Soner Yalçın soruyor: Ben neden tutuklu olarak yargılanıyorum?


Odatv davası kapsamında tutuklanan çok sayıda gazeteci, bilgisayarlarına gönderilen virüslerin taşıdığı dosyalar yüzünden aylarca tutuklu kaldı.

Doğan Yurdakul, eşini cezaevindeyken kaybetti; daha sonra sağlığını yitirdi.

Müyesser Yıldız, koca bir koğuşta aylarca tek başına tutuldu. Tam anlamıyla tecrit edildi.

Ahmet Şık’ın basılmamış kitabına bu dava yüzünden “yayın yasağı” konuldu.

Nedim Şener, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan, neyle suçlandıklarını bile anlayamadan genç yaşta cezaeviyle tanıştı.

Çok şükür ki hepsi artık serbest... Ama hepsinin aklı da kalbi de tutuklu!

Çünkü onlar tahliye edildiler ama kendileriyle aynı suçtan tutuklanan deneyimli gazeteci Soner Yalçın (nedendir bilinmez) salıverilmedi.

Tıpkı davanın diğer tutuklu sanıkları eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı ve Prof. Dr. Yalçın Küçük gibi...

Şimdi bütün gözler 16 Kasım’da yapılacak Odatv duruşmasına çevrildi.

Bu arada Soner Yalçın’dan bir mektup aldım. Yaşadıklarını ve duygularını kendi kaleminden okumanız için aynen yayınlıyorum:

***


“Ben Soner Yalçın...

Yirmi altı yıllık gazeteciyim. Yazarım; on iki kitap yazdım.

Ülkemin insanı; JİTEM’i, Yeşil’i, birçok faili meçhul cinayetin faillerini, devlet içindeki çeteleri bu kitaplardan öğrendi.

Gerçek, bizim ülkemizde hep tehlikelidir. Hakikati yazana hep eziyet edilir.

Ölüm tehditleri aldım, işsiz kaldım, korktum ama hep yazdım. iki yıldır da Silivri Cezaevi’ndeyim!

Teröristmişim!

Hayatım boyunca Gazeteciler Cemiyeti dışında hiçbir partiye, örgüte üye olmadım. Zaten kamuoyu beni gazeteci kimliğimle tanır, politik kimliğimle değil.

Evet, yıllardır, devlet içine yuvalanmış kontrgerillayı / Gladio’yu yazan ben; meğer ‘Ergenekon Terör Örgütü’nün üyesiymişim!

2009 yılından itibaren telefonlarım dinlenmiş, maillerim izlenmiş, teknik takipler yapılıp gittiğim ortamlar dinlenmiş, kameraya çekilmiş!

Yani hayatım didik didik edilmiş.

Fakat iddianamede tek delil; davanın esası, Odatv (ve tutuksuz sanıklar Müyesser Yıldız ile Barış Pehlivan’ın) bilgisayarında bulunan Word dosyaları.

Bunlar bizim değil...

Bunu, Türkiye’nin üç seçkin üniversitesi (ODTÜ, Yıldız Teknik, Boğaziçi) ve ABD’nin en ünlü bilişim uzmanı Joshua Marpet’ten aldığımız bilirkişi raporlarıyla kanıtladık.

Mahkeme de TÜBİTAK’tan rapor aldı. Aynı sonuç ortaya çıktı: Bilgisayarlar ‘zombi bilgisayar’ olmuş... Yani dışarıdan teslim alınmış; Word dosyaları bu bilgisayarlarda yazılmamış, değişiklik yapılmamış ve hiç açılmamış.

Mahkeme TÜBİTAK’a yine de ‘raporunuzu açık yazın’ diye süre verdi ve ek rapor istedi. (Hiç ‘şüpheden sanık yararlanır’ demeyin lütfen...)silah yok, iddianamede bomba yok, iddianamede şiddet eylemi yok.

İddianamede 361 kez ‘haber’, 280 kez ‘kitap’, 53 kez ‘yazı-köşe yazısı’, 26 kez ‘röportaj’, 5 kez ‘makale’ kelimesi geçiyor.

Mahkemede bana sadece ‘O haberi niye yaptınız?’ diye soruluyor.

Sanık sandalyesinde gazetecilik oturuyor; basın özgürlüğü yargılanıyor.

Yoksa söyler misiniz; ben niye iki yıldır hapisteyim? Mahkeme hakkımda ‘delilleri karartabilir’ ya da ‘kaçabilir’ demiyor.

İyi de, tutukluluk bir tedbirdir. Beni neyin tedbiri için iki yıldır Silivri’de tam tecrit altındaki koşullarda tutuyorlar?

Benim üzerimden medyaya mı gözdağı veriliyor?

‘TÜBİTAK ek raporu gelecek ve dava düşecek’ diye beklerken bu kez Odatv davasının Ergenekon ana davasıyla birleştirilmesi için yazışmalar başladı! Bu ne anlama geliyor?

Kamuoyuna bir tek sorum var:

Ben niye tutuklu yargılanıyorum?

Ve... 16 Kasım’daki duruşmaya tüm okuyucularımı Çağlayan Adliyesi’nin önüne davet ediyorum.

7 Kasım 2012

Soner Yalçın / Silivri Cezaevi”

*****


GÜNÜN SORUSU

İçişleri Bakanlığı, iktidarın geçen yıl çıkardığı ve her bayramda büyük tartışmalara neden olan “kutlama ve anma günleri” ile ilgili garip yönetmelik yüzünden 10 Kasım’daki törenlerde kriz yaşanmaması için, çelenk koymak isteyenlerin “izin almalarını” şart koşmuş... Sorum İçişleri Bakanı’na:

Devletin kurucusunun anıtlarına çelenk koymak isteyenler, demokrasiyle yönetilen hangi ülkede, bunun için izin almak zorunda bırakılıyor?

*****


Böyle ‘devlet sırrı’ olmaz!

Yıllar önce üst üste 60 küsur kez dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a, “Başbakan’la Dolmabahçe’de baş başa ne konuştunuz ve neden açıklamıyorsunuz” diye sormuştum...

Bu soru çok önemliydi; çünkü Yaşar Büyükanıt sadece birkaç ay önce internetten yayınladığı bildiriyle iktidarı uyarmıştı.

Görüşmenin iki tarafı da bu konuda, “Bu sır bizimle mezara gidecek” demekle yetindi.

Büyükanıt dün yine Dolmabahçe’de ama bu kez Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun karşısına çıkmış ve aynı soruya yine yanıt vermemiş. Bunun “devlet sırrı” olduğu”nu belirtmekle yetinmiş!

Devlet geleneğine ve yasalara göre devlet sırları, iki devlet yetkilisi arasında “kayıt tutulmaksızın” paylaşılamaz... Paylaşılırsa altında başka şeyler aranır!

Çünkü bu tür “sır”lar, devlette devamlılık ilkesinin hayata geçmesini engeller.

Bu sırrın her ne pahasına olursa olsun en azından “hâkim huzurunda” kayıt altına alınmasına gerekiyor...

Kamuoyunu bu konuda daha duyarlı olmaya davet ediyorum.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)