Türkiye’nin sığınmacı sicili ve Suriyeli muhalifler
Pazartesi, Temmuz 23, 2012
Türkiye’de kalan Suriye yurttaşlarına belli bir ücret ödenmesinin gündemde olduğu öğrenildi. Öte yandan on binlerce Suriyeli muhalifi rahat koşullarda barındıran Türkiye’nin diğer ülkelerden gelen göçmenlere ve Van depremzedelerinin barınma sorununa ilişkin sicili ise oldukça karanlık.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli, Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesindeki çadır kentte kalan Suriyelileri ziyaret etti. Şanlıurfa Valisi Celalettin Güvenç’in “Türkiye’de kalan Suriyelilere belli bir ücret ödenmesine ilişkin konunun gündemde olduğunu" söylediğini aktaran Gedikli, şöyle devam etti:
"Bu durumu Ankara'ya döndüğümüzde kararlaştıracağız. Tabi bu harçlık şeklinde düşünülen bir ödeme. Sayın Valimiz'in de hatırlatmasıyla Ankara'ya döndüğümüzde onun da bir değerlendirmesini yapacağız. Sayın Valimiz'in gündeme getirmiş olduğu bir konu, böyle bir konunun görüşüldüğünü de kendileri ifade ettiler. Gelen insanlar içinde eğitimli ve vasıflı insanlar olduğunu gördük.
Mesela inşaat mühendisleri vardı. Onları tabi geçici olmak kaydıyla belli işlerde değerlendirilmesi ve istihdamıyla ilgili bir çalışmanın da yürütüldüğünü ifade ettiler. Böyle bir şey de söz konusu olabilir. Onu da tabi değerlendirmesini ayrıca yaparız."
Türkiye’nin bu adımı sığınmacılara olan hassasiyetinden değil, Suriye’ye karşı yürütülen kirli savaşın bir parçası olarak atacağı kesin. Zira AKP iktidarının ne başka ülkelerden sığınmacılara, ne de bizzat kendi topraklarında deprem gibi felaketler sonucu barınma sorunuyla karşı karşıya kalan insanlarına layık görmediği yaşam koşullarını, neredeyse tamamı Esad muhaliflerinden oluşan Suriyeli sığınmacılara tanıması önemli bir çelişki.
Türkiye’nin sığınmacı sicili ve Suriyeli muhalifler
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre Ocak 2012 itibariyle sığınmacı veya mülteci statüsünde 22 bin 640 kişi bulunuyor. Bunların yüzde 34’ü İran, yüzde yüzde 27’si, Irak yüzde 21’i Afganistan, yüzde 18’i ise diğer ülkelerden geliyor. Bu ülkelerden gelen göçmenler “sığınmacı” ya da “mülteci” statüsünde hayatlarını sürdürmeye çalışırken, sayısı 35 bini aştığı tahmin edilen Suriyeli sığınmacılar ise “geçici koruma”, yani bir anlamda “misafir” konumunda barındırılıyorlar. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun Şubat’ta kabul edilen raporuna göre bunun en önemli nedeni sığınan kişilerin sayıca çokluğu.
Afgan mültecilerin hali içler acısı
Ülkelerindeki ağır yaşam koşullarından kaçarak Türkiye’ye sığınan Afgan mültecilerin oluşturduğu Afgan Mülteci Grubu Koordinasyonu, geçtiğimiz ay multeci.net web sitesi aracılığıyla yayınladıkları bir mektupla Türkiye’de yaşadıkları sorunları dile getirdiler. Mektupta hatırlatıldığı gibi, UNHCR kurallarına göre, bir kişi mülteci veya sığınmacı olarak kabul edildiğinde mülteci örgütleri ve sığınılan ülke onlara yardımcı olmakla yükümlü. Buna rağmen Türkiye’deki şartların sığınmacılara ailelerinin hayatını kazanabilecek herhangi bir iş yapmasına izin vermediğini hatırlatan mektupta, Afgan sığınmacıların illegal olarak ağır işlerle uğraşmak zorunda kaldıkları, izinsiz çalıştıklarının tespit edilmesi halinde yüksek ücretler ödemeye zorlandıkları belirtiliyor.
Mektuba göre UNHCR’nin de herhangi bir yardım sağlamadığı sığınmacıların Türkiye hükümeti tarafından ekonomisi yeterince gelişmemiş ve uygun iş imkanları bulamayacakları yerlere yerleştiriliyor. Çok sayıda mülteci sanayisi az gelişmiş şehirlere yerleştirilerek ağır işlere çalışmaya zorlanıyor. Bu nedenle sığınmacılar yardım kurumlarına muhtaç bırakılıyor ve hayatlarını sürdürmek için dilenmeye zorlanıyorlar.
