Türkiye'de Alevi bir önder: İzzettin Doğan



Prof. Dr. İzzettin Doğan'ın hayatına dair bütün herşey...

Gelin tanış olalım

İşi kolay kılalım

Sevelim sevilelim

Dünya kimseye kalmaz

[Yunus Emre]

1940 yılında Malatya Kırlangıç köyünde doğdu. Babası Ağuiçen / Ağuçan Ocağı'ndan -ki Alevî inancına göre kökeni Muhammed'e ve Ali'ye giden 12 İmamlardan İmam Zeynel Abidin'e kadar ulaşan bir soy zincirini kapsar- Hüseyin Doğan dede, annesi Baba Mansur Ocağı'ndan Seyit Süleyman dedenin kızı Elif Ana'dır. Orta ve lise öğrenimini İstanbul'da Galatasaray Lisesi'nde yaptı. 1964 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde "Devletler Umumi Hukuku" asistanı oldu. Birleşmiş Milletler bursuyla bir müddet İsviçre Cenevre ile Fransa Nancy'de akademik çalışmalar yaptı. "Devletin Milletlerarası Andlaşmalardan Doğan Hak ve Borçlara Halefiyeti Sorunu" konulu teziyle (ki o bu çalışmasında, bir devlete ait belirli bir toprak parçası üzerinde yeni bir devlet doğduğunda oluşan sorunları ele almış; mevcut devletin parçalanarak ortadan kalkması sonucunda kapsadığı sınırlar içerisinde birden çok devletin ortaya çıkması sonucunda oluşan federasyon tipi üzerinde durmuş; ağırlıklı olarak yeni devletin kendisinden önceki devletin yapmış bulunduğu andlaşmalara bağlı olup olmayacağı ve bu konuda milletlerarası hukukta mevcut bir kuralın bulunup bulunmadığını soruşturmuştur) "hukuk doktoru"; 1976'da yine aynı üniversitenin Hukuk Fakültesi'nde hazırladığı "Türk Anayasa Düzeninin Avrupa Toplulukları Hukuk Düzeniyle Kaynaşması Sorunu" teziyle (o gün için, 1961 anayasasına sahip olan Türkiye'nin, Avrupa Toplulukları ile yasal alanda doğabilecek sorunları ve çözümlerini, bu çalışmasında irdelemiştir) doçent oldu. 1994'ten itibaren Galatasaray Üniversitesi'nde profesördür.

İzzettin Doğan, bir bilim adamı ve milletlerarası uzman bir hukukçu olarak ulaştırma, Kıbrıs sorunu, insan hakları sorunu; bunların yanı sıra, Atatürk'ün dış politikaya bakış tarzını irdelemiştir. Diğer taraftan doçentlik çalışmasının devamı olarak AET hukuk düzeni ile Türkiye Cumhuriyeti hukuk düzenini karşılaştıran temel bilimsel çalışmaları kaleme almıştır. Bu bağlamda, AET ile ilişkilerin düzenlenmesi; Türk vatandaşlarına Avrupa Birliği ülkelerinin vize uygulaması sorunu; Türkiye'nin demokrasi ve insan hakları açısından durumu üzerinde durmuştur. Bu bağlamda, 1948'den 1991'e kadar geçen süre içerisinde, devletlerarası ilişkilerde meydana gelen değişikliklerin temel insan hak ve özgürlüklerine yönelik evrensel bir hukuk sistemi yaratma sürecinin Türkiye'ye nasıl ve hangi boyutlarda yansıyabileceğini de ele almış; konumu gereği inanç özgürlüğünü ön plana çıkarıp, inanç özgürlüğünün ve hakkının, Türkiye'nin de katıldığı ve imza attığı 1975 Helsinki Süreci'ni, 1990 Paris Şartı'nı ve 1991 Moskova Bildirisi'ni göz önünde bulundurarak, Türkiye'de nasıl olması gerektiği konusunu, 1990'lı yıllarda sürekli ülke gündemine taşımış; günümüzde devletin inançlar karşısında tarafsız, eşit ve adil davranmadığını kuvvetli bir şekilde vurgulamıştır. Siyasal rejimleri demokrasi yapan şeyin, bir hakkın tüm yurttaşlara ayrımsız tanınması olduğunu belirten Doğan'a göre demokrasi, çoğunluğun ve azınlığın kapsam ve içerik olarak aynı güç ve etkinlikteki hakka sahip olmasıdır.

