Zil Takıp Oynayanlar...
Çarşamba, Aralık 28, 2011
Siz onların ideolojilerini, siyasal görüşlerini paylaşmayabilirsiniz, bu en doğal hakkınız... Ancak zil takıp şakır şakır oynayamazsınız!
Hayatları bir anda yok etmek, gencecik meslektaşlarımıza “terör örgütü üyesi” yaftası yapıştırıp, içeriye atmak.
Bir sevgi eksikliği bu...
Neden böyleyiz?
Kırk yılda bir arpa boyu kadar ilerlemedik...
Benim kuşağım böyle acılara, hüzünlere, ölümlere alışıktır.
Koca bir ormanın tohumu gibi, işkenceler ve hapislik günlerinde patlamış, çiçeklenmiştir bizim varoluşumuz ve bugünlere gelişimiz.
Yıllar geçti, değişen hiçbir şey yok!..
Şimdilerde anılarımızla avunup gidiyoruz...
Biraz geç kalsam da bugün onları anlatacağım...
Bir kuytulukta, dağların yamaçlarında açan o çiçekleri, onların gazeteciliğe tutkularını.
Hiçbirini tanımıyorum, belki yüzlerini bile görmedim...
Önce Zeynep Kuray’ın fotoğrafına baktım uzun uzun...
Zeynep Kuray kim?
Birgün gazetesi muhabiri...
Tiyatro oyuncusu, yönetmeni, Cumhuriyet yazarı Ayşe Emel Mesci’yle Sarp Kuray’ın kızı.
Hem Emel hem de Sarp, 68 kuşağından benim gibi...
12 Mart döneminin Deniz Teğmeni Sarp, Ankara’da cezasını çekiyor.
Ne denli adalette eşitlik ilkesi varsa çiğnenerek!
***
Ayşe, dün telefonla aradı beni ve serzenişte bulundu...
Yerden göğe kadar haklıydı...
Zeynep’in fotoğrafına uzun uzun bakarken Ayşe ve Sarp’ın 12 Mart günlerini düşündüm.
Öğle güneşinin ve tutkunun yarattığı koyu renkli bir gölgelikte Selimiye Kışlası geldi aklıma.
Ayşe’nin ve Sarp’ın dik duruşu.
Bu arada değişik fotoğraflar geliyordu gözlerimin önüne...
Mahir’ler, Deniz’ler, Saffet’ler, Yusuf’lar, Hüseyin’ler...
Savcı sorgu sırasında soruyor örgüt davasından gözaltına alınan genç gazetecilerden birine:
“Mahir Çayan’la ne görüştün!”
Mahir, Kızıldere katliamında öldürüleli 40 yıl olmuştu...
İnanılır gibi değil ama gerçekti...
Acı bir gülümsemeyle okumuştum haberi...
Fransa’da eğitim görmüştü Zeynep... Delişmen ve uçarıydı... Mesleğine çok tutkundu.
Eğer düzgünseniz, dürüstseniz bu meslekte bedel ödemeye hazır olacaksınız.
Hele şu içinden geçtiğimiz süreçte...
***
Sırada hangi gazeteciler olacak bundan sonra bekleyip göreceğiz...
Bu ülkede yaşananları sınıfsal temele oturtmak, vahşi kapitalizmin güler yüzü küreselleşmeye, emperyalizme karşı durmak, siyasal ve sosyal sorunlara emek-sermaye penceresinden bakmak suç öğesi sayılıyor artık.
İleri demokrasi bu oluyor sanırım!
Adı olan kendisi olmayan bir dizi terör örgütü anında yaratılır...
Genç meslektaşlarımın ellerinde kamera, fotoğraf makinesi ve teypten başka üzerlerinden silah olarak, çıksa çıksa tükenmez kalem çıkar.
O da silah sayılıyor ya, yeter de artar bile...
Üstelik onlar atak ve heyecanlı!
Zeynep ve diğer genç meslektaşlarımın fotoğraflarına bakıyorum, yazımı yazarken.
Hiçbirini yakından tanımıyorum ama ben onların bir terör örgütüyle bağlantılı olduğunu da hiç mi hiç sanmıyorum.
Gazeteciler olarak susmayalım...
Özgürlüğün sesi olalım!
***
Tutuklanan gazetecileri, ideolojileri ne olursa olsun savunmayı sürdüreceğim.
Çünkü emekten, demokrasiden ve özgürlüklerden yanayım...
Bir hükümet üyesinin şu sözleri inanın yüreğime mıh gibi saplandı:
“Onlar gazeteci değil terörist!”
Ortada iddianame yoktu; salt gözaltılar vardı...
Böyle bir düşünce Türkiye’yi nereye götürür?
Medyaya gelince...
Bir suskunluk ve tepkisizlik içinde olmalarını kaygıyla izliyorum.
Meslektaşlarının tutuklanmalarını güle oynaya izleyenleri gördükçe tiksiniyorum.
Hele “terör-press” diyenler yok mu, kahroluyorum...
Siz onların ideolojilerini, siyasal görüşlerini paylaşmayabilirsiniz, bu en doğal hakkınız...
Ancak zil takıp şakır şakır oynayamazsınız!
Ayıptır, ayıp!.. İnsan biraz olsun utanır, sıkılır...
Hikmet Çetinkaya
Cumhuriyet
Tags