Cazim Gürbüz yazdı:"Etnik Bölücülüğün Siyasi ve İdeolojik Yanı (3)"

Cazim Gürbüz yazdı:"Etnik Bölücülüğün Siyasi ve İdeolojik Yanı (1)"

Cazim Gürbüz yazdı:"Etnik Bölücülüğün Siyasi ve İdeolojik Yanı (2)"

HEPAR lideri Osman Pamukoğlu “Etnik Bölücülüğün Siyasi ve İdeolojik Yanı”nı YENİÇAĞ okurları için masaya yatırdı:

Etnik Bölücülüğün Siyasi ve İdeolojik Yanı

PKK’lıların yüzde 70’i neden Türkçe konuşuyor?

Kürtçe bilmelerine rağmen neden birbirleriyle Türkçe gibi rahat anlaşamıyorlar? Sebebi açık: O dilde birlik ve kültür yapısı yok da ondan. Devlet okullarına gitmeden yaşamı sürdürmek mümkün değildir.

Soru: Bir “anadilde eğitim” tutturmuş gidiyoruz. Bu işin “İskender düğümü” bu galiba. Evet, bir etnik dilin konuşulmasından ve öğrenilmesinden korkmamak gerek. Zaman içinde hâkim kültür öbürünü içine alır, eritir, özümler. Yani Kürt kültürü, Türk kültürüne renginden katar ve onun içinde erir gider. Dinci-Kürtçü Altan Tan bile Kürtlerin bir gün asimile olacaklarını, bu asimilasyonun “acısız” olması gerektiğini ifade etmektedir. Yılmaz Erdoğan’sa Kürtlüğü bakî kalmak üzere, asimile olduğunu itiraf ediyor, bundan memnun da üstelik:
“Ben, Kürt olarak doğdum. Türkleştim. Ama bu benim Kürtlüğümü yok etmedi. Kürt olmam, Türk kimliğimi de yok etmiyor. Kürt olmam, Türk olmama mani olmadı. Türklük hepimizin ortak kimliğimizdir. Türkiye’de yaşayan herkes, Türkçe hayat yaşayan herkes Türk’tür. Bu bir asimilasyon politikası sonucu bile olsa bile sonuçta başarılı olduğu ortadadır. Artık bu politika ile kavga etmenin anlamı yoktur. Bitti geçti. Benim bununla bir kavgam yok. Kendi büyüklüğünü bilmeli Türkiye.”
Paşam, HEPAR yarın iktidara geldi diyelim, Yılmaz Erdoğan’ın yaklaşımını yeterli bulacak mı bu anlamda? Anadilde eğitim, bireysel bir hak mıdır sizce, yoksa kolektif hak mıdır? Kolektif hak verilirse, bu iş bir Kürt milleti oluşumuna, sınırları belirlenmiş bir Kürdistan’a yol açmaz mı? Yani nerelerde bu eğitime izin verdiyseniz, orada Kürt egemenliği vardır, oralar Kürdistan’dır anlamı çıkmaz mı? Bu dediklerim bir komplo teorisi, bir saplantı paranoya değil Paşam, KADEP adlı oluşumun başı -ki bu adam bir tv programında ABD, Irak’ı özgürleştirdi, demişti- şunları yazıyor bir internet gazetesinde: “Bu meşru ve doğal hak davranışı, Kürt hükümeti, Kürt valisi, Kürt kaymakamı, Kürt bayrağı, Kürt ulusal marşı, Kürt cumhurbaşkanları, Kürt başbakanları, Kürt siyasi partileri, Kürt ordusu, Kürdistan’ın parçalanmış bir sömürge olma karakterinden dolayı kuzey, güney, doğu ve batı olarak nitelendirilmesi, Kürt dilinin resmi dil olması, Kürt televizyonu ve radyosunun sınırsız özgürlüğü, Kürtlerin sömürgeci bir orduda askerlik yapmaması, Kürtlerin vergi vermemesi ve verdiği vergilerin kendi ülkesinde harcanmasını istemesi, Kürtlerin Türk Devletini, ordusunu, parlamentosunu, hükümetini, bayrağını, millî marşını, Türk ulusu ve devletinin diğer değerlerini kendi değerleri saymaması gibi kavramları özgürce ifade etmesi de meşru ve doğal bir haktır. ”

