Atatürk'ü anlayarak özümsemek

Atatürk’ün cenaze töreni, onun son zaferi olmuştur.

Yine bir 10 Kasım geldi. 10 Kasımlar; Atatürk’ü sevenler ve onu her an kalbinde yaşatanlar için (bence) sadece bir saygı günüdür. Zira Atatürk’e saygı duyanların kalbinde zaten ona her gün, her an bu saygı bulunur, Atatürk her daim yürektedir. Senenin diğer günlerinden farklı olarak belki bir hüzün, neden şu an hayatta olmadığı için bir özlem ve ülkemize bıraktığı miras için bilinçaltımızda var olan hayranlığın pekişmesi, anımsanması, dışa vurumu… Bana göre 10 Kasımların bir başka anlamı daha var aslında. Atatürk karşıtlarına, ona bağlı olan kitlenin büyüklüğünü göstermek! Asla unutulmayacağını, asla yüreklerdeki yerini başka bir sevginin alamayacağını göstermek…

Bir yasa var, adı; “Atatürk’ü Koruma Kanunu”. 31 Temmuz 1951’de Resmi Gazete’de 7872 sayı ile 5819 numaralı kanun olarak yayımlanmıştır ve halen yürürlüktedir. Atamızın bir yasa ile korunması hususunda birkaç söz yazmadan evvel 5819 numaralı kanuna bir göz atalım. Kanunun içeriği şöyledir:

“Madde 1- Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir.

Yukarıdaki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.

Madde 2- Birinci maddede yazılı suçlar; iki veya daha fazla kimseler tarafından toplu olarak veya umumî veya umuma açık mahallerde yahut basın vasıtasıyla işlenirse hüküm olunulacak ceza yarı nispetinde artırılır.

Birinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar zor kullanılarak işlenir veya bu suretle işlenmesine teşebbüs olunursa verilecek ceza bir misli artırılır.

Madde3- Bu kanunda yazılı suçlardan dolayı Cumhuriyet Savcılıklarınca re’sen takibat yapılır.

Madde 4- Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Madde 5- Bu kanunu Adalet Bakanı yürütür.”

Bu yasa hakkında Atatürk karşıtı görüşte olanların haber kaynaklarında, sitelerinde sürekli olarak eleştiriler bulunmaktadır. Hatta bu yasayı faşist bir ülkenin bir uygulamasıyla özdeşleştirenler de az değildir. Bir devlet kurmuş, yoktan var etmiş Dünya’daki devlet liderlerinin tüm ağızdan, asrın dehası, yeri doldurulamayacak bir lider olduğu şeklindeki söylemleri anımsatmak ve bu Atatürk düşmanlarına arşivin derinliklerinden bir belgeyi 10 Kasım vesilesiyle ortaya koymak ve bu gafillere; vurmaya, sövmeye bir türlü doyamadıkları Atamızın bir yabancının gözünden nasıl göründüğünü gösterelim.

22 Kasım 1938 tarihli Alman “Neue Zürcher Zeitung Gazetesi” şu çok anlamlı yazıyı yazdı:

“Atatürk’ün cenaze töreni, onun son zaferi olmuştur. Tabutunun önünde karşıtlarının hepsi sessiz kalmışlardır. Türk ve Alman askerleri, tabutunun arkasında bir sırada yürüdüler. Bir diğer sırada ise Stalin ve Hitler’in temsilcileri yan yanaydılar. Hem Cumhuriyetçi Valencia hem de General Franco çelenk yollamışlardı. Tabutunun önünde; faşistler, demokratlar ve komünistler bir bütün olarak eğildiler. Her sınıfıyla birlikte olarak Türk Halkı da ağladı ve yakardı.

ZENGİNLERLE FAKİRLER, YÜKSEKLERLE ALÇAKLAR ARASINDA HİÇBİR FARK YOKTU. BUGÜN ANKARA’NIN YAŞAMIŞ OLDUĞU; DÜNYA’NIN HİÇBİR ZAMAN GÖRMEDİĞİ BİR TÖRENDİ.”

Atatürk’ü anlamak, kendini bu ulusun bir ferdi gören her bireyin görevidir. En azından anlamaya çalışmak görevi olmalıdır. İlköğretim esnasında öğretilen temel bilgiler ile Ata’mızı anlayamayız. O bilgiler adı üzerinde zaten temel bilgidir. Genç bir dimağı, daha birtakım şeylerin ne olduğunu anlayamadan bir takım yönlere çekmek kabildir. Atatürk karşıtları işte bunu yapıyorlar! Bu bağlamda, gençlere ilköğretimde daha önemli bilgiler verilmelidir. Klişeleşmiş kalıplaşmış, ezberlenmiş söylemlerle değil de gerçekten Atatürk’ün iç dünyasını, Dünya görüşünü gösterecek şekilde ve bu ülkeye yaptığı büyük katkıları abartmadan ve gerçeklerden uzaklaşmadan gençlere aktaracak şekilde bir müfredat hazırlanmalıdır.