Hayatını gerçek anlamda etkileyen ve yönlendiren babası Hüseyin Doğan dede, Malatya'da Baliyan Aşireti'nin en önemli dini ve politik lideriydi. İzzettin Doğan, feodal ve dini bağların çok güçlü olduğu bir toplumsal çevrede yetişti. Politik çevreyle de çocukluğundan itibaren tanıştı. Elit bir okul olan Galatasaray Lisesi ve aldığı akademik eğitim, onun dünyaya bakışını etkiledi. Sonuçta, feodal yapıyı gerektiğinde kullanan ama reddeden, hukukun üstünlüğünü ön plana getiren; politik ve dini çevresinden aldığı misyonla Türkiye'de Alevi sorununun temel kaynağı olarak gördüğü ve nitelediği politikacıları eleştiren, demokrasi ve insan hakları savunucusu bir İzzettin Doğan ortaya çıktı.

Babası 1950 Milletvekili Genel Seçimleri'nde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) milletvekili olarak meclise girdi. Politik hayatını Demokrat Parti (DP) milletvekili olarak devam ettirirken, DP'nin Nurculara verdiği tavizlerden Alevi kesimin rahatsızlığını dile getiren bir politikacı niteliğiyle tanındı. 1960 ihtilaliyle Sivas'a sürgün edilirken,] İzzettin Doğan genç bir hukuk öğrencisiydi. Özellikle Nurcuların politik hayatta güçlenmeleri ve laik sistemi tehdit eder şeklinde algılanmalarıyla ihtilal, onun hayatında derin izler bırakmıştır. Babasının politik kimliği ve DP milletvekili olması, ihtilalden sonra bir süre pasaport almasını engellemiş ve Fransa'da eğitimini yapabilmek amacıyla kazandığı bursu alamamasına yol açmıştır.

1964 yılında başladığı akademik hayatının ilk yıllarında, 1966'da karşılaştığı iki olay, hayatına yön vermiştir. Bunlardan birincisi, zamanın Diyanet İşleri Başkanı (DİB) (17.12.1965-25.10.1966) İbrahim Bedrettin Elmalı'nın bir toplantıda "Alevilik sönmüştür" demesi ve bu teşkilatta Nurcu kadrolaşmaya gitmesidir. İkincisi bir Alevi-Sünni çatışmasına dönüşen Ortaca Olayları'dır [Olayların geçtiği zamanda Muğla'nın bir kasabası olan Ortaca Tahtacı Türkmenlerden ibaret olan Alevilerin ve Nurcu Sünnilerin yaşadığı bir yerdi. Ortaca'ya bağlı Fevziye köyünde Alevi bir kadına kocasının önünde 5 Sünni tarafından tecavüz edilmişti. Buna, Nurcu Sünnilerin yaşadığı Kızılyurt'la Alevilerin yaşadığı Fevziye arasındaki arazi anlaşmazlığıyla Alevilere yöneltilen düşman imajları eklenmiş ve 16 Sünni köy birleşip yaklaşık 500 silahlı kişi Ortaca'da Alevilerin bulunduğu bir sinemayı basmıştı. Böylece olaylar çıkmıştı]. Her iki olay, İzzettin Doğan'ın hayatı boyunca "insanlar bilmediği şeylere düşmandır" ilkesinden hareket etmesini sağlamış; onda kapalı bir topluluk olan Alevileri ve Aleviliği tanıtmayı amaçlayan, Diyanet İşleri Teşkilatı'nın tarafsız olmasını devletin gerçek anlamda laik uygulamalara yönelmesini hedefleyen bir dergi düşüncesini oluşturmuştur.

Nitekim bir süre sonra, Abidin Özgünay ve Sadık Göksu ile birlikte çıkarmaya başladıkları "Cem" dergisinin finansörlüğünü, fikir adamlığını ve akademik çevreyle ilişkisini üstlenmiştir. Dergiyi, Alevilerin sesini ve sorunlarını dile getirdiği bir platform olarak değerlendirerek şu saptama ve ve görüşleri ileri sürmüştür:

· O, öncelikle Sünnî İslâmiyet adına diğer İslâmi akımlara hayat hakkı tanınmadığından şikayetçidir.

