Randevu saatinde, 28 Ekim’de başlayan ve 25 Kasım’da kapanacak olan Demiryolu Sergisi’nin sürdüğü alt salondaydım...
Başbakan’ın, “Demir ağlarla falan örmüşler... Ne örmüşler, ördükleri bir şey yok! Asıl biz örüyoruz” sözleri üzerine, Cumhuriyet’in ilk yıllarında başlayan büyük demiryolu seferberliğini fotoğraflarla ve eşyalarla kanıtlayan bir sergi bu...
Yani, o sözlere kanlı-canlı ama bir o kadar da sessiz ve kibar bir yanıt...
Sonra üst katın merdivenlerinde gördüm onu... Gülümsedi ve tarihi köşkün alt katlarını gezdirmeye başladı... Annesinden, babasından, Ata’sından kalan her bir hatırayı tek tek anlattı, anlatırken gözündeki ışık bir başka parladı.
Atatürk’ün babasıyla ve Cumhuriyeti kuran dava arkadaşlarıyla neredeyse haftada iki gün buluşup yemek yediği, devrimlerin temelini attığı yemek salonuna geçtik birlikte... Masa sanki babası ve Atatürk her an için gelebilecekmiş gibi hazırdı. Tabaklar konulmuş, su bardakları, peçeteler, çatal bıçaklar özenle yerleştirilmişti. Bir kenarına iliştik.
“Bu masayı, sandalyeleri, büfeleri... Yani bu odaki eşyaların neredeyse hepsini Atatürk hediye etmiş babamlara... Çankaya Köşkü’nü İstanbul’da şubesi bulunan dönemin ünlü firması Maison Psalty’e döşetirken kendi mobilyalarının aynısından birer tane de bizim için sipariş etmiş... Babamın eşyaları teslim alırken imzaladığı irsaliyeler hâlâ duruyor...”
Özden Toker Mustafa Mutlu'ya anlattı
TARİHİ YEMEK MASASININ BAŞINDA...
Kimden mi söz ediyorum?
Atatürk’ün gerek İstiklal Savaşı’nda gerekse Cumhuriyet’i kurarken en güvendiği yol arkadaşı, o yılların “İkinci Adam”ı İsmet İnönü’nün kızı Özden Toker’den...
Özden Hanım, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarının ve devrimlerin hazırlanışının belki de günümüzde yaşayan tek tanığı...
Kendisini önceki akşamüzeri “ev” olarak da kullanmaya devam ettiği Pembe Köşk’te ziyaret ettim.
Saatlerce konuştuk...
Kimi zaman hüzünlendi, kimi zaman coşkusu gözlerinden fışkırdı.
Çok soru sordum; hepsini bıkmadan yanıtladı.
SUÇLAMALAR NE HİSSETTİRİYOR...
“Son yıllarda Başbakan ve arkadaşları babanız hakkında inanılmaz sözler söylemeye başladı. Bu suçlamaları o kadar ileri götürdüler ki; onları ‘diktatör’, ‘katliamcı’, ‘faşist’ olmakla bile suçladılar. Hiçbir şey yapmadıklarını ima ettiler. Başları her sıkıştığında, eski defterleri açtılar ve çoğunun doğru olmadığı kanıtlanan sözler söylediler...”
Bu sözlerimi bitirdikten sonra gözlerinin içine baktım ve devam ettim:
“İsmet İnönü’nün kızı olarak neler hissediyorsunuz?”
Derin bir nefes aldı Özden Hanım, sonra tane tane anlatmaya başladı:
“Ben babamla, Atatürk’le ve İstiklal Savaşı’nı kazanan, Cumhuriyet’i kuran tüm kahramanlarla ilgili bu suçlamaları ilk kez duymuyorum ki... Babamın önayak olmasıyla geçtiğimiz çok partili sistemin ilk günlerinden itibaren sürüyor bu karalama kampanyası... Yani hiçbiri yeni değil... Çok sesli cumhuriyeti ve demokrasiyi en çok savunan babamdı...
‘Demokrasi ve çok partili sistem, Cumhuriyet’in yaşamasının garantisidir’ derdi.
Arkadaşları, ‘Ama buna izin verirseniz önce sizi ısırmaya, yıpratmaya çalışacaklar’ dediğinde, ‘Elbette yapacaklar... Ama ben aileme ve kendi sinirlerime güvenirim’ diye cevap verirdi.
‘Benden sonra benim gibi sabırlısını bulamazsınız ve eğer bugün bunu başaramazsak o zaman çok partili sisteme geçmemize kimse izin vermez’ derdi.
Evet; bu kampanyalar bugün de sürüyor. Bugün Başbakan neler söylüyorsa, hepsi 70 yıl önce de söylendi. Babam bu suçlamaların hepsini tek tek yanıtladı, yanlışlıklarını kanıtladı.
