Huzurlu yaşıyor ‘muş gibi’ yapmak!


İşte döndüm.. Yok yok öyle “garip, beklenmedik” bir dönme değil benimki, o asla olmayacak.. Yazmaya döndüm sadece.. Doğrusunu isterseniz insan uzun süre her haberi izleyerek, en çözümsüzlerini yorumlayarak aylar geçirdikten sonra tatile çıkıp haberlerden, olup bitenlerden biraz uzaklaşınca “yeniden doğmuş gibi” oluyor.. Meğer hayat ne güzelmiş, havanın, güneşin, denizin tadını çıkarmak, canın istemiyorsa ilgilenmemek, “olanlar hiç olmuyormuş, insanların huzur bulduğu normal bir ülkede yaşıyormuşsun gibi” davranmak ne hoşmuş diyorsunuz..

Elbette aldatıcı ve uzun zaman dilimleri söz konusu olduğunda “bilinçli vatandaşlar”ın yapamayacağı bir durum bu ama kısa süre için harikaymış söyleyeyim..

KENDİLİĞİNDEN DÜŞEN UÇAK!

Sizden uzak kaldığım süre içinde aynı çemberin içinde döndü durdu Türkiye.. Yine şehit haberleri geldi, yine şehitlerin geride bıraktığı küçücük çocukları ağlattı ve bu haberler gazete ve TV’lerde “sıradan haber” gibi verildikten sonra yine unutuldu.. Suriye’de düşerek pilotlarının şehit olmasına neden olan ve anında Hükümet tarafından “kesin Suriye tarafından düşürüldü” açıklaması yapılan, Suriye’nin de bunu onayladığı uçak birdenbire “düşmemiş, düşürülmemiş ve dahi üzerinde bir iz bile bulunamamış” oluverdi.

Böylece “Türkiye’de zaten teröre bunca şehit verirken, kendi sorunumuzu çözmek yerine neden Suriye’de saf kapmaktayız, uçağımızın orada ne işi var, bizimle direkt ilgisi olmayan bir savaşın içine dalıp neden şehit veriyoruz” diyenler rahmetli Özal’ın deyişiyle “kıç üstü oturdular”..

TÜRKİYE SUÇLANIYOR

Daha sonra Şam’da Esad’ın 4 kurmayını öldüren bombanın İsrail tarafından yerleştirildiği iddia edilse de Türkiye başından beri Esad muhaliflerine açık destek verdiği için onların yanında “suçlanan ülkeler” arasında yer aldı. Şam’daki bombayla aynı gün Bulgaristan’ın Burgaz kentinde bir otobüste intihar saldırısıyla patlatılan bomba ise 5 İsrailli turist ile bir Türk şoförün ölümüne neden oldu..

PKK İYİCE GÜÇLENİRSE..

Bu tablo “bundan sonra terörün ne yöne kayacağı, kaydırılacağı” konusunda yeterince endişe vericidir zaten ama bu arada “Türkiye’nin desteklediği muhaliflerin sıkıştırdığı Esad”ın Türkiye ve Irak sınırında kontrolü kaybetmesiyle Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgelerinin PKK’nın eline geçmesi bu endişeyi en azından “beşle çarpmak” anlamına gelir. “Suriye’deki savaşa müdahil olmak Türkiye için felaket olur. Kendi bölünmesini sağlar” diyen ABD’li yazarı, siyaset bilimcileri dinlemedik tam gaz devam ettik ve gelişmeler hiç de olumlu değil, Hükümet ise hiçbir sorun yok havasında başka konularla meşgul. Umalım da “bizi fena halde pişman edecek” olaylar yaşamadan bu süreç atlatılsın..

AB DEMOKRASİYİ NE SEVERMİŞ AMA..

Olaylara en tarafsız gözle baktığınızda yine bu süre içinde “3’üncü Yargı Paketi” ile ülkücü cinayet hükümlülerinin cezaları bitmeden serbest bırakılması sağlanırken kimseyi öldürmemiş, hiçbir şiddete başvurmamış, birilerinin “iddiaları” üzerine yıllardır mahkum hayatı yaşatılan gazeteci, bilim adamı, milletvekili siviller ile askerlerin, Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un tutukluluğundaki inanılmaz ısrar akıl alır gibi değil. Bırakılan ülkücülerden biri “Referandumda Evet diyen herkese teşekkür” etmiş, Evet diyenler de kendilerine bir “bravo” çekmişlerdir herhalde.. Bak yargının “tarafsız” olmasını nasıl sağladılar(!). Öyle ki Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ bile “yargının tarafsız olmadığını” itiraf ediyor.

Bu durum, yıllardır Türkiye’yi canı istediği zaman “demokrasi” masallarıyla baskı altına alan, Anayasa Mahkemesi’ne bile ağzına geleni söyleyen, raporlar dizen AB’nin oynadığı “üç maymunlar” rolünü de açıkça ortaya koyuyor. Referandumda da “kendi ülkelerinde izin vermedikleri” bir yargı operasyonunu açıkça dışarıdan destekledikleri için Türkiye’nin boğuştuğu yargı sorununun bir numaralı sorumlusudurlar. Ve arada bir okudukları gazeller dışında hiç de rahatsız değiller.

