değildir.
Kadın sorunu öncelikle eşitsizlik sorunudur. Bugün Türkiye’de ve sermayenin egemen olduğu tüm ülkelerde bu eşitsizliğin kaynağı kötü niyetli, anlayışsız erkekler değil, sistemler, rejimler, anlayışlar ve kültürlerdir.
Bu nedenle kadın sorununun çözümü öncelikle yoksulluğun ve sömürünün yok edilmesi ile olanaklıdır. Başka bir söylemle; sorun kadının muhtaç olma konumundan çıkması-çıkarılması sorunudur.
Bunun için ise laiklik ve eşitlik mücadelesi vazgeçilmezdir. Kadının erkeğin eşiti olabilmesinin başkaca bir yolu yoktur.
Laiklik ve eşitlik olmadan kadının erkeğin eşiti olması olanaksızdır. Laiklik; yalnızca dinin siyasal ve toplumsal yaşama egemen olmasına engel değildir. Laiklik aynı zamanda üretim mülkiyetini ve üretim ilişkilerini dini kurallar ile düzenlenmesini engelleyerek kadının toplumsal yaşamda rol almasının da önünü açan biricik ön koşuldur.
Üzülerek belirtelim ki Ülkemizde “kadın hakları” konusu bilinçli olarak üretilmiş söylemsel bir kirlilik içerisindedir.  Eşitsizliğin kaynağı olan yoksulluğun ve sömürünün yok edilmesini önerip savunmak yerine, bunların üzerlerinin örtülmesine yönelik, göz boyayan, Kadınlara pozitif ayrımcılık, kadınlar için kota istemleri, her seçim öncesi kadını vitrin malzemesi  olarak sunan politikalar üretilmektedir.
Kadın haklarını, kadının mutluluğunu, erkeğin “adamlığı”, “insanlığı” ya da “iyiliğine’ indirgemek akıl tutulması olmanın ötesindekadını köleleştiren, sömürüyü meşru kılan siyasal anlayışların değirmenine su taşımak dışında bir anlam taşımaz!
İçinde yaşadığımız toplumda emeği ile geçinen kadınlar ne kadar haklarından yoksunsa erkekler de o kadar haklarından yoksundur. Kimilerinin bunun ayırdında olmayabilirler. Ama bu durum onların haklarından yoksun oldukları gerçeğini değiştirmez.
Bu nedenle kadınlar için kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz.
                                             
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBESİ


Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)