Hoşgörüden kötülüğe, açılımdan şiddete!..


İnsan, yaşamın olağan devinimi içersinde iyi bir gözlemci olursa, beynindeki fotoğraf makinesiyle her manzarayı hilesiz, hurdasız ölümsüzleştirebilir... Ama tek koşul vardır; objektifiniz net görecek!.. Şu PKK meselesindeki sisli ortamda da fotoğraflar hep yanlış açıdan çekiliyor!.. İşte ortaya çıkan manzara:

Hükümetin PKK konusundaki zafiyeti, kimse sanmasın ki Habur rezaletiyle dışa vurdu. Adına “açılım” denilen senaryo uygulandığında da o zafiyet ne yazık ki sürüyordu!..

Çünkü PKK bir yandan karakol basarken, askerleri şehit ederken, devletin en stratejik kurumları hem Kandil Dağı’ndaki hem de Avrupa’daki PKK yöneticileriyle diyalog halindeydi...

Üstelik bu diyalog, son 5 yıldır “müzakere”lerin yoğunlaştığı Öcalan tarafından bizzat yönlendiriliyordu!.. Devlet, Öcalan’dan aldığı bilgileri PKK yöneticileriyle değerlendiriyor ve terörün yarattığı sorunda, çözümün rotasını belirlemeye çalışıyordu.

Bu sürecin perde gerisini görmek için MİT yetkililerinin PKK yöneticileriyle yaptığı görüşmelerin basına yansıyan notlarına bakmak yeterlidir...

İşte bu notlardan yansıyanlar şu gerçeği de gözlerimizin önüne getirdi; tarih yalnızca olaylar açısından değil tuhaf rastlantılar, çelişkiler ve hatalı saptamalar açısından da tekerrürün sınırlarını zorluyor!..

Roma’daki sokak!..

Abdullah Öcalan’ın 1976’da “Apocular” hareketini partileştirme amacıyla Ankara Dikmen’de yaptığı “ülkeye dönüş” toplantısında, güneydoğuya yönelme kararı alındı.

Öncü olarak Ordulu Haki Karer, okulunu son sınıfta terk ederek önce Batman’a, daha sonra da Gaziantep’e gitti. Karer buradaki faaliyetleri sırasında, biraz da Karadenizliliğinin dikkat çekmesi nedeniyle kısa sürede deşifre oldu!..

İddiaya göre, “Sterka Sor” (Kızıl Yıldız) adlı örgütün yöneticilerinden Alaattin Kapan’la olan randevusuna giderken 18 Mayıs 1977’de “tuzağa düşürülerek” öldürüldü. İşte bu cinayet, PKK’nın varlık gerekçelerinden biri haline getirildi!

“Apocular”, güneydoğuda büyük bir darbe yemişti... Ancak bu cinayetin ardından hedefte bu kez Abdullah Öcalan vardı! Öcalan’a, Ankara Türk-İş Blokları’nda kimliği belirsiz kişilerce düzenlenen suikast(!) girişimi başarısızlıkla sonuçlanınca, “Apocu” grup örgütlenmeyi en üst düzeye çıkarma kararı aldı.

Öcalan, 1977’nin sonbaharında Gaziantep’e giderek “parti”leşme çalışmalarına yöneldi. İleride şiddeti bir dayatma yöntemi olarak kullanacak olan örgütün kiraladığı hücre evi, ne ilginçtir ki Gaziantep’in Hoşgör Mahallesi’ndeydi!..

Parti programı işte o evde yazıldı ve tüm bölgeye dağıtıldı. Öcalan programı anlatmak için güneydoğuyu dolaşmaya başladı.

Öcalan’ın Gaziantep’ten sonra Diyarbakır’ın Fis Köyü’ne giderek 27 Kasım 1978’de PKK’yı kurması,12 Eylül öncesi Suriye’ye kaçması, 1984 yazında şiddet hareketlerine yönelmesi, uğradığı suikast girişimlerinden kurtulması ve Şam’dan alelacele çıkışına pek değinmeyeceğiz...

Suriye’den kaçtıktan sonra uçakla dolaşığı birçok ülkenin ardından İtalya’ya sığınan Öcalan, Roma’nın dışındaki Ostia kasabasında kimilerine göre “kötülük”, kimilerine göre ise “cehennem” anlamına gelen Via Male Sokağı’ndaki bir villada barındı!..

Gaziantep’in Hoşgör Mahallesi’nde temelleri atılan şiddet sarmalı, Roma’daki Kötülük Sokağı’nda son bulmuştu!..

İmralı’nın duvarları!..

Peki, AKP iktidarı döneminde başlatılan “açılım” süreci nerede bitecek?.. Her ne kadar devletin “açılım” politikası adı altındaki girişimleri sürerken şiddeti elinden bırakmayan bir örgütten söz etsek de aradaki çelişki her zaman kafaları bulandıracaktır!..

İşte geldik konumuza... Yani “hoşgörü”den başlayıp “kötülük”le sonlanan bir eylem sürecinin, “demokratikleşme” adı altında ulaşacağı asıl noktaya!..

Biliyorsunuz AKP, Habur sürecini yüzüne gözüne bulaştırdı... Kimilerinin “Kürt açılımı” da dediği bu süreç devam ederken, PKK saldırılarında 400’den fazla güvenlik görevlisi şehit olmuştu!.. İntihar saldırıları kentlerde kaos yaratmış, bombalı saldırılar çok can almıştı!

Dünkü gazetelerden öğreniyoruz ki süreç iyice tersine dönüyor!.. Daha düne kadar, “açılım” sürerken eylemlerini devam ettiren bir PKK vardı...

Şimdi ise PKK’ya en büyük darbelerin vurulduğu bir süreçte yeni bir Habur’dan söz eden AKP!..

Hükümet “7 maddelik yeni bir açılım projesi”ni gündeme getiriyormuş!.. Demokratik açılımın koordinatörü Beşir Atalay, “Habur’u şimdi de savunuyorum. Biz dağdaki insanı silahını bırakarak indirmek için en ileri adımlar attık. O çalışmaları yine yapacağız. Şiddet içermeyen her tür düşünce Türkiye’de serbest olacak” demiş!..

Hükümet, Kürt sorununun “güvenlik” sorunu olmadığı düşüncesinden yola çıkarak, Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu’nda “ağır, sert ve insan hakları ihlallerine neden olabilecek maddeleri” ayıklayacakmış!..

Dağdan iniş teşvik edilecekmiş, yargılama hızlandırılacak, TCK’nın 216. maddesinde yer alan “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçu yeniden düzenlenecekmiş.

Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. maddesindeki “terör örgütüne ait amblem ve işaretleri taşıyanlara” 10 yıl hapis öngören düzenleme de elden geçirilecekmiş!..

Yazının başında iyi fotoğraf çekmekten söz ederken aslında doğru teşhis ve tedaviye de değinmek istemiştim!..

Evet; güneydoğu’da şiddetin bitmesi, huzurun gelmesi, kardeşliğin pekiştirilmesi, insan hakları, demokratikleşme hepsi iyi hoş da PKK aslında ne istiyor acaba?..

Bu konuda hükümet iyi fotoğraf çekebiliyor mu acaba?.. Yani açılımın mimarları, PKK’nın aslında ne istediğini görebiliyor mu?..

Hiç sanmıyorum!.. Çünkü son 4 yılda tüm beklentilerini bir tarafa bırakıp her taşı, her kurşunu ve her bombayı aslında İmralı’nın duvarlarını yıkmak için kullanan bir örgüt var karşımızda!.. Bu yanıt yeter sanırım!..

Mehmet Faraç
Aydınlık

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)