Cevap: Dil konusunda çelişki içinde çelişki var. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak Türkçe öğrenmemiş ve konuşamıyorsanız, nasıl yaşayacak, topluma nasıl uyum sağlayacak, geçiminizi nasıl sağlayacaksınız? Devlet okullarında ilköğretim dâhil okumanız şart. Kürtçeyi Kürt yurttaşlarımızın hepsi çocukluğundan başlayarak kendi aile ve çevresinden öğrenmedi mi? Öğrendiler ve konuşuyorlar. Eğer devlet okulları yerine Kürtçe öğrenim yapacaksanız, ilköğretim ve lise gibi devam eder giderse, Türkçeyi kimden, ne zaman öğrenecekler?
PKK’lıların konuşmalarının yüzde 70’i neden Türkçe? Kürtçe bilmelerine rağmen neden birbirleriyle Türkçe gibi rahat anlaşamıyorlar? Sebebi açık: O dilde birlik ve kültür yapısı yok da ondan. Devlet okullarına devam etmeden yaşamı sürdürmek mümkün değildir. Ancak Kürtçenin de eğitimini bir programla almak isteyenler, dershaneler veya kurs planlamalarıyla bunu yapabilirler. Dilden kopan, milletin bir parçası olmaktan da, yurttaşlıktan da kopacaktır. Devletin resmi dili esastır ve Türkçedir.

Soru: PKK’yı bu ülkede herkes tanıdığını sanıyor Paşam, diğer yönleri üzerinde, sizinle Temmuz ayında yaptığım röportajda birazcık durmuştuk. Ben pek değinilmeyen yanını sormak istiyorum. PKK’nin siyasi, diplomatik, ekonomik yanları nelerdir? Benim bildiğim, bu yanları silahlı yanlarından daha güçlü, örgüt olarak kalabiliyorlarsa, bu yanlarını güçlü tuttukları içindir. Ne dersiniz?

Cevap: PKK’nın kuruluş dokümanlarına baktığınızda Marksist-Leninist bir öğreti ile ortaya çıktığı görülecektir. En ileri siyasi hedefi, Kürtlerin yaşadığı bölgelerde birleşik Kürt devletini kurmaktır. Zaman zaman bunu sulandırarak, kendine göre fincancı katırlarını ürkütmemek için federasyon, demokratik cumhuriyet gibi söylemlerle, sel önüne düşmüş kütük misali yalpalayıp durmaktadır.
Dağ kadrosu iyi siyasi ve askeri eğitimden geçirilmiştir. Başlangıçtan itibaren İran, Talabani, Barzani ve Suriye’den destek almıştır. İlk kadroları Filistin kamplarında yetiştirilmiştir. İsrail, ABD ve AB üyesi ülkelerden dolaylı ve dolaysız siyasal ve finansal destek sağlamıştır. Uyuşturucu ve silah ticaretinin içindedir. Yurt içinden Kürt vatandaşı işadamları ve sanatçılardan baskı veya gönüllü para yardımı almıştır. Avrupa’da adamları vasıtasıyla haraç toplar. Türk İran, Türk Irak sınırlarından karşılıklı kaçak mal götürüp getiren herkesten gümrük kapısı tabir ettiği noktalarda haraç alır, adına da vergi der.
Siyaset üçgenin tepe noktasıdır. Üçgenin bir kenarında dağ kadrosu, diğer kenarında yerleşim alanındaki milisler vardır (KCK denilen yapılanma). Tabanda ise halk bulunur. Daha önce de söylediğim gibi, öldürmeye, yaralamaya, her türlü korkuya rağmen tabanı tutturamamıştır. Üçgenin kenarlarını kırın, geriye hiçbir şey kalmadığını görürsünüz. Bölgede yapılması gereken, sosyal ve ekonomik yönden çok iş vardır ama bunların başında bana göre ilk yapılacak şey toprak reformudur. Mevcut feodal yapı bugüne dek siyasilerin işine gelmiş, ağayı, aşiret reisini tavla, oylarını al... Yürütülen işlem budur. Şimdi de masal okuyun, yok işsizlikmiş, yok ekonomiymiş, yok sosyal konularmış. Mesele bunlar bile değil, daha farklı bir yaklaşım ve ilgi bile her şeyi kurtarabilirdi.

