Köy Enstitüleri


”Bin bir çiçek açtı Anadolu’da” Öyleyse neden kapatıldı denecekse; söylemesi acı, ama gerçek. Başarılı olduğu için.

Köy Enstitüleri (Çağın Aydınlanma Projesi) Köy Enstitülerini Atatürkçü düşünceden soyutlayarak değerlendirirsek yanılırız. Köy Enstitüsü projesi genç cumhuriyetin en önemli aydınlanma atılımıdır. Aydınların, Atatürkçü Düşünce Derneklerinin Köy Enstitülerini sahiplenmesinin özünde de bu gerçek vardır. M. Kemal Atatürk kendi sözleriyle eğitime, köylüye şöyle bakıyor: “Bir ulusu bağımsız ve özgür duruma getiren ve yücelten de, tutsaklığa, yoksulluğa düşüren de eğitimdir. Eğitim dinin ve yabancıların baskısından arındırılmalı, ulusal olmalıdır. Eğitim bilimsel, çağın gereklerine, toplumun gereksinimlerine uygun olmalıdır. Okullar devrimleri koruyacak ve yaşatacak kişiler yetiştirmelidir. Köylü bilgisizlikten kurtarılmalı, her köye okul yapılmalı, öğretmen gönderilmeli, bu amaçlar için önlem alınmalıdır. Okullar ekonomiyi geliştirecek biçimde kurumsallaştırılmalıdır. Eğitim uygulamalı olmalıdır. Öğrenciler, gençler, düşünce ve duygularını özgürce anlatmalı, cinsiyet ayırımcılığı yapılmamalıdır. Tüm bunlar için köktenci önlemler alınmalıdır.”

İsmet İnönü ise: “İlköğretim sorunu çözülmeden ileri ve güçlü ulus olunamaz. Köylünün eğitimle kalkındırılması gerekir. İlköğretim davası insan olma, ulus olma davasıdır” diyordu.

İsmail hakkı Tonguç Köy Enstitüsü Müdürlerine yazdığı mektupta şöyle sesleniyor: “Özgür okumaya önem vermeyen, eğitim kurumlarında kitap yakan, kitaplıklara kilit vurabilen, öğrencileri eşkıya takip eder gibi kovalayan yerlerde gaddar kara cahiller yetişir. Hoşgörüden eser kalmaz. Hafiflik makbul işler olur. Suçlular kahraman kesilir. Böyle okul geriliğin tüm kaplılarını açar. Cumhuriyetin tüm değer ve kazanımlarını çürütür. O nu temelinden yıkan bir araç haline gelir.”

Bir başka mektubunda ise: “Bisiklet, motosiklet kullanma işini, bir musiki aleti çalmayı, şarkı söylemeyi, milli oyunları oynamayı tüm öğrenciler aynı derecede bilmelidir. Bütün güçlüklerine rağmen kız ve erkekli hayatın her türlü işine, eğlencesine, zevklerine ve acılarına iki cins öğrenci de müşterek sevk olunmalıdır. Bayağı olan her şeyden kaçınmak, korunmak kaydıyla kız ve erkek öğrenciye hayatı bütünüyle yaşatmak gerekir. Okullar insanı özgür düşünmeye hazırlamalıdır. Elinizdeki öğrenciyi öyle bir duruma getireceksiniz ki; bir gün onlara maaş verilemezse, yanı memleket veremeyecek duruma gelirse, felaketler bir bir üstüne çöker ve onları ateşler içinde bıraksa, yine onlar maaşlarının ödendiği, ekmeklerin serbest satıldığı devirdeki ruh hallerini koruyacak bir inançla işlerini görebilmelidirler. Biz onları bu kadar çelik ruhlu ve iradeli bir hale getiremezsek beklediklerimizin hepsi, bu memlekette teneffüs ettiğimiz hava dahi hepimiz için haram olur.”

Bu gün de bu görüşler çağdaş eğitim, uygar ve bağımsız bir toplum için ana direktif değil midir?

Köy Enstitüsünün kuruluşunda toplumun %85 ini oluşturan (onun da %80 i okuma- yazma bilmiyor) köylü nüfusu sadece okur- yazar yapmak değil; kendi kaderine sahip çıkacak ve her türlü köleliğe boyun eğmeyecek bir şekilde eğiterek, üretken duruma getirmek amacı vardır. Bu amacında başarısız olduğundan mı kapatıldı? Hayır; tam tersi özgüveni olan, yurt ve ulus sevgisiyle yoğrulmuş, girdiği yere ışık saçan, eli iş tutan 20.000 ‘e yakın köy öğretmeni veya gerekli diğer elamanları yetiştirdiği için. Bu eğitim sürecinde köy çocuklarıyla okul, yol yaptılar. Elektrik ürettiler, su getirdiler. Ekmeği, eti, sütü, sebzeyi, meyveyi, kullandıkları hemen her şeyi kendileri yetiştirdiler. Bunu sadece okullarında yapmadılar. Çevre köylere de taşıdılar. Bozkıra hayat verdiler. Ozanın diliyle ”Bin bir çiçek açtı Anadolu’da” Öyleyse neden kapatıldı denecekse; söylemesi acı, ama gerçek. Başarılı olduğu için.

