İlk yüz yazı


“Biz burada bir özel hastanede çalışan (daha doğrusu buraya sığınmak zorunda kalmış) bir grup doktoruz. Ortak özelliğimiz sizin okurunuz olmak. Hastane dışından da başka meslek gruplarından arkadaşlarımız var. Saat 11’e doğru birbirimizi arayıp o günkü yazınızın kritiğini yapıyoruz. Bizim için bir zevk haline geldi bu. Aramızda en az otuz yıllık okurlarınız var. Bazı konularda yaklaşımlarınızı (Nasıl bu kadar sert yazabiliyor! gibi…) bize açıklıyorlar. Genel olarak üzgün ve düş kırıklığı içindeyiz. İşte böyle. Okuyucu profilinizi merak ediyor olabileceğinizi düşündüm. [...]merkezde böyle küçük bir grubumuz var. Epeydir bunu yazmak istiyordum. Vesile oldu…”
Hürriyet yılları

Okuduğunuz yazı Aydınlık’ta yayınlanan yüzüncü yazım. Yukarda okuduğunuz okur iletisi böyle bir yazı yazmama vesile oldu.

Hürriyet gazetesinde 12 yıl yazdım. 12 yıl boyunca, başta Vakit (Akit) olmak üzere, Milli Gazete, Yeni Şafak, Zaman, Star, Sabah gibi sağcı, muhafazakar ve İslamcı gazetelerde aleyhimde yayınlanan yazılar 3-4 klasörü dolduruyor. Hakaret ve küfür dolu yazılar. Başta Vakit (Akit) olmak üzere, “İslam düşmanı”, “Yeminli imam-hatip düşmanı”, “Marksist ve komünist”, “Kemalist, laikçi ve jakoben” olduğum için onlarca kez hedef gösterildim. Ama “Yeni Mürteciler”, “Entelektüel Müflis İkinci Cumhuriyetçiler” gibi ortalığı velveleye vermedim; güvenlik kaygısıyla polise gitmedim, koruma istemedim. Ancak, yazılarımı sık sık iktibas eden Vakit (Akit) gazetesinden, sarakaya almak için, telif ücreti istedim.

Hürriyet gazetesinde yazdığım yıllar boyunca, her gün, dünyanın her tarafından küfürnameler ve ölüm tehditleri aldım. Gelen mesajların çoğu birkaç merkezden gönderiliyordu: Fethullahçılar, İslamcılar, Kürtçüler, hükümet yandaşları… Gazete yönetimine gönderilen şikayetnameleri, gazete yönetimine ve patron aileye iktidar tarafından yapılan baskıları hesaba katmıyorum…

Aydınlık’ta ilk 100 yazı

Evet, okumakta olduğunuz bu yazı benim Aydınlık’ta yayınlanan yüzüncü yazım. Aydınlık okurları, bir-iki istisnanın dışında bana saldırmıyor, küfretmiyor. Bu bir-iki istisnanın da gazetenin geleneksel okuru olduğunu sanmıyorum.

Hürriyet okurlarından, sık sık,övgü olarak “Benim düşündüklerimi yazmışsınız” gibilerinden ileti alırdım. Aslında övdükleri ben değil kendileriydi. Bir yazar, okurun düşündüklerini değil düşünmediklerini yazarsa işini iyi yapmış olur. Aydınlık okurlarının sakinliği beni etkiliyor, hoşuma gidiyor.

Anladığım kadarıyla: Aydınlık okurları Hürriyet okurları kadar internet kullanmıyorlar. İnternet kullanıcılarından bir okur aşağıdaki iletiyi gönderdi. Metni sizlerle paylaşmak istiyorum:

["Kendi Düşen Ağlamaz adlı makalenizi okuduktan sonra, önceki yıllarda Milli Şair Merhum Mehmet Akif Ersoy'un hayatını anlatan bir kitapta okuduğum bir pasajı anımsadım. Sizin de makalenizde özetlediğiniz gibi umursamazlıktan yakınan Milli Şair, 1913 yılının Şubat ayında Beyazıd Camisinde ikindi sonrası mimberden halka vaaz etmeye başlamış. Ve bu vaazlardan birinde, milletin umursamazlığı artık canına tak ettiğinde şu ifadeyi kullanmış: 'Cehennem kabul etse sizi şerefsizdir...' Sizi, 'sizin anlamanızı arzu ettiğiniz şekilde' anlayan okurlarınız olduğunu lütfen biliniz."]

Kahraman olmak

Yazımın başında iletisinden alıntı yaptığım okur ve arkadaşları, benim için, “Nasıl bu kadar sert yazabiliyor?” diye düşünüyorlarmış. Yazılarım değil, yazdığım gerçekler sert. 1980′lerin başından itibaren imam-hatip tehlikesini, sağcı ve İslamcı iktidarların laik okulları imam-hatiplere dönüştürme niyetlerini “Cumhriyet”e ihbar ettim. Türkiye Cumhuriyeti için bundan daha sert hangi gerçek var? İktidar bu yazılarımdan dolayı beni mahkemeye veremedi ama baskı yaparak gazeteden attırdı. Hürriyet gazetesine yayınlanan yazılarımdan dolayı mahkum olmayı bırakın bir kez bile yargı karşısına çıkmadım. Gazetenin Yönetim Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı, bunu öğrendiği zaman çok şaşırmıştı. Anlaşılan yazılarım yüzünden milyonlarca lira ceza, tazminat ödediğini sanıyordu.

“Kahraman Yazar”, “Fedai Yazar” kimliği ve konumu beni hiç ilgilendirmedi. Uzak durdum! Okurlardan, kalabalıklardan, konuşmalardan, konferanslardan, ortak hareketlerden, kitap imza günlerinden, çocukça bulduğum televizyon tartışma ve dalaşmalarından hep uzak durdum. Yazılarımın ve kitaplarımın asla önüne geçmedim, buna hiçbir zaman izin vermedim.

Hayal ettiğim okur

Edebiyatta da öyledir. Sanıldığının aksine, okur yazarı seçmez, yazar okurunu seçer. Benim seçtiğim okur öğrenme heveslisidir, meraklıdır. Yazılarımı kendisine destek yaparak daha uzaklara gider, benimle yetinmez kendisine başka yazarlar arar. Benim yazılarıma mahkum olamaz. Aydınlık okurlarının çoğunluğunun bu türden oluştuğunu tahmin ediyorum.

Bir başka okur şöyle yazıyor:

["Yazılarınızı büyük bir merakla ve çok şeyler öğrenerek okuyorum. Kimi zaman üzülüyorum, kimi zaman kızıyorum, kimi zaman kahroluyorum ama her seferinde hak veriyorum. Dünkü yazınızsa ("Kendi Düşen Ağlamaz") çok çarpıcıydı. Tümüyle size katıldığım, ama düşünmekten de son derece rahatsız olduğum gerçekleri dile getirmişsiniz. Sağolun. İstedim ki biz uyanığız ve buradayız. Sizin yanınızda..."]
Okurun her zaman bana hak vermesini istemem. Gerektiğinde yazılarıma karşı direnmeli ve onunla kavga etmelidir. “Mürit okur” beni son derece rahatsız eder. Çünkü hiç kimsenin müridi olmadım, kimsenin müridim olmasını istemem… Ve herkese tavsiye ederim!

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)