Ülkede yüz kızartıcı olaylar yaşanıyor
Pazartesi, Mayıs 14, 2012
SEVGİLİ okuyucularım, geçmiş yıllarda biz gazeteciler açısından değişik bir olay vardı. Yazılarımızda bir hata olduğu takdirde, ilgili kişi veya kurumdan mutlaka açıklama gelirdi.
Bir soru sorduğumuzda, mutlaka demiyorum ama çoğu zaman ilgililer yanıt verirdi. Bunların döneminde her şey gibi bu gelenek de altüst edildi.
Tahmin ediyorum, bunlar kamuoyu duyarsızlaşsın diye çok üst düzeyde bir karar aldılar:
“Bu herifler ne yazarsa yazsın, yanıt vermeyin. Bunları adam yerine koymadığımızı, iplemediğimizi bu yolla göstereceğiz. İstediklerini sorsunlar, hiç umursamayın…”
Dolayısıyla, sorduğumuz hiçbir soruya yanıt gelmiyor.
Bunun bir tek istisnası var:
“Eğer yanıt vermek işlerine geliyorsa, o zaman veriyorlar!”
Oysa ben bir gazeteci olarak sorularımı kendi adıma değil, toplum adına soruyorum. Dolayısıyla, bana yanıt veremeyenler, aslında milleti adam yerine koymayanlar. Bugün ellerinde istediği kadar siyasi güç olsun. Bu sorular onlara her zaman sorulacak ve günü geldiğinde konuşmak, anlatmak, kendilerini savunmak zorunda kalacaklar .
***
Bunları niçin yazıyorum? 28 Ocak 2012 günkü yazımda, hepimiz için acı olan bir konuyu gündeme getirmiştim.
Bu konu uzun bir aradan sonra ilk kez yazılıyordu…
Çünkü kaçırma olayları sonrasında bu iş unutulup gitmiş, tamamen karanlığa gömülmüştü. Şimdi de öyle.
PKK’nın elinde şu anda beş esirimiz var. Onları yol keserek, farklı yer ve zamanlarda, geçtiğimiz yaz aylarında kaçırdılar.
Lice’de görevli astsubay Abdullah Söpçeler.
Muş valiliğinde staj yapmakta olan kaymakam adayı Kenan Erenoğlu.
Van’ın Çatak ilçesinde görevli polisimiz Nadir Özgen.
Lice’de görevli uzman çavuş Zihni Koç.
Şırnak’ta görevli uzman çavuş Kemal Ekinci.
Dört üniformalı, bir sivil, toplam beş esir!
***
Yetkililer bunların ailelerine ne dedi bilir misiniz! “Sakın bu konuda ağzınızı açıp konuşmayın, soranlara bilgi vermeyin. Yoksa siz zararlı çıkarsınız.”
O acılı insanları böyle korkutmaktan, tehdit etmekten de utanmıyorlardı.
Çünkü konuşurlarsa konu gündeme gelir, hükümet zor durumda kalırdı.
Şimdi hiçbiri ağzını açamıyor. Aynı yazımda şunları da söyledim:
“Sadece teröre karşı değil, her konuda afra tafra yapan bir hükümet düşünün! Bu ülkenin bir kaymakamı, üç askeri ve bir polisi kaçırılmış durumda…Ve hükümetten tık yok.”
Peki ne oldu bu insanlarımıza? Başlarına neler geldi?
Bu konuda birkaç olasılık var:
1- PKK bunları kaçırdıktan sonra öldürdü.
2- Bunları elinde pazarlık kozu olarak tutuyor.
3- Hükümetle bu konuda görüşme yapıyor.
4- Hükümet dünyadan habersiz, ne olduğunu bilmiyor. Esirlerimizden haber alamıyor ve onları unuttu! Her koyun kendi bacağından asılır sözü uyarınca esirlerimizi kaderlerine terk etmiş durumda.
***
Bana en çok koyan nedir bilir misiniz? İktidarın, muhalefet partilerinin ve kamuoyunun bu konudaki duyarsızlığı. İktidar köşeye sinmiş, bu konuda ağzını bile açamıyor.
Muhalefet partileri ise iktidarı böylesine yıpratacak bir olayı ülke gündemine taşımayı akıl edemiyor.
Oysa iktidarı köşeye sıkıştıracak bir konudur.
Devletin beş görevlisi terör örgütü tarafından esir alınmış, hükümet sorulara adam gibi yanıt veremiyor, muhalefet işin üzerine gidemiyor ve Türkiye işte böyle yönetiliyor!
Türkiye’de yüz kızartıcı olaylar yaşıyoruz.
Güneydoğu’da görevli değerli asker, polis ve sivil kamu görevlilerimiz…Sakın ola ki PKK’nın eline esir düşmeyin. Aksi takdirde hükümet ve herkes tarafından unutulacaksınız. Hem sizler ve hem de aileleriniz çile çekecek, maaşlarınız bile kesilecek ama hiç kimsenin umurunda olmayacak.
***
HOŞGELDİN ARAMIZA…
Burada 28 Ekim 2011 tarihli yazımın başlığı “Uğur Dündar’ı Bekliyoruz” idi. O yazım aynen şöyle idi:
“Uğur Dündar benim arkadaşım, değerli dostum. Türkiye’de özellikle televizyon yayıncılığının tartışmasız bir numaralı ismi. Zaman zaman birbirimizi arayıp dertleşiriz, zaman zaman da birbirimizi telefonda işletiriz! Karşılıklı öyle işletmeler yaşadık ki, bazılarını ben kitaplarımda anlatmak zorunda kaldım, bazılarını da Uğur kitabında anlattı. Ancak bu olayda bir kalleşliği (!) vardır, beni başkalarına aratıp tanımadığım seslere işlettirir.