Mektup ayrıca Afgan mültecilerin karşı karşıya kaldıkları ayrımcılığa da dikkat çekiyor: "Dosyalarımızın BMMYK [UNHCR] tarafından hızlı değerlendirilmemesi sorunlarımızın büyümesine neden oluyor. Bu, mültecilerin hayatlarına telafisi imkansız zararlar veriyor. Afgan olmayan mülteciler 2 yıldan az bir sürede cevap alıp, üçüncü bir ülkeye gönderilirken, Afgan mülteciler 7 yıla kadar insani olmayan koşullarda BMMYK’dan cevap almayı beklemektedirler.”
Van’da insanlık trajedisi
Van’da 23 Ekim 2011 ve 9 Kasım 2011 tarihlerinde yaşanan iki ayrı depremde resmi rakamlara göre toplam 644 kişi hayatını kaybederken 4 binin üzerinde insan yaralanmış, 2 bin 262 bina da yıkılmıştı. Bölgenin afet bölgesi ilan edilmemesine yönelik eleştirilere "Buranın afet bölgesi ilan edilmesi ne demek biliyor musunuz? Bundan sonra burada ne imar yapabilirsiniz, ne iskan yapabilirsiniz, ne de mevcut bulunan evinize bir çivi çakabilirsiniz, demektir. Bunu biliyor musunuz? Ağzı olan konuşuyor" şeklinde yanıt vererek insan hayatından çok inşaat sektörünün rant hırsını önemsediğini ortaya koymuştu. Dahası, hükümet Van’da yaşanan depremin yarattığı yıkım sonrası oluşan tabloyu, “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı”nı gündeme getirip meclisten geçirmek için bir fırsat olarak kullanmıştı.
Van’da deprem sonrasında yaşanan en büyük sıkıntılardan biri ise çadır sorunuydu. Hatırlanacağı üzere Van’da depremin hemen ardından gelen dondurucu soğuklarla birlikte, depremzedelerin dayanıksız ve derme çatma çadırlarda soba yakarak ısınmak zorunda kalmaları nedeniyle çıkan 160’ın üzerinde yangında çoğunluğu çocuk olmak üzere 12 kişi hayatını kaybetmişti. Depremin 2. gününden itibaren Erciş’te ortaya çıkan gericiler yardım bekleyen halka depremin sebebinin “öğrencilerin kentte fuhuş yapması” olduğu yönünde propaganda yapmaya başlamışlardı.
Öte yandan aradan 1 ayın üzerinde zaman geçmesine rağmen Van’a kışlık çadır gönderilmezken, kış aylarında bile ortalama sıcaklıkların 8-12 derece civarında olduğu Hatay’da himaye edilen Suriyeli muhalifler için Kasım ayı içerisinde -20 dereceye kadar dayanıklı olduğu belirtilen çadırlar gönderilmiş, 1 gün içerisinde büyük bir çadır kent kurulmuştu. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun yukarıda bahsedilen raporunda Şubat ayı itibariyle çadır kentlerin koşulları şu şekilde anlatılıyordu:
“Çadırkentlerde yiyecek, sağlık, güvenlik, sosyal aktivite, eğlence, eğitim, ibadet, tercümanlık, temizlik hizmeti ve diğer ihtiyaçlar doğrultusunda çeşitli imkanlar sağlanmaktadır. (…) Sahra hastaneleri ve sağlık merkezleri ile sağlık hizmeti sunulmaktadır. Gerekli hallerde Hatay ilindeki veya diğer illerdeki hastanelere sevk yapılarak tedavileri sağlanmaktadır. Şimdiye kadar 90.000’e yakın muayene yapılmış; 180 ameliyat gerçekleştirilmiştir. (…) Birinci çadırkentte 15 derslik, ikinci Çadırkentte ise 10 derslikte 47 öğretmen ile 1030 öğrenciye eğitim ve öğretim verilmektedir. Her iki Çadırkente sağlık hizmetleri sunan 18 yataklı hastane bulunmakta olup hastanede 24 saat pratisyen hekim, mesai saatlerinde haftanın her günü dahiliye ve çocuk uzmanı, haftanın belirli günlerinde ise kadın doğum ve göz hastalıkları uzmanı görev yapmaktadır."
Van’da ise deprem sonrasında Aile Hekimliği sistemi çökmüş, kentin en büyük doğumevi hastanesi depremde yıkıldığı için tüm hizmetler nerdeyse tek bir hastanede, bölge hastanesinde toplanmış ve bu hastane de talepleri karşılamaktan oldukça uzak olduğu için hasta nakilleri uzunca bir süre çevre illere yapılmak zorunda kalınmıştı.
Deprem sonrasında Van’da Merkez ve Erciş ilçelerinde nüfusun tahmini yüzde 60’ı göç etmişti. Yüz binlerce depremzedenin göç ettikleri yerlerde yoksulluk, izolasyon, yerelde istenmeme ve asgari ihtiyaçlarının devletçe karşılanmaması nedeniyle önemli sorunlar yaşadığı biliniyor.
(soL – Haber Merkezi)
Tags