Medyanın döneği, görmez hasta ineği!..
Pazar, Mayıs 06, 2012
İnsan bazen ceylan da olsa, o zarif bedeni üzerine hükmeden ağırlığın zalim baskısından kaçamıyordu işte!..
Mahcubiyet kuyusuna düşmüş bir çaresiz gibi, çıkmak istiyordu yüzünü kara eden o utançtan ama kimse elini bile tutmak istemiyordu!..
Kaçamıyordu ovaları arşınlayan hazallar gibi, gizlenemiyordu kuytularda ürkek bedeniyle!..
Talihine küsüp başını törenin paslı kılıcına uzatmaktan başka bir çare gelmiyordu mağdurenin aklına!..
Tutuluyordu yakasından bir insafsız pençeyle ve ceylan gibi atılıyordu kan isteyen avcıların önüne!..
İşte o da; büyüdüğü o eve yöneldiğinde, isyanı dalından kopmuş bir yaprak gibi belirsizlikle gitti törenin kollarına!..
Biliyordu tarihin töre açısından da hep tekerrürden ibaret olduğunu ya, aile meclisinin toplandığı odaya bu yüzden boynunda ölüm fermanıyla girdi!..
Kimse ona bir şey sormadı!.. İnfaz bu ya, adı yargısız!.. Kurbana sormaya ne gerek vardı suçunu?..
Bir bozkırın ortasında son nefesinde ataklar yapan yavru bir ceylan gibi!.. Bir kayalıkta köşeye sıkışmak var ya, işte öyle olmuştu!..
Çaresizdi... Biliyordu ki, nereye kaçarsa kaçsın onu dörtnala takip edecek acımasız kurallar vardı!..
Kurbanların dansı!..
Doğu coğrafyasında, ölüm bir Arap atının yelesinde, masum bir canlının peşindeyse, acı son kaçınılmaz değil miydi?..
Kadere boyun eğmek, ölüme razı olmaktı insanı esir alan yasaların çıkmazı!..
O günahsız kadın, tetikçisinin gözlerine kilitledi bakışlarını ve onu bir yandan insafa çağırdı bir yandan can kardeşliğine!..
Ne çare?.. Heyhat ki ne çare?.. Merhamet kör bir kuyuya atılmıştı, başında ise geleneklerin köhnemiş mumyaları vardı!..
O çocuk, hep pantolonunu ütülediği o garip kardeşi var ya; yüzüne bakamadı o mağrur ablasının!..
Başını eğdi kurbanı olduğu yasaya ve öfkeyle ona boyun eğdirenlere!..
Ne diyordu törenin kara kitabı; tetikçi de mağdur gibi kurbandır aslında!..
Efsaneleri kucaklayan bir Şark halısının üzerinde, kurbanların pejmürde dansı vardı artık!..
Kurt önünde diz çökmek!..
Sessizliğin öfkeye kelepçe vurduğu Hatay’daki o yoksul evde, tavandan sarkan tek lambanın ışığı sönseydi de, kimse görmeseydi az sonra yaşanacakları!..
İşte o ikinci kurban, yani çocuk 17 yaşındaydı daha... Gazeteler adını E.H., diye rumuzlamışlardı!.. Törenin gizemi içinde, gözüne bant çekilen bir garip tetikçi olacaktı o!..
Aile meclisinin öfkeli başı, diz çöktürdü garip kadını odanın tam ortasında...
Kurtların ortasında; son havliyle ölüme direnen çaresiz, kimsesiz ve güçsüz bir ceylan gibi!..
Titredi ya allı yeşilli elbisesinde bedeni... dalında rüzgarla vals yapan gül yaprağı misali!..
O küçücük anda, ölüme saniyeler kala zalim korkuları ceylanı Urfa’ya götürdü... Babasının “Hazal...” diye sevdiği günlere gitti, annesinin peşinden koşturduğu yoksul anlara!..
O da, geleneklerin dövmeli ellerine değil, törenin kırmızı kefenine doğmuştu Doğulu her kız gibi!..
Aşiretçiliğin antika bıçağı kesmişti göbek bağını ve yüzüne töreyi tetikleyen ahlaki dualar okunmuştu!..
Sonra o küçük tetikçi, kasvetli odanın talimata dönüşen baskısını hissedir hissetmez, kapkara namluyu ablasına doğrulttu...
Dizleri üzerine çöken genç kız başını öne eğdi, kaderi de saçları gibi göğsüne düştü!..
Az sonra kan bulaşacaktı ter damlalarına ve can düşecekti feodalitenin kirli haritasına!..
Mırra tadında öfke!..
Bu yürek yakan sahne, Mezopotamya’nın uçsuz bucaksız topraklarında, tarihin en eski çağlarından itibaren sergilenen kara bir oyunun yeni bir versiyonundan başka bir şey değildi!..
İki el kurşun sesi duyuldu betondan çınlayan ve figan eyledi kan, genç kızın göğsünden!..
Ölümün kasveti törenin mırrası gibi acı bir tad bıraktı cinayete yol gösteren genizde!..
Babası, Ceylan’ın sırtüstü düştüğünü görünce, töre infazına tanıklık edenler dışarı çıkarıldı...
Kızının yüzüne bir saniye bile bakmadı baba, arkasını döndü, dışarı çıktı ve köhneliğin tahta kapısını sertçe kapattı...
O baba artık ölümün eşiğinde, Azrail bekçiliğinin yeni bir taşeronuydu!..
Ne kendisi girdi içeri ne de başkasını aldı odaya...
Bakmadı en küçük insafıyla kapı aralığından, yalnızca emin olmak istedi bir ceylanın ölümünden!..
Bekledi... bekledi... bekledi... Bir çocuk annesi Ceylan’ın kanı beton zemini neredeyse tamamen kaplayınca; ölümün cana hak olduğunu anlayınca faili belli o cinayeti polise duyurdu!
Klasik bir teferruat!..
Urfa’dan Hatay’ın Dörtyol ilçesine göç eden bir ailenin, sırtlarında taşıdığı töre, acımasız bir infaza daha imza atmıştı...
Amcaoğlu yerine sevdiğiyle evlenen, ancak işsiz kocasının evi terk etmesi nedeniyle çaresiz kalan Urfalı Ceylan Soysal, tanıdık bir kaderin son kurbanlarından biri oldu...
Adana’ya kaçmak yerine, Dörtyol’da kadın sığınma evine gitseydi kurtulur muydu acaba Ceylan?..
Bunlar artık teferruattı bir Doğu kadını için!.. Amcası gidip Adana otogarında bulmuş, zorla getirip ailesine teslim etmiş; töre meclisi ise gereğini hızlıca yapmıştı!..
Klasik bir töre cinayetiydi bu; evden kaçan bir kız, hınçla toplanan aile meclisi, seçilen küçük bir tetikçi ve insafsız bir infaz!..
Ceylan Soysal’ın babası, kardeşi, amcası ve kuzenlerinin de aralarında bulunduğu 6 kişi tutuklandı!..
Geriye babasının işsizlik bunalımı nedeniyle terk edip gittiği küçük bir çocuk ve artık klasikleşmiş bir Doğu hikayesi kaldı...
OKURLARA NOT: 23 Temmuz 2011 günü bu köşede okuduğunuz yukarıdaki öyküyle ilgili mahkeme 30 Nisan 2012 günü Hatay’da yapıldı. Mahkemede, cinayeti Ceylan’ın kardeşi E.H. değil genç kızın amcası Ramazan Hicri’nin (26) işlediği ortaya çıktı. Ramazan Hicri, Ceylan’la odada konuştuklarını belirterek, “Yaptığı yanlışları bir daha yapmamasını söyledim. Ters konuşunca sinirlendim. 3 el ateş ederek yaraladım. Tabancayı da yaşı küçük olduğu için E.H.’ye verdim” dedi. Olayın görgü tanıklarından M.N.H. de pencereden içeri baktığında ablası Ceylan’ı çırpınır halde gördüğünü belirterek, “Evin kapısını kilitleyen babama ‘Baba ablam ölmedi yaşıyor’ dedim. Babam sesini çıkarmadı, kapıyı kilitledi” dedi. Mahkeme heyeti, suçu üstlenmeye kalkışan Ceylan’ın kardeşi E.H ile amcası Halil ve akrabaları Ali Güneş’i tahliye etti.
Mehmet Faraç
Aydınlık
Tags