· Ona göre, gerçek ve Türklere özgü özgürlükçü İslâm, Aleviliktir.

· Ortaca olaylarının etkisiyle Aleviliğe yöneltilmiş olumsuz imajları ve düşman imajları "bölücülük"tür ve bu ileride tehlikeli kamplaşmaları yaratabilir.

· Herşeye karşın, tolerans / hoşgörü önemlidir.

· Alevilik, liberal bir Türk din anlayışıdır.

· Dini inanç ayrılıkları, ortak bir devlet ve siyasi teşkilat oluşturmaya engel değildir.

· Türkiye'de gerçek anlamda bir laiklik yoktur. Hanefilik ve uygulamada sadece Nurculuk, din kapsamı içinde değerlendirilmektedir.

· Mezhep ayrımcılığına şiddetle karşı çıkılması gerekmektedir.

İzzettin Doğan, Cem dergisi kapsamında ilk kez kimi Alevi-Sünnî aydınların mezhep ayrımcılığı konusunda ortak hareket ettiklerinden söz ederek, Alevi ve Sünni kökenli aydınlar arasında köprü fonksiyonunu üstlenirken "Cem" dergisi de bu ortak hareketi kamuoyuna yansıtan bir platform olmuştur. Artık, Galatasaray Lisesi'nde her inançtan ve etnik gruptan arkadaşlarla birarada okumasının ve akademik formasyonunun da etkisiyle, din ve ırk ayrımı gözetmeksizin düşünce özgürlüğü ve eşitlik isteyen bir İzzettin Doğan vardır:

· Düşünce özgürlüğünün olmazsa olmaz koşulu olarak laikliği görmektedir.

· Radikal akımlara karşı çıkmaktadır.

· Onun için, Alevilik ihtilalci değil reformisttir.

Bu bağlamda, bir yandan laik düzenin uygulanmasını isteyerek Elmalı'ya cevap verirken, diğer taraftan yurt dışında akademik çalışmalar yaptığı süre içerisinde, 1960 İhtilali'ni ve Türk siyasi hayatındaki partileri irdeleyen, siyasi hayatın geleceğini tahmin etmeye yönelik yazılar yayınlamıştır. Bunlarla birlikte, Türkiye'de var olduğunu gördüğü Alevi-Sünni sorununun,

a) Ancak demokrasiyle çözülebileceğini ve

b) Anayasanın Alevilere eşit olarak uygulanması gerektiğini

dile getirmiştir.

Maddî yetersizlikler nedeniyle 1967'de "Cem" dergisi yayınını durdurunca, İzzettin Doğan akademik çalışmalarına hız verir.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra, askerlerin müdahalesiyle 1983 yılında yeniden belirlenen Türk siyasi hayatına katılan Milliyetçi Demokrasi Partisi'nin (MDP) kurucuları arasındadır. Amacı, Alevilerin devlet yapısı içerisinde yoğunlukları oranında temsil edilmesidir ve bunu çok önemli bulmaktadır. Çünkü, Alevilerin devlete sahip çıkmasının yolunun bu olduğu görüşündedir. Düşüncelerinin gerçekleşme şansının olmadığını görünce, üç ay içinde partiden ayrılır. Kısa siyaset denemesinin arkasından yeniden akademik çalışmalara yönelir.

1967 yılında yayınına ara veren "Cem" dergisi, 24 yıl sonra 1991'de Abidin Özgünay ve Cemal Şener yönetiminde yeniden yayınına başladığında, derginin yazı kadrosu içindedir. Yeni "Cem" dergisinin 1. sayısından itibaren başyazar olarak yazılarına başlar. Artık akademik çalışmalarının da etkisiyle tamamen hümanist kişiliğini ön plana çıkaran partiler üstü bir İzzettin Doğan vardır. Hemen hemen istisnasız 1991'den sonraki bütün yazılarında ve söyleşilerinde hümanizme, barışa ve dialoğa yer veren Doğan, yeni dünya düzeni karşısında Aleviliğin yerini de sorgular. Bu anlamda, Alevilik onun için ideal insanın bütün vasıflarını içerir. Doğan, 16.yüzyıldan itibaren Aleviliğin bütün baskılara -ki bu baskıları ve sonuçlarını "zamanaşımına uğramayan acı" olarak değerlendirerek, Alevi insan tipini "ağlayan insan tipi"yle özdeşleştirir- rağmen, direnmesini ve günümüze ulaşmasını sağlayan üç unsur üzerinde durur:

1) Saz, ki onunla müzik İslama girmiş ve Kur'an yorumlanmıştır;

2) Cem ayinleri;

3) Dedeler.