Köylünün efendi olmasından, hak ve sorumluluklarının bilincinde yurttaşlar olarak yetişmesinden korkulduğu için... Köy Enstitüleri kapatılmasaydı bu gün demokrasiyi yaşamsal kılmış, sanayileşmiş, kültürde sanatta ileri bir ülke olacaktık. AB. Gel bize katıl diye ayaklarımız altına kırmızı halı serecekti. Yaşadığımız sorunların hiç biri bu gün yaşanılır olmayacaktı. Bu okullara hangi açıdan bakarsak bakalım, kurtuluş savaşımızın benzeri bir aydınlanma destanıdır. Öyle olduğu içindir ki; Birleşmiş Milletler Bilim Eğitim Kurulu(UNESKO) bu eğitim projesini örnek model olarak gelişmekte olan ülkelere önermiştir.

Kurtuluş savaşımız başladığında bizim diyebileceğimiz bir yurt, savaşa hazır bir ordu, silah, cephane, sanayi yoktu. Bürokraside ileriye dönük bir umut, birlik de yoktu. Ne yaptı M. Kemal Anadolu’ya, halka gitti. O yokları halkla birlikte var etmeye çalıştı ve var etti. Düşmanı öyle yendi. Tam bağımsızlık gülleri öyle açtı Anadolu’da. O gün bozkırda bin bir çiçek gibi açan Enstitülerden rahatsız olanlar, bağımsızlığın güllerinden de o gündür, bu gündür rahatsız olanlardır. Onlar Laik Cumhuriyet’in, ulus devletin, bağımsızlığımız ve eşitliğin dolayısıyla M. Kemal’in de karşıtlarıdır. Binlerce köy enstitülü öğrencilerin bir ağızdan birlikte türkü söylemesi, duvar örmesi, tarlada hasat yapması, kitap okuması korkutmuştur onları. Enstitülü Mehmet Başaran’ın dizeleriyle söylersek:

Çamlıbel’de bir gül açsa,
Uykuları kaçar Bolu Beyi’nin,
Çünkü kırmızıdır gül, Toprağın ve halkın uyanışına benzer.
Bir değil bin gül açıyordu Anadolu’da,
Ekmeği ikiye bölsen, Aydınlık sesi duyuluyordu halkın,
Köyleri tutmuştu aşkın ve terin hünerleri,
Bir oldu da Bolu Beyi’yle, Kapattılar Enstitüleri.

Emperyalizmin ve gericiliğin kıskacına giren Türkiye’de özellikle 80 sonrası giderek hızla Atatürk’ün hedeflediği eğitim anlayışından uzaklaştığımız çok net. Açıkça söylemek gerekir ki, ülkenin eğitim sistemi Atatürkçü Düşünceyi, Köy Enstitülerinde olduğu gibi ”insanlığa saygı, ulus ve memleket sevgisi, özgürlük onuru” noktasında ele alarak işleseydi bu gün bağımlılık utancı, kan, gözyaşı ve ölümler yaşanmayacaktı. Bu durumu M. Kemal 90 yıl öncesinde görmüş ki şöyle sesleniyor: ”Öğretmenler! Ordularımızın kazandığı zaferler, sizin ve sizin ordunuzun zaferi için sadece ortam hazırladı. Gerçek zaferi siz kazanacak ve yaşatacaksınız. Ve kesinlikle başarıya ulaştıracaksınız. Ordularımızın kazandığı zaferler sizlerin başarılarıyla taçlanmadıkça önemsizdir.” Diyerek, eğitimin ulusların geleceğindeki önemin altını çizmiştir.

Bizi yönetenler akıl ve bilime dayalı eğitim gerçeğinin hayati önemini bu gün bile görmekten alabildiğine uzaklar. Cahit Kulebi’nin dediği gibi: “Bir nazlı kuşa benzer çocuk dediğin, ev ister, ekmek ister, öpülmek okşanmak ister.” Eğitimde korkuya yer olur mu? Korkunun olduğu yerde gül açar mı? Cehaletle savaşın, cephedeki orduların savaşından zor olduğunu, dünyanın en güçlü ordularının bile arkalarında ulusal irade yoksa yenilmeye mahkûm olduğunu, yine M. Kemal söylüyor. Ulusal eğitim ulusal iradeyle başarılır. Ulusal irade, özgür düşünen, ulusal bilinç taşıyan yurttaşla hayat bulur. Düşünmesi, üretmesi, örgütlenmesi bastırılmış, kulluğa göre planlanmış eğitimden geçenlerin egemenliği söz konusu olabilir mi? Hangi ulusal irade vardır ki, eğitim planlamalarının başında yabancılar vardır. Hangi ulusal irade vardır ki, okullarında eğitimi bir başka ulusun diliyle yapar.
Ünlü aydın Bedrat Russel: ”Yeni Dünyanın Anahtarı Eğitimdir.”diyor.

