Hukuk alanında sık sık dile getirilen bir söz vardır: “Kötü kanun yoktur, kötü uygulama vardır” denilir. Bu sözün tümüyle doğru olduğu söylenemez. Kötü kanunun olumsuzluklarını göz ardı etmenin olanağı bulunmayabilir. Ne var ki bu sözün önemli bir gerçeği ortaya koyduğunda da kuşku yoktur.
Öte yandan, yasa veya anayasa sayesinde tüm sorunların üstesinden gelmenin mümkün olacağına inananlarımız da az değildir. Sanıyorum biz ulus olarak yazılı metne ayrı bir ağırlık tanımak eğilimindeyizdir. Bu eğilimimizin, geçmişte Anayasa yapılmasının gündeme geldiği dönemlerde belirginleştiği görülmüştür. 27 Mayısı izleyen günlerde, birkaç bilim adamının bir odaya kapanarak mükemmel bir anayasa yapmaları halinde ülkemizin ideal bir demokrasiye kavuşacağı beklentisi bir hayli yaygındı. Bu arada, İngiltere gibi yazılı hiçbir anayasası olmamasına rağmen belli bir demokratikleşme düzeyini tutturabilmiş bir ülkenin bulunduğu da unutulmamalıdır.
Bizim hukuk hocalarımızdan Tahsin Bekir Balta’nın, bu konuyu bir başka açıdan irdelerken “sıkı kanunlarla hayatı düzeltemezsiniz, sıkı kanunlar kanunlara karşı saygısızlığı artırır” dediğini hiç unutmam. Nitekim öyle oldu; 12 Eylül’ün getirdiği sıkı kanunlar temelinde iktidarını kuran Özal, “anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” deyivermiştir.
Bizim özellikle anayasa konusundaki adeta fetişleştirme derecesindeki bu tutumumuzun, bazı güçler tarafından acımasızca istismar edildiği görülmektedir. Karşı karşıya bulunduğumuz bunca ciddi sorundan hangisine anayasa ile çare bulunulması arayışı söz konusudur; gerçekte aranan bu mudur?
Esasen yalnızca bu konuda değil, tüm toplumsal konularda uluslar arası ortamdan kaynaklanan etkileri göz önünde bulundurmazsak kavrayışımızın eksik olacağında kuşku yoktur. Küresel güç merkezlerini oluşturan devletler, 1929-30 bunalımını anımsatan bir çıkmazın içine düşmüşler; sarsılan egemenliklerini koruyabilme telaşı ile değişik uluslar için değişik çareler oluşturmaktadırlar. Bizim için de sanki eskimeyen bir sakız bulunmuş, çiğneyip durmamız istenmektedir.
Elbette ki sorunun başka yönleri de vardır. Sayın Kılıçdaroğlu “oyunbozanlık yapmış olmak” istemediklerini, bu nedenle anayasa görüşmelerine katılacaklarını açıklamıştır. Kuşkusuz, dikkatli olunması gereken bir başka tehlike vardır; o da oyuna düşmüş olmaktır.
AKP iktidarı anayasada hangi değişiklikleri yapmak istediğini, ne tür yenilikler getireceğini açıklamış değildir. Açıklanan yalnızca soyut bir değişim vaadinden ibarettir. Oysa değişim, genel olarak yaygınlaştırılmak istenen kanaatin aksine, mutlaka olumlu yönde olmaz. Değişim, olumsuz yönde de olabilir.
Eğer AKP ne yapmak istediğini açıklamış olsaydı, yapılmak istenenlere ne ölçüde katılanabileceği önceden kestirilebilirdi.
Hiçbir şey açıklanmış değildir, ama her şey bellidir. AKP yönetimi, açığa çıkan Oslo görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, PKK ile %95 uyum halindedir. Bu durumda ortaya çıkacak anayasa ile ilgili önerilerin bu uyum paralelinde olacağını düşünmek her halde yanlış olmayacaktır. AKP iktidarı, bu önerilerin dışında, ülkenin gerçekten demokratikleşmesi doğrultusunda bir şeyler sağlama niyetinde ise bunları açıklamış olması gerekirdi.
PKK ile %95 uyum doğrultusundaki önerilerin ele alınacağı böyle bir görüşmenin aktörleri arasında yer almak ne sağlayacaktır.
Prof. Dr. Alpaslan Işıklı
İLK KURŞUN