Bu üç unsur, ona göre Türk Aleviliğini Araplardan ve İranlılardan ayırmaktadır.

Bir utanç vesilesi olarak gördüğü Türkiye'deki Alevi sorunu, onun için inanç özgürlüğü sorunudur. O, devletten istemleri olan bir aydındır. Alevilerin inanç ve ibadet özgürlüklerinin yasal olarak fiilen bulunmadığını vurgular. Toplumsal barışın bozulacağını belirtip, ihanetle suçladığı siyasetçileri eleştirir. Modern-çağdaş bir yurttaş olarak, Alevilerin de vergi ödediklerini, askere gittiklerini, toplumda ortak sorumluluklar paylaştıklarını belirtir. Onlar adına onların inanç ve ibadetlerini de Sünnîler gibi özgürce yapamadıklarına değinir. Bu istemleri, sadece Alevileri değil, diğer dinlere ait yurttaşları da kapsamaktadır. Daha da ileri giderek, Türkiye'de inanç, dil ve köken farklılıklarının kültür zenginliği olduğunu, bunların Türkiye'nin asıl gücünü oluşturduğunu belirtir. Demokrasiyi bunun için garanti görür ve demokrasi ister. Tek ırk ya da tek inanç düşüncesini, Türkiye için yanlış bulur. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın fonksiyonlarını sorgular. Onun Sünnî bir yapılanma içinde olduğunu dile getirir. Alevilerin inançlarına yönelik hiçbir faaliyette bulunmadığını belirtir.
"Alevilik Sorunu"nun hükümet gündemine girmesi için çabalar. Temel haklar sorunlarından biri olarak gördüğü inanç-ibadet özgürlüğünün tanınmasını, bunun için bütçeden ödenek ayrılmasını sürekli yineler. Çıkarlarının sözcülüğünü üstlendiği Alevi cemaate yönelik toplumsal olaylarda, anında reaksiyon gösterir ve devleti uyarır. 12-13 Mart 1995'te toplumsal bir çatışmaya dönüşen Gazi Olayları'nın hemen arkasından Alevilerin

a) Sahipsiz,

b) Devletçe dışlanmış

olduğunu dile getirir; devlete kırgın ve küskün böyle bir kitlenin harekete geçirilmesinin, Türkiye'de kamu düzenini ve otoritesini çok hızlı bir şekilde bozacağını ve bunun Türkiye'yi "destabize edeceğini", kargaşaya sürükleyeceğini belirterek,

1) Alevi cemaatin dışlanmaması,

2) Devletin Sünni devlet olmaktan çıkması,

3) Devletin her inançtan vatandaşın devleti olması,

4) Hukuk düzeninin yeniden yapılandırılması,

5) Devletin Alevileri kucaklaması ve entegre etmesi

gerektiğinin altını çizer.

1990'lı yılların ortalarından itibaren, örgütlü bir cemaatin sözcüsü olan İzzettin Doğan vardır. Onun uzun uğraşlarından sonra, Gazi ve Ümraniye olaylarını izleyen günlerde, 27.03.1995'te Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez Alevilerin-Aleviliğin tanıtımını, Alevi-Sünni bütünleşmesini amaçlayan Alevilerle Sünnilerin birarada oluşturdukları bir vakıf olan Cem Vakfı (Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı) kurulur. Cem Vakfı'nın amaçları arasında, Türkiye'deki Alevi cemaatin dini, yasal ve kültürel taleplerine cevap vermek ve sorunlarının izleyicisi olmak bulunmaktadır. Bu, sonuç itibariyle, İzzettin Doğan'ın 1966'da Cem dergisi projesiyle başlattığı 29 yıllık süreci içeren bir yapılanmanın ürünüdür. Vakfın başkanlığını üstlenmiş ve Cem Vakfı onun adıyla simgeleşmiştir. Bundan sonra, Alevilerin sorunlarını bir örgüt adına dile getirmektedir. Kamuoyunda Alevi cemaati adına yaptığı istekler ve önerilerle daha da yakından tanınmaya başlanmıştır. Bu arada, Cem dergisi de 50. sayısından (1995) itibaren Cem Vakfı'nın süreli bir yayın organı kimliğini kazanmıştır.

Her fırsatta ve platformda çağdaş-modern anlayışın ve global düşüncenin yansıması olarak Alevi kimliğinin dışa vurumunun (Alevilerin Alevi olduğunu herkese korkmadan rahatça söyleyebilmenin) gerekliliğinden söz eder; Alevi cemaatinin sorunlarının toleransla ve demokrasiyle çözümlenebileceğini Alevi cemaati adına dile getirir. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın tüm inançları kapsayacak bir şekilde yeniden yapılandırılması ve özerk hale getirilmesi gerektiğini sürekli gündemde tutar.

Ders kitaplarına Alevilikle ilgili bilgiler konmasını ve tarih kitaplarının yeniden gözden geçirilerek tahrif edilmiş Alevi tarihinin düzeltilmesini, gerçeklerin yazılmasını ister. Uygulamada inanç bazında yasal eşitlik olması gerektiğini belirtir. Ona göre, devlet bu noktada, ayrımcı politikadan vazgeçmeli ve gerçek anlamda laik olmalıdır. Alevilerin devlete ödediği vergilerden inançları için yararlanmadığını, Sünnilerin ise yararlandığını yineler. Bir adım daha ileri giderek, Alevi inancının gerçekleştirildiği ibadethaneler olan cemevlerinin camiler gibi açılması gerektiğini vurgular. Bunun için devlet bütçesinden pay ayrılmasını sürekli gündemde tutar. Öte yandan devlet elindeki kitle iletişim organlarında Sünniliğin yanı sıra Aleviliğe de yer verilmesini gerekli görür. İnsan haklarına dayalı demokratik ve çağdaş bir anayasa isteyerek 1982 anayasasıyla zorunlu olan din derslerinin kaldırılması gerektiğini; kalkmayacaksa Aleviliği de içermesini 1995 yılından itibaren her fırsatta yineler. Bu arada sürekli olarak Arap İslam anlayışına karşı çıkar ve Aleviliği Türk-İslam anlayışı olarak görür.

Onun çabaları sonucu, Türkiye'de Alevi sorunu 1995'ten itibaren gündemden düşmemiştir. İzzettin Doğan, her partiyle diyaloğa girip, istemlerini dile getirerek, ısrarlı girişimleri sonucunda Alevilerin tarihte ilk kez Alevi örgütlenmeleri ve cemevleri yapımı için devletten maddi yardım alabilmelerine -55. Hükümet (ANAP-DSP-DTP [Demokrat Türkiye Partisi] koalisyonu) döneminde, 1998 yılı Maliye bütçesinde, nüfusun çoğunluğunu oluşturan Sünni kesimin ibadet ihtiyaçlarını karşılamaya gayret eden devletin, buna oldukça geniş kaynak ayırdığı halde, nüfusun önemli bir kesimini oluşturan Alevilerin bu imkânlardan yararlanamamasının doğal olarak bu vatandaşları üzdüğü gerekçesiyle, Alevilere (Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı'na) bir miktar (DİB bütçesi için ayrılan paranın % 0.44'ü kadar) kaynak ayrılmıştır- yol açmıştır.

İzzettin Doğan hümanist, pluralist, aksiyonist ve reaksiyonist, reformist, değişmeye her zaman açık bir bilim adamı-hukukçu ve dini lider olarak Alevi kimliğinin, inanç özgürlüğünün, demokrasinin, dinler ve kültürlerarası diyaloğun ve toleransın yılmaz savunucusudur.

Notlar

Bu makale, Deutsches Orient-Institut / Hamburg'un süreli yayın organı olan Orient'in 1998 yılında çıkan 39. cildinin 4. sayısında ss. 541-547 arasında yazar tarafından "İzzettin Doğan: Eine alevitische Führungspersönlichkeit in der Türkei" başlığı ile yayınlanan makalenin yeniden gözden geçirilmiş ve genişletilmiş şeklidir ve Ayhan Aydın'ın hazırladığı "İzzettin Doğan'ın Alevi İslam İnancı, Kültürü ile İlgili Görüş ve Düşünceleri" (İstanbul: Cem Vakfı, 2000, ss. 16-26) adlı eserde yayınlanmıştır.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)