1938 de İngiliz tutucu partisinin Milli Eğitim Bakanı i Earl Baldwin ise şöyle sesleniyor: “Öğretim bu dünyada her şeyden önce yüzde yüz dürüst ve özgür olmalı. Öğretmen hiçbir zaman devletin uşağı olmamalı. İktidar ister sağcı, ister ortacı, istersen solcu olsun… İktidarın istediği gibi değil, sadece ve sadece gerçeği olduğu gibi belirtmek ve öğretmek görevi içinde olmalıdır.” (*)

1946 yılından bu yana bizdeki iktidarlardan buna benzer bir ses duyan oldu mu? Köy Enstitülerinde sınıfta, okulda yaşamın her alanında demokrasi vardır, üretim vardır, sanat edebiyat vardır, özgür insan vardır, ulusal bilinç vardır, yurt ve ulus sevgisi vardır. Onlar yurdun her tarafında çalışacak ideal ve bilgiyle donatılmıştır. İşlevsiz, boş, gereksiz bilgilere yer yoktur. Burada eğitimin hedefi uygar dünyanın eşit ve mutlu ülkesini yaratmaya dönük bireyi yetiştirmektir. Kullanılan yöntem akıl ve bilimdir. Çıkış ülke gerçekleridir. Köy Enstitüleri bizim gerçeklerimizden doğmuş, bizim uzmanlarımızca geliştirilip uygulanmış, başarılı olmuştur. Bu gün, gerçek eğitimciler, uygar dünya, şu ya da bu ad altında eğitimde bu tür okulların gerekliliğini söylüyor veya uyguluyorlar. Bu okullara gerek yoktur demek bilgisizlik değilse düşmanlıktır. Bırakınız bu millet sürünsün demektir. Adının enstitü ve ya bölge üniversitesi olması önemli değil. Önemli olanı işlevselliğidir. Yaşanan sorunlarda haklı olarak siyasetçiyi, yöneticiyi eleştirip suçluyoruz da kendimize dönüp: Onları biz seçtik. Onları denetlemek, işini iyi ve doğru yapmayanı demokratik yollardan alaşağı etmek bize düşüyor. Kötü gidişten bizde sorumluyuz demiyoruz. Öyle dersek ne yapmalıyız diye de düşünmemiz gerekecek. İşte bu düşünmek var ya, tehlikeyi düşüncede görüyoruz. Korkuyoruz düşünmekten. Bize düşen yurttaşlık görev ve sorumluluğunu başkalarından bekliyoruz. Hatta haklarımızı bizim yerimize başkaları alsın cebimize koysun istiyoruz. İşlerini pembe dizilerin saatine göre ayarlayan diplomalıları olan toplumlar değil. Ellerini değil, gövdelerini taşın altına koyan aydınları olan toplumlar ilerliyorlar.

Bir bilim işçisi, Köy Enstitülü Prof. Orhan Durian diyor ki: Genel durumu kötü olan toplumların aydınları unvanlarını kullanmaktan utanmalıdır. Caka diye değerlendirilmese unvanımı bırakırım. Dünyada eğitimci denince Amerika Kıtası’nda John Dewey, Avrupa Kıtası’nda Kerchensteiner, Asya’da İsmail Hakkı Tonguç akla gelmektedir.

73 yıldır bizim eğitim bakanlığımızda, okullarımızda Tonguç’un adını duyan var mı? O gün köylünün uyanmasından korkan toprak ağaları İsmet İnönü’ye baskı yaparak Bakan Hasan Ali Yücel’i, İsmail Hakkı Tonguç ve okul yöneticilerini görevlerinden alarak suçlu gibi soruşturulmalarının kapısını aralamışlardı.

Demokrat parti ise 1954 de okulların isimlerini silmişti. Biliyor, görüyoruz ki o gün olduğu gibi bu günde başta eğitim olmak üzere içinde bulunduğumuz koşullar iç açıcı değil. Yine Kulebi’nin diliyle söylersek: “Üstümüzde kara kara bulutlar, Hain mi hain, Bir gün gelir hesabını sorarız. Başımızda fazla durmayın.”

Karamsarlık çağdaş insanın hakkı olamaz. M. Kemalleri, Tonguçları, Hasan Ali Yücelleri, Uğur Mumcuları yetiştiren bu toprağın çocuklarının umuda bakışını bir gerçek aydınımız Server TANİLLİ’nin yüreğinden katılmak istiyorum. “Günler büyük acılarla geçiyor, Ama büyük umutlarla da Ve diye bilirim ki hayatta, Hiçbir zaman, Böylesine umutlu olmadım gelecekten, Bir kötürüm olmama rağmen Ve işte şurada, Dost ve düşman, Herkese ilan ederim ki, Ayaklarımı bir savaşta kaybettim, Yine bir savaşta kazanacağım. Ve mutlaka, ama mutlaka bir gün, Karanlığın ve zulmün, Sığındığı son kaleyi zapta giden, Kitlelerin içinde olacağım. Günler büyük acılarla geçiyor, AMA BÜYÜK UMUTLARLA DA”

*(Mehmet Başaran Ö.E.Köy Enstitüleri)

Ali KARLIDAĞ

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)