Soru: Bu ülkede silahlı ve silahsız propaganda yöntemlerini de çoğu kimse veya kuruluşlar biliyorum sanıyorlar. Ben sizin Kara Tohum kitabınızı okuduktan sonra, bildiğimin kırıntı olduğunu anladım. “Ölüm Busesi Metodu”, “Kötülercesine Övme Metodu”, “Hedefi Gülünç Duruma Düşürme Metodu”, “Dozaj Yasası” gibi yöntem ve taktikleri bu ülkede duyan, sanırım bir avuç insan vardır. Oysa bunlar bilinmeden, etnik kışkırtma ve bölücülük faaliyetleri kavranamaz, Paşam, “kitap da yazdım” denemez. Bu konuyu Yeniçağ okurlarına da anlatınız. Anlatımlarınıza psikolojik harbi, asimetrik savaşı da katınız. Bunları, bu ülkeyi yönetenlerin birçoğunun, bu milleti mecliste temsil edenlerin kahir ekseriyetinin de bildiğini sanmıyorum. Onlar da istifade etsinler, merak etsinler en azından, kitabınızı okusunlar, bizim de böylece büyük bir hizmetimiz olsun, ne dersiniz?

Cevap: Hangi mücadeleye girerseniz girin, iki şey lazımdır. Ustaca yürütülecek propaganda ve disiplinli bir örgüt. Propaganda araçları sonsuzdur; bir taşa, bir kartona yazılacak slogandan tutundan da, en teknolojik aracı kullanmaya kadar uzanır. Propagandanın tek merkezden yürütülmesi ama çok koldan da sahaya sürülmesi şarttır. Zekâ ve uzmanlık ister, tekrar şarttır, hedef kitlenin kültürü ve geleneklerinin dikkate alınması esastır. İnsan doğası ve insan bilimi üstadı olmayan kimselere propaganda merkezi teslim edilmemelidir. Çarpıcı gelebileceğini düşündüğüm için bir örnek vereyim. Prensiplerden iki tanesi şudur: İnsanlara büyük yalanlar söyleyin. Çünkü “halk büyük yalanlara küçük yalanlardan daha fazla inanır”, “Suçlandığınız ne varsa ısrarla inkâr edin, bir bahane uydurup karşı tarafa saldırın ve sürekli tekrar edin”
Niye gülüyorsunuz Cazim Bey! Bu propaganda ilkeleri evrensel ama, bizde bunlardan geçilmiyor diye mi?
PKK ilk hareketlerine, 1984’ten itibaren silahlı propaganda ile başladı. Kırsalda kendilerince güvenli hissettikleri köy ve mezralarda halkı bir yere toplayıp kitap okudular ve bildiri verdiler. 6-8 kişilik gruplar halinde geziyorlardı, zayıftılar kendilerini hiçbir yerde güvenli hissetmiyorlardı. Sonunda gelinen yeri görüyorsunuz.
Bu tarz mücadelenin hiçbir boyutuna hazır olmayan devlet, tam olarak ne istihbaratı, ne uygun mücadeleye uygun örgütlenmeyi, ne de propagandayı etkili ve sonuç alıcı bir tarzda yapamadı. Güç ve imkân olarak eksik var mıydı? Hayır yoktu! Özellikle dış desteğin kesilmesi konusunda zayıf, çaresiz ve korku içindeydiler. Bu ne demek mi? Siyasi ve ekonomik bağımsızlık olmadan bu işler olmaz.

Cazim Gürbüz
Yeniçağ

YARIN: Barzani çayın taşıyla çayın kuşunu vurmayı iyi bilir
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)