Türkiye’de medya yozlaştı ve AKP’nin güdümüne girdi. Baş eğmeyi kabul etmeyenler aforoz edilip kovuldu.
Ben, Necati Doğru, Bekir Coşkun ve daha başka arkadaşlarımız, para babası medya patronları tarafından aforoz edilen gazetecileriz.
***
Birkaç yıl önce idi, o zamanki patronumuz Aydın Doğan, Uğur’la beni eşlerimizle birlikte Bodrum’daki tatil köyüne çağırdı ve orada ikimize aynen şu sözleri söyledi:
“Beyler, sizin yüzünüzden çok sıkıntılar yaşadım ben. Tansu Çiller döneminde gazetelerimde bir otomobil kampanyası başlatıyordum. Bu kampanyadan 500 milyon dolar para kazanacaktım. Bana adam gönderdiler ve sizin ikinizi kovmak değil de, susturursam, kampanya için Bakanlıktan izin verileceğini söylediler. Ben bunu kabul etmedim. Sizin yüzünüzden 500 milyon dolar kaybettim.”
Bu olayı hiç bilmiyorduk ve şaşırmıştık. Kendi aramızda “Helal olsun Aydın Doğan, yürekli adammış” dedik. Ama o Aydın Doğan, bu iktidar döneminde 180 derece döndü. Korktu, ürktü ve yandaşlar saflarındaki onurlu (!) yerini almayı başardı. Beni 500 milyon dolar için kovmayı değil susturmayı bile reddeden patron, sonra daha büyük çıkarları ve korkuları nedeniyle kovmak zorunda kaldı!
***
Uğur Dündar, Aydın Doğan’ın Star televizyonunda yürekli, dürüst yayınlarıyla takdir topluyordu. Birkaç hafta önce Star’ı işadamı, yandaş NTV’nin sahibi Ferit Şahenk satın alınca Uğur tavrını koydu: “Ben bunlarla çalışmam” dedi ve ayrıldı.
Bunlar olurken Uğur’u aramadım. Böyle kargaşa dolu telaşlı günlerde aramanın anlamı yoktur. Kendi kendime diyordum ki “Uğur herhalde Aydın Doğan grubunda kalır, onun CNN-Kürt, Kanal-D gibi televizyonlarının birinde görevini sürdürür.”
Ama olmadı!..Aydın Doğan, Uğur Dündar’ı da istemedi. Kendi açısından haklıydı (!) çünkü Tayipgillerden, Uğur yüzünden epeyce azar işitmişti.
Ona verecek bir koltuğu olmadığını söyledi ve feda etti.
Böylece Doğan grubundan bir yıldız daha kaydırılmış oldu. Uğur yine aynı grubun Radyo-D isimli radyosunda her sabah yayın yapardı. Para almadan yaptığı bu yayınları da dün sabah kendi özgür iradesiyle sonlandırıp Doğan grubuyla ilişkisini tümüyle bitirdi .
Ben isterim ki, Uğur Dündar şimdi yeni bir kitap yazsın, yaşadığı baskıları
anlatsın.
***
Bizim gibi gazetecilere medyanın hemen her kesimi kapalı. Örneğin Sözcü olmasaydı, kovulduktan sonra bana sayfalarını açacak ikinci bir babayiğit gazete yoktu!
Uğur için de aynı şeyi söylüyorum ve burada onu Sözcü’ye davet ediyorum. Okuyucularımız da aynı şeyi istiyor.
Uğur’un yeri Sözcü’dür. Onu hepimiz istiyoruz. Bizler için artık para pul önemli değil. Önemli olan özgürce yazabilmek.
Hiçbir baskı görmeden yazılarını özgürce yazacağı, makaslamadan yayınlayacak tek yer burasıdır.
Belki henüz erken olabilir, belki bayram sonrasını beklemek gerekebilir ama Uğur Dündar’a hem kendi adıma, hem gazetemiz, hem de siz sevgili okuyucularım adına şimdiden “Hoşgeldin” demek istiyorum.”
***
Gördüğünüz gibi, benim “Hoşgeldin” sözü aradan tam altı buçuk ay geçtikten sonra gerçekleşti.
Uğur’la bir zamanlar aynı gazetede idik, sonra köprülerin altından çok sular geçti.
Medya patronları Tayyip korkusuna kapıldı. Bizim gibiler eğilmedik, bükülmedik, onurumuzu yitirmedik ama soluğu kapının dışında almak zorunda kaldık!
Şimdi bir düşünün ki, Uğur Dündar gibi televizyonculuğun ustası olan bir gazeteciye hiçbir medya patronu, hiçbir televizyon kanalının sahibi, korktuğu için iş veremiyor!
Ne ilginç, değil mi!
Türkiye’de bir komedi oynanıyor. Bu nasıl demokrasidir, nasıl basın özgürlüğüdür?
İyi ki Sözcü var.
Sevgili arkadaşım Uğur Dündar’a bir kez daha “Hoşgeldin” diyorum.
Emin Çölaşan
Sözcü
Tags