Bu nedenle raporlarında “yargının tarafsız olması” konusunda yazdıkları maddeler artık komedidir.

AİLE BOYU ŞİDDET

İsterdim ki güzel olayları yazayım başlarken.. Ama bütün bu sorunların yanında “birçok kişiyi yaralayan, cinayet işleyen adamın tahliye edildikten sonra da çocuklarının önünde karısını 50 yerinden bıçaklayarak öldürdüğü, 5 kişinin üniversite öğrencisi kızı kaçırıp tecavüz ettiği, boşanmak isteyen kadın polis memurunun komiser kocası tarafından meslektaşlarının önünde öldürüldüğü, kocasından-sevgilisinden ayrılmak isteyen kadınların vahşetle karşılaştığı, trenin kapılarını kontrolsüzce kapatarak akademisyen Ebru Gültekin’in ölümüne neden olanların ceza almadığı”, devletin vatandaşlarını koruyamadığı halde bir de üstüne “cinayet işleyenleri, tecavüzcüleri serbest bırakarak yeni cinayet ve tecavüzlere zemin hazırladığı” ülkede nasıl mümkün olacak ki bu?

Adeta “koyver gitsin, ne olacaksa olsun” anlayışıyla yuvarlanıp gidiyoruz, bakalım nereye kadar?

*****


CHP’de damga dönemi!

Kurultaydan yeniden genel başkan olarak çıkan Kemal Kılıçdaroğlu’nu kutlarım, partisinde kaos yaratmaya hevesli bunca isim varken, bu kadar sık yapılan kurultaylarda hep aynı başarıyı göstermek küçümsenmeyecek bir güçtür. Ama.. Epeyce “ama” var..

Her ne kadar partiye alınan veya alınmayan isimlere bakarak “o parti neden kazanır, bu parti neden kaybeder” tahminleri yazma merakında değilsem de birçok köşede yazılanların aksine Kılıçdaroğlu’nun aynen bundan önce birçok başka liderde görüldüğü gibi “öne çıkan veya çıkma ihtimali olan isimlere alerji duyduğu” gibi bir tablo yaratıldığını düşünmüyor değilim.

Evet CHP’de Baykal ve ekibinin engellemeleri önlenmeliydi, her fırsatta karışıklık yaratanlar etkisiz hale getirilmeliydi ama bu “ikinci adam olmayacak” projesinin pek ustaca yapıldığını hissetmiyorum ben.. PM’ye alınmayan bazı isimler ciddi soru işareti doğuruyor. Mesela; Atilla Kart Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığından önce ona en yakın isimlerden biriydi, iyi bir konuşmacı ve dikkatli, iyi bir hukukçu da olmasına rağmen bence onun tarafından hep dışlandı. Gürsel Tekin PM’ye girmesine rağmen en alt sıralara konması neden gerekliydi belli değil.. Bir rahatsızlık olduysa bile Tekin CHP için “geriye çekilen, etkisiz hale getirilen” bir isim olmamalıydı.. Deneyimli bir siyasetçi olmasına rağmen Ercan Karakaş yıllardır parti yönetimine neden giremiyor bir başka soru işareti. Süheyl Batum’un PM’ye alınmama sebebi nedir, Kılıçdaroğlu neden onu kısa sürede geri plana çekti bu da anlaşılmaz.. Türk Kadınlar Birliği Başkanı Sema Kendirci ülkede uzun yıllardır kadın sorunlarına en hakim sivil toplumculardan biri olmasına rağmen neden bu kez PM’ye girmedi?

Kendirci bu soruma “istenen isimlerin davet edildiği, kendisine davet gelmediği için adaylığını koymadığı” cevabını verdi. Bırakın herşeyi bir yana bu ülkede en önemli ve halledilemeyen sorunların başında “kadın ve çocuklara karşı şiddet” geliyor. Acaba CHP Kendirci gibi isimleri takdir etmezse yerlerini kimle dolduracak, bari bunu cevaplasınlar.

Kemal Kılıçdaroğlu “partiye henüz damgasını vuramadığını ama sonunda bunu başaracağını” söylüyor. Bence damga vurmak için “iyi adamların arkasında durmak, onları hemen afiyetle yememek, pasifize etmemek” de gerekir, bunu pek ala yapanlar (hatta en imkansız durumlarda bile geri adım atmayanlar) var, örneklere bakmalı! Köşelerde yazılanlarla, “işte nihayet birinci adam oldu, ustalaştı” yorumlarıyla gaza gelmek (ve gaza getirmek) kolaydır, hatırlatmış olayım!

*****


Simge Büyükedes!

Tatilde yazı yazıp, giriş kısmını telefonda okumak durumunda kalınca ertesi gün şaşırabiliyor insan.. Bodrum Turgutreis Marina’daki Jose Carreras konserinde onunla birlikte sahne alan ve gurur duyulacak bir başarı gösteren soprano Simge Büyükedes’in ve yine son derece başarılı orkestra şefi David Gimenez’in isimlerinde hata olmuş. Özürlerimin kabulünü rica ediyorum efendim!!

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)