Yasalara olan bağlılığımız mevcuttur ve geçerli kanunlara da bu bağlamda saygılıyız, ama Atatürk’ün kanunla korunmasına gerek olmamalıdır. Kemalizm kimilerin söylemleri gibi bir doğma değildir. Gerçeğin ta kendisidir ve ruhunda Kemalist felsefeyi yaşatanların görevdeşliği Atatürk korumak için yeterlidir. Kanunlara bağlıyız ama Atatürk’ü Koruma Kanunu olmasaydı da onu koruyacak düşünülenden çok daha büyük bir kitle vardır…

Gençler; Atatürk’ün hep gözdesi olmuştur. Çünkü o gençleri daima ülkenin istikbali görmüştür. Bu nedenle Atanın “Gençliğe Hitabe”si çok önem arz eder.
“Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”
Gençliğe Hitabe’nin her satırında aradan yıllar geçmiş olmasına karşın hala güncel olan çok söylem var.
Atatürk; “Nutuk”un son bölümünde, 20 Ekim 1927’de de gençlere şöyle söylemiştir:
“Sayın baylar, sizi, günlerce işlerinizden alıkoyan uzun ve ayrıntılı sözlerim, en sonu tarihe mal olmuş bir çağın öyküsüdür. Bunda, ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmiş isem kendimi mutlu sayacağım.
Baylar, bu söylevimle, ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun, bağımsızlığını nasıl kazandığını, bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.
Bugün ulaştığımız sonuç; yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uygarlığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.
Bu sonucu, Türk gençliğine kutsal bir armağan olarak bırakıyorum.”

Evet, Atatürk bu sonucu Türk Gençliği’ne armağan etmiştir. Türkiye; dünyada nüfusunun yaş ortalaması genç olan ülkelerden biridir ve Atatürk’ün geçliğine çok görev düşmektedir. Gençlerin, Atatürk’ü klişe ve ezber söylemlerle anlamaya çalışmamaları gereklidir. Zira ezberleşmiş, klişe ve içeriğinde, söylemde bulunanın hiçbir katkısı olmayan, özümsenmemiş söylemlerle kafanın dolması doğma ile eşdeğerdir.

Atatürk’ü anlayarak özümseyiniz.

Onu anlamak için ise sadece okumak yetmez. Özümsemek için irdelemek gerekir. Her sözünü bu günkü koşullarda tekrar anlamaya çalışmak gerekir. Atatürk’ün bazı vecizeleri çok bilinir. Bu günkü koşullarda, o vecizelere bakıldığında, sanki Ata’mız sağ da o sözleri yeni yazmış gibi, bu günü tanımlıyor adeta. Yazımızın başındaki Alman gazetecinin cenaze ile ilgili sözleri ya da “Her yüzyılda Dünya’ya bir lider gelir. Bu yüzyılda lider Türkiye’ye geldi” şeklindeki çok bilinen söylem boşa değildir.

Çok zengin parçalardan oluşan Türk Ulusu’nun gençlerine bu gün çok önemli ve de sorumluluk açısından çok ağır bir görev yüklenmiştir. Ülkeyi bölmek isteyenlere karşı topyekün aynı safta ve aynı sırada durmak! Bu yolda yürüyenler; en büyük tehlike olarak Atatürk sevgisini görmektedirler, en çok bunu yıkmak için çaba sarf etmektedirler.
Bir ulusu yıkmanın en kolay yolu, onu içerden yıkmaktır. Türkiye Cumhuriyeti; barındırdığı tüm etnik kökenlerle birlikte bir bütündür. Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Abaza, Pomak, Kafkasyalı, Rum, Ermeni, Yahudi, Bulgar, Süryani, Latin ve diğer tüm Müslüman ya da Müslüman olmayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bir bütün olarak “Türk Ulusu”nu teşkil etmektedirler.
Çünkü zaman; Yurdumuzu bölmeye, etnik çatışmalar çıkartmaya, kardeşi kardeşe küstürmeye güçlerinin yetmeyeceğini gösterme zamanıdır.
Çünkü zaman; tek olmaya, bir olmaya, tüm vatandaşların “biz kardeşiz” demesinin gerekli olduğu zamandır.
Aynen Atatürk’ün düşündüğü gibi…

BOJİDAR ÇİPOF
İLK KURŞUN
Daha yeni Daha eski