Daha da gitme Anıt Kabire
Perşembe, Kasım 15, 2012
Başbakan Erdoğan, muhalefetin ikili söylemleri karşısında;
“Dürüst ol, dürüst” der. Gerçekten insan dürüst ise inandığı gibi yaşamalıdır, inandığı kişinin peşinden gitmelidir.
Sevdiği, saydığı, kendisine önder olarak kabul ettiği kişinin kabrine gidip saygı duruşunda bulunmalı ve içinden gelerek, yürekten Fatihasını okumalıdır. İnanmadığı, saygı duymadığı birinin kabrine gidip, orada sap gibi durmanın dürüstlükle alakası yoktur.
Başbakan Erdoğan bugüne kadar Anıtkabire yani Atatürk’ün huzuruna istemeyerek çıkıyordu. Aslanlı Yoldan itibaren kortej ileri giderken, Başbakan Erdoğan’ın ayakları geri-geri gidiyordu!
Tam bir ızdıraptı bu zoraki gidişler.
Erdoğan ilk defa kendisine yakışını yapıp, başkalarına verdiği öğüdün “yarısını” tutmaya karar verdi.
Açıkça, delikanlıca “Ben sevmediğim adamın kabrine gitmem, gidip de orada sap gibi durmam” diyemedi ama programında yokken, kendisini Brunei Sultanına davet ettirdi ve 10 Kasım’da Atatürk’ü anma törenlerine katılmadı.
Başbakan Erdoğan, gazetecilerin; “10 Kasım törenlerine niçin katılmadınız” diye sorması üzerine; “Anayasal suç mu, yasal suç mu?” diye dürüstçe cevap verdi. Suç mu değil mi, ona yazının sonunda beraberce bakarız.
Ahmedinecad Türkiye’ye geldiğinde, Ankara’ya inse protokol gereği Anıt Kabir’i ziyaret etmesi şart.
Bizim bademler, derhal toplantıları İstanbul’a alırlar. Ahmedinecad, böylelikle Anıt Kabir ziyaretinden yırtar.
Peki, bizimkiler İran’a gidince Humeyni’nin kabrini ziyaret
ediyorlar mı? Üff, hem de koşa-koşa!
Suudi Kralı Türkiye’ye ziyarete gelince, Anıt Kabir’i ziyaret ediyor mu?
Ne gezer, entarisi ayaklarına dolanır, nefesi kesilir Anıt Kabir’e çıkamaz Vahabi Kralı.
Ama bizim bademler sanki Türkiye’yi temsil etmiyorlarmış da,
Suudi Kralın yanında çalışıyorlarmış gibi, Kral Ankara’ya geldiğinde koşar adım Kralın otel odasına gittiler ve Türkiye’nin itibarını otel odasında yere serdiler.
Başbakan Erdoğan, başkalarına verdiği “Dürüst ol, dürüst” öğüdünü öncelikle kendisi tutmalı ve ilk “Ulusa Sesleniş” programında,
Türk Milletine şunları söylemelidir;
“Ey Türkiyeliler Milleti, lütfen beni zora sokmayın. Ben, Mustafa Kemal’i sevmiyorum. Sevmediğim ve fikirlerine karşı olduğum halde, niçin Anıt Kabir’e çıkıp, hem kendimi hem de sizleri aldatayım.
İkili oynamak erkekliğe sığar mı? Beni, dillere düşürüp, madara ettirmek var mı?
Ben, Said-i Kürdi’yi- Şeyh Said’i- Derviş Memed’i- Ebussuud Efendiyi-Gülbettin Hikmetyar’ı seviyorum. Ben onlara gideceğim.
Sağ olanların dizinin dibine oturup, ellerini öpeceğim. Ölenlerin kabirlerine gidip dua edeceğim. Bundan böyle Anıt Kabir’e gitmek yok. Bunu böyle bilin. Daha da gitmem Anıt Kabir’e.”
Yalandan, oy uğruna Atatürk’ü sever görünmek ve böylece Türkleri aldatmak doğruluk değildir.
Gelelim, Devlet Adamlarının 10 Kasım’da Anıt Kabir’e gitmemelerinin suç olup olmadığına;
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin binlerce yıllık devlet geleneğini, Cumhuriyetimizi Atatürk ve silah arkadaşlarının savaşarak kurduklarını, inancımızla-milliyetimizle- öz benliğimizle özgürce yaşamamızın kaynağının Atatürk olduğunu, aldığımız İslam ve aile terbiyesini bir kenara bırakalım;
Büyüklere ve ölmüşlerimize gösterilmesi gereken saygının gereği bu yapılan, suç olmasa bile çok büyük bir “AYIP” tır.
Atatürk’ü sevmeyebilirsiniz, üstelik “Ne Mutlu Türküm Diyene” deyişini ilkellik olarak kabul edebilirsiniz.
Bağımsızlığımızın simgesi Atatürk’ü beğenmediğiniz halde, onun yarattığı özgürlük ortamından yararlanarak, Türkiye’yi bölme çalışmalarına destek verenlerle birlikte olamazsınız.
Atatürk’ün yokluklar içinde Türk Milletine kazandırdığı eserleri,
üç-otuz paraya satamazsınız.
Hem ondan para alıp, hem de kendisini var eden babaya arkasından hakaret eden “Hayırsız Evlat” gibi davranırsanız, Türk Milleti ve tarih sizi asla affetmez.
Ne demiş Hz. Mevlana; “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.”
Dürüst ol dürüst. Delikanlı ol da, bir daha Anıt Kabir’e gitme.