IŞİD'in zulmüne dört yıl boyunca direndiler, şimdi güneşi doğurmaya devam edecekler!


Ezidiler güneşe kutsallık atfettiğinden güneşten önce uyanır, ibadetlerini güneşe doğru yaparlar. Ezidi kadınlarının günü doğurdukları söylemi, kadınların yaşam tarzından gelir. Onlar kimsecikler uyanmadan erkenden kalkıp hamur yoğurur, mayalanan hamuru tandırda ya da sacda pişirirler. IŞİD'in zulmüne dört yıl boyunca direndiler, şimdi güneşi doğurmaya devam edecekler!

Musul’dan Şengal’e Telafer üzerinden geçiyoruz. Yol üstündeki ova köylerinde savaşa dair herhangi bir yıkıntı döküntü göremiyoruz. Telafer’de IŞİD ve Irak güvenlik güçleri arasında çatışma yaşanmadığı hissediliyor. IŞİD’in buralardan anlaşmayla çekildiği söyleniyor. Görüştüğümüz mağdurlar da söylenenleri doğruluyor. Onları esir tutan IŞİD’liler aileleriyle beraber Haşdi Şabi’ye ye direnmeden teslim olmuşlar.

Şengalin Telafer tarafı düz ovalardan oluşuyor. IŞİD’in katliamında bölgenin coğrafi konumu önemli bir rol oynamış. Ova boyunca önümüzde irili ufaklı köyler sıralanıyor.

Sınuni sınır hattına doğru ilerledikçe Şengal’deki karmaşık güç durumunu yansıtan güvenlik noktalarından geçiyoruz. İlk güvenlik noktası Haşdi Şabi, sonraki Irak askeri ya da Irak özel güçlerinden oluşuyor. Genelde Şengal’de yaşayan Ezidiler bu görevleri icra ediyorlar. Fakat bunların içinde çok az sayıda Arap da var. Burada yine Haydar Şeşo’ya bağlı Hiza Parastına Ezidixan da yer alıyor. Şengal’in kurtuluşunda çok önemli rol oynayan Kürt -HPG güçleri bölgeden çekilmiş. YBŞ güçleri ise Haşdi Şabi güçleri içinde resmi biçimde yeniden düzenlemiş. Eski YBŞ tamamen yerel ve Şengal Ezidilerinden oluşmaktaydı.

SİNUNI BİR ÇEŞİT HALK YÖNETİMİ: MAAŞSIZ NAHİYE MÜDÜRÜ

“Benim asıl mesleğim mühendislik. Yıllarca bu mesleği yaptım. IŞİD Şengal’e saldırdığında iki yıl YBŞ ile bir yıl da Haşdi Şabi ile Şengal savunmasında aktif olarak yer aldım. Şengal IŞİD’den alındıktan sonra eski devlet görevlilerinin hiçbiri Şengal’e dönmek istemedi. Eski nahiye müdürü de bunlardan biriydi. Halk baktı bu makam boş olmuyor. Bazı rutin işlerin yapılması lazım, çarçabuk bir seçim yaptılar ve beni yeni müdür seçtiler. Hiçbir yerden maaş almadan, sadece halkın resmi idari işlerinin aksamaması için bu görevi gönüllü yürütüyorum.

Görüyorsunuz tek bir görevlim yok. Buradaki çaycı da benim akrabam, benimle birlikte bedavaya çalışıyor. Irak Merkezi Hükümeti de benim görevi bu yöntemle devraldığımdan haberdar. Onlarla belli düzeyde ilişkilerimiz de var. Ancak nedense nahiyemiz için talep ettiğimiz temel ihtiyaçlar konusunda hiçbir başvurumuza yanıt vermediler.

Örneğin Sınuni Devlet Hastahanesi müdürsüz. İdareden bir görevli talep ettik vermediler. Buralı bir Ezidi doktorun on yıl görev yapması gerekiyor ki, buraya müdür olarak atanabilsin. Maalesef Ezidilerde 10 yıllık tecrübeli doktor bulmak zor. Tecrübeli olanlar da zaten yurt dışına çıkmışlar buralara dönmek istemiyorlar.

Ben bütün güçlere eşit mesafedeyim. Taraf tutacak halim yok. İki Kürt partisi burada birbirine girdi, az kalsın çatışmaların arasında kalıyordum. Çok zor da olsa onların birbirlerine zarar vermelerini engelledim. Halkımızın her türden sorununu çözmek için elimden geldikçe yardımcı olmaya çalışıyorum.” diyor.

Kürdistan Yerel Hükümeti’nin Şengal’den ayrılmasının ardından Irak Merkezi Hükümeti tümüyle buraya yerleşecek gibi durmuyor. Bu kaos durumu Şengal ve Ezidi halkının sorunlarını ağırlaştırıyor. Görüştüklerimin çoğu Şengal’in Ezidi Kürtleri tarafından yönetilmesini, statü olarak özerk kalmasını istiyorlar.

Halk Ezidi Kürtlerinin birleşmesini istiyor. Ezidi güçlerin parçalara bölünmesinden, birbirine karşı sert tutumlarından oldukça rahatsız. “Kürt örgütlerinin temel kaygısı, yok olmakla karşı karşıya bir halk olarak Ezidilerin korunması olmalı. Ezidi toplumunu parçalara bölmemeli, çok acı çeken bu halka kan kaybettirmemeliler” diyorlar.

KISITLI İMKANLARLA AYAKTA DURAN BİR HASTAHANE

Sınuni Devlet Hastanesi’ne geçiyoruz. Burada gönüllü hemşire ve doktorlar çalışıyor. Şengal’de bürokraside yaşanan kaos durumu en fazla kendisini halkın sağlığı konusunda dışa vuruyor. Doktor sıkıntısı olmasa da başhekim sorunları var.
Hastane kapısından içeri girdiğimizde hastaların yoğunluğu göze çarpıyor.

Kapıdaki hemşire Ş. bizi karşılıyor. Oldukça girişken ve özgüvenli bir genç kadın. Bizi odasına davet ediyor. Katrin ve Keke hastahaneye getirdikleri ilaçları teslim etmek için maliyeden sorumlu kişi ile başka bir büroya geçiyor.

Hemşire bana ilkin Şengal hakkında bilgi veriyor. “Şu an Şengal’in içinde 4 bin 500 aile yaşıyor. Bizim nahiye Sınuni’de 12 bin 507 aile var. Şengal halkı çok zor koşullarda yaşamını idame etmeye çalışıyor. Sağlık sorunları da başta gelen sorunlardan. Hastahanenin kapasite sorunu var. Ağır hastaları maalesef burada tedavi edemiyoruz. Burada ameliyathane bölümümüz de yok. Hiçbir teknik donanıma da sahip değiliz.

Ağır hastalarımızı Beac’a, Telafer veya Musul’a da gönderemiyoruz çünkü buralarda resmi olarak IŞİD olmasa dahi ruhları hâlâ alana hakim. Ezidi hastalarımızı oraya gönderirsek bir şekilde onların ölümüne yol açacaklarından şüphe duyuyoruz. Zaten halk da oralara güvenmediği için oralara nakil yapılmasını istemiyor.

Hastalarımızı çok zor koşullarda Rojava’ya Kamışlo ve Heseki’ye gönderiyoruz. Halk bazen kendisi ambulans kiralayıp hastaları için getiriyor, bazen kendi arabalarını bunun için kullanıyor, bazen de ambulanslara kendileri benzin koyup hastalarını o şekilde Rojavaya geçiriyorlar.

Hastahanede doğum ünitesi yok. Doğum için gönderdiğimiz kadınların çoğu hayati tehlike yaşıyor, yolda doğum yapanlar da oluyor.

IŞİD’den kurtarılan bazı kadınları da biz tedavi ediyoruz. Birçoğu yaşamak istemediklerini söylüyorlar. Bazılarının psikolojik sorunları çok ağır. Özel rehabilitasyon programlarına alınması gerekiyor. Maalesef burada öyle bir imkan yok.
IŞİD’den alınan kadınlar hiçbir şey yaşanmamış gibi ailelerine teslim ediliyor. Bu konuda karşılaştıkları zorluklar bilinmiyor. Bu kadınlar için bir merkez kurmak istiyoruz . Bu konuda bizi ekonomik olarak destekleyen güçler yok. Yaşadıkları travma çok büyük. Bazılarının gizli gizli sabah namazına kalktığına tanığım. Bu konuda bir kafa karışıklığı yaşıyorlar. Bazı kadınların on, on beş erkeğe satıldığı vakalar olmuş. Kadınların ciddi sağlık sorunları var. Biz mevcut imkanlarımızla bu tarz sorunların çözümünü sağlayacak kapasiteye sahip değiliz. Eski IŞİD üyelerinden hamile kalan kadınlar geliyor. Bu çocukları istemiyorlar. Ailelerine dönemediklerinden bizim yanımızda doğum yapıyorlar. Bu çocukları ya Kamışlo ya da Hewler merkezli yuvalara veriyoruz” diyor.

ZORAVA KÖYÜ

Hastahane ziyaretinin ardından akşam konaklamak için Zorava köyüne doğru yola çıkıyoruz. Köye vardığımızda gün kararmak üzere. Düz bir ovaya kurulmuş köyde, evler arka arkaya dizilmiş ve oldukça iç içe. Evlerin tamamın yakını yıkık dökük. IŞİD burayı aldığında bütün evleri yakıp yıkmış, bu nedenle de savaştan sonra eski sahipleri evlerine dönmemişler. Dönenlerse yardım kuruluşlarından aldıkları yardımla kapı ve pencerelerini tamir edip yerleşmişler.

Kalacağımız evin sahibi görme engelli. Evli ve üç çocuğu var. Çalışacak durumu veya sosyal bir yardımı olmadığından çok zor koşullarda yaşıyor. Nasıl geçindiğini sorduğumuzda çok zor şartlarda, ailesinin, sınırlı olarak yardım ettiğini belirtiyor. Akşam evinde köyden gelen misafirlerle sohbet etme imkanı yakalıyorum. Yine burada Ezidi kadınların dur durak bilmeyen çalışmalarına tanık oluyorum.

EZİDİLERDE MİSAFİRPERVERLİK

Ezidi kültüründe misafir kutsal bir yere sahiptir ve ev sahibinin itibar konusudur. Hemen hemen gittiğimiz bütün yerlerde gördük, misafir için evlerinde ne varsa, sofraya konulur, sofra çeşitlendirilir. Misafirler yatıncaya kadar sofra yerde kalır ve sofra üzerinde sohbetler edilir, içecekler içilir, koyu sohbetlere dalınır. Yatma saati geldiğinde misafirler onlar için hazırlanan yerlere alınır, uyutulur. Kadınlar misafir uykuya dalınca gece geç saatlerde bulaşıkları yıkar, etrafı toplar, çocukları ve herkesi yatırırlar. Herkes uykunun bilmem kaçıncı evresindeyken, Ezidi kadınları hâlâ uyanıktır ve çalışırlar. Sabahