Şu ‘üç çocuk’ meselesi ve diğer çocuklar!
Cumartesi, Mart 17, 2012
Olay yalnızca dün medyada yer alan “2 çocuklu annenin yoksulluk nedeniyle intiharı” değil.. Daha 2 gün önce intiharların da hızla arttığını yazmıştım, bunların çoğu (aralarında daha hayata yeni adım atan, bekar gençler var) işsizlik, borçlarını ödeyememe ve “açlık derecesinde yoksulluk” nedeniyle oluyor..
Özellikle de kadınlar, anneler en büyük sıkıntıyı yaşıyor.. Bazıları eşlerinden şiddet gördükleri, dayanılmaz ölçüde dayak yedikleri için boşanmış olmaları ve iş bulacak eğitime de sahip olmamaları nedeniyle “çöpten ekmek toplayarak” çocuklarını doyurmak zorunda kalıyor.. Bunları kaç gazete röportajında içimiz sızlayarak okuyoruz..
ACIDAN KURTULMAK İÇİN
Dün yine “intihar ederken çocuğuna ısınmaları için saç kurutma makinesini veren anne”yle ilgili haberi okurken aklımdan “bakamayacağı halde çocuk doğuran ve buna teşvik edilen” annelerin tümü geldi.. Kömür alacak, yemek malzemesi alacak, oturdukları evin kirasını ödeyecek paraları yok ama çocukları için bunları bulmak zorundalar.. Sonunda işte, çaresizlik, bu acıya daha fazla katlanamama duygusu onlara “kurtuluş”u ölümde aratıyor.
Bunları düşünürken baktım CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan da aynı konuyu dile getirmiş.. O da “Her aileye en az 3 çocuk” önerisinin (ki öneriden çok ısrar, baskı haline dönüştü) yanlışlığından söz ediyor.. Aslında herkesin bu noktada hemfikir olmasından başka bir yolun olmadığı bir sorundur bu.. Aynı öneriyi nüfusu az olduğu halde artmayan yani yavaş çoğalan, her çocuğunu kolayca doyurup eğitim sağlayabilen, yoksulu olmayan veya eğer varsa “devletin maaş bağlayarak doyurabildiği” ülkelerde yapabilirsiniz..
BORÇLA YAŞAM..
Ama Türkiye gibi “bunların tam aksi şatların geçerli olduğu ve çizilen pembe tablolarla gerçeğin birbirini tutmadığı, “cebini kolay dolduran mutlu azınlık” dışında kalan büyük kitlelerin geçim zorluğu yaşadığı, bankalara veya tefecilere gırtlağına kadar borçlanarak yaşamını sürdürdüğü bir ülkede yapmak ve devamlı tekrarlamak büyük bir yanlıştır.
İktidar partisinin ve Başbakan’ın bu konudaki eleştirilere kızmak yerine kulak vermesi ve vazgeçmesi doğru olandır. Aksi takdirde maalesef sık sık benzer haberleri duymak ve bu büyük acıları yaşamak zorunda kalacağız.
*****
Afganistan ve şehitlerimiz!
Daha önce üzerinde durduğumuz konulardan biri de bu.. “Türk askerlerinin Afganistan’a, ateşin içine gönderilmemesi gerektiğini” yazdık, söyledik. Dünyanın öbür ucundaki ülkelere ve “nerede büyük sorun ve can tehlikesi varsa oraya” askerlerimizin gönderilmesi de bir başka yanlış.. ABD kendi çıkarlarına göre ülkelerle top gibi oynuyor, işler sarpa sarana kadar birçok şeye göz yumuyor, planlarını uyguluyor, tarafları birbirine karşı kışkırtıyor. Hatta bunu yapmak için gerektiğinde başka ülkeleri piyon olarak kullanıyor. İçinden tek başına çıkamadığında ise dünyayı yardıma çağırıyor.
ABD’nin “çıkarı olmadığı takdirde tek adım atmayacağı” apaşikar ortadadır. Türkiye’nin “Füze Kalkanı” da dahil her ülkeler arası sorunda ve her tehlikede “ilk öne sürülenlerden biri” olması ise kabul edilir gibi değil, nitekim Suriye sorununda da “Türkiye’nin öne çıkması”nı teklif ettiğini hatırlayalım. Afganistan’da uçak kazasında 12 askerimizin şehit olmasında bu yanlış kararın etkisi olduğunu yadsımak zor..
Zaten PKK terörüyle binlerce askerimiz şehit olmuşken, zaten başımızda kendi büyük sorunlarımız varken bu kararlar kolayca verilmemelidir. Şehit askerlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı ve sabır dilemekten başka elden bir şey gelmiyor. Ama “sabır” da dile kolay, en büyük acıyı “hiç ilgileri olmayan bir ülke” nedeniyle yaşayacaklar!
Oradaki sorunun baş aktörü de ABD olduğuna göre; askerlerin tümünü kendisi gönderse olmaz mıydı, yeterli askeri mi yoktu? Bizim onlarca yıldır süren PKK sorunumuzda ne faydasını gördük ki!
*****
Diğer tutuklu gazeteciler terörist mi?
Nedim Şener ve Ahmet Şık önce “terörist” oldukları iddiasıyla tutuklu kaldılar, sonra birden “terörist olmadıklarına” karar verilerek bırakıldılar. Önce “kaçma ve delil karartma şüphesi” olduğu iddia edilirken sonra bunun da olmadığına karar verildi ki serbest kaldılar.
Bu durumda hep aynı soru geliyor benim aklıma, nitekim onlar da içerde aynı haksızlıkla tutulan diğer meslektaşlarını dillerinden düşürmüyorlar; Eğer Şener ile Şık kaçmayacaksa (ve kaçmadıklarına göre) Soner Yalçın, Müyesser Yıldız, Tuncay Özkan ve diğer gazeteciler neden israrla cezaevinde tutuluyorlar?
Orada “kimler kaçar, kimler kaçmaz” veya “kim delil karartır, kim karartmaz” diye bir test mi yapılıyor? Çocuk tecavüzünden tutuklu olan aylar önce “tutuksuz yargılanmak üzere” bırakılmışken, onun kaçmayacağına, delil karartmayacağına (aileyi ve çocuğu tehditlerle susturmayacağına) bile güvenilmişken bunlara neden güvenilmiyor?
Bu kadar çelişki de ancak Türk yargısına özgü bir durum olmalı herhalde!
Ruhat Mengi
Vatan
Tags