Bunları hâlâ gündeme getirenler ya sağlıklı değil ya da o günleri çok iyi bilmeyen, o heyecanı yaşamamış ve üstelik merak edip de okumayan bugünkü nesilleri kandırmak istiyorlar...
Zaten en kötüsü de bu...
O gün babam hayattaydı; yaşananlar tazeydi, herkes ülkenin hangi koşullarında o uygulamaların yapıldığını biliyordu; bugün ise 2012’den bakıp ahkâm kesiliyor.
Bu suçlamaları yapanların da aslında söylediklerinin doğru olmadığını bildiklerine eminim... İşte o yüzden bu eleştireler karşısında ben de babam gibi aileme ve sinirlerime güveniyorum. Çünkü ben, o babanın kızıyım.”
Özden Hanım’ı dinlerken, karşımda gerçekten de çelik gibi sinirlere sahip, yurttaşlarına inanan aydın bir Türk kadınının oturduğunu hissediyorum...
Havayı dağıtmak için, masanın Atatürk’ün oturduğu başını gösterip, “Onu en son ne zaman görmüştünüz?” diye soruyorum...
ATATÜRK BUGÜN ÇIKIP GELSE...
1938’in başlarında gördüğünü söylüyor...
Atatürk’ün manevi kızı ve kendisinin çok yakın arkadaşı, birlikte büyüdükleri Ülkü Adatepe’nin doğum günüymüş... Küçük Özden, Çankaya’daki kutlamaya gitmiş. Babası o günlerde hükümetten çekilmiş... Yani Atatürk’le arasının biraz limoni olduğu günler...
“Atatürk beni görünce sevindi, uzun uzun babamı, annemi sordu... Evimizi özlediğini anlattı. Bahçedeki çam ağaçlarını bile sordu. Ondan sonra da görmedim” diyor...
“Peki, Atatürk 74 yıl aradan sonra bugün karşınıza çıksa ve yine şu masanın başına otursa, neler söylemek isterdiniz?” diyorum...
Hiç tereddüt etmeden yanıtlıyor:
“İleriyi, olabilecekleri ta o günlerde nasıl bu kadar isabetli gördün Paşam? İyi ki yaptıklarını yapmışsın... İyi ki, iyi ki, iyi ki varmışsın... Yoksa biz o karanlık günlerden nasıl çıkardık? Bugün senin için söylenen her şeye rağmen iyi ki o devrimleri hayata geçirmişsin...”
***
Atatürk’ü sevgi ve rahmetle andığımız bugünü, Özden Hanım’ın sözleriyle bitirmek istiyorum:
“İyi ki, iyi ki, iyi ki varmışsın Atam...”
*****
Zaman tünelini icat etmek isteyen çocuk...
Özden Toker, İnönü Vakfı’nın kurucusu ve Başkanı... Pembe Köşkü halkın ziyaretine açıyor ve gelen her ziyaretçiyle bizzat ilgileniyor...
(Bu arada özellikle bugün Atatürk’ü anmak için koşan milyonlara sesleniyorum: Lütfen bir saatinizi de Pembe Köşk için ayırın... Atatürk’ün, İnönü’nün ve Cumhuriyeti kuranların soluduğu havayı soluyun. Bu ziyareti ömrünüz boyunca unutamayacağınızı garanti ediyorum.)
Müzeyi dolaştırıp, onlara rehberlik ediyor...
Özellikle de öğrencilerin toplu ziyaretlerini çok seviyor...
Birkaç yıl önce yine bir okulun öğrencileri toplu halde ziyarete gelmiş... Özden Hanım, üçüncü sınıfa giden 8 yaşındaki sevimli bir oğlana, “Büyüyünce ne olmak istiyorsun” diye sormuş.
Çocuk düşünmeden, “Bilim adamı olacağım” demiş ve eklemiş:
“Kimsenin icat edemediği zaman makinesini ben icat edeceğim. Atatürk’ün yaşadığı günlere yolculuk edip, onu makineme bindirip bugüne getireceğim ve hastalığını tedavi edip iyileştireceğim. Böylece o hiç ölmeyecek...”
*****
GÜNÜN SORUSU
Zaman makinesini icat edip Atatürk’ü bugüne getirmek isteyen çocuk dediğini yaparsa...
Acaba bugün bizi yönetenlerin kaçı aynı makineye binip yüzlerce yıl öncesine kaçmak isterler?
Mustafa Mutlu
Vatan
Atatürk’le büyüyen kız çocuğu anlatıyor: İyi ki varmışsın Paşam!
Pazar, Kasım 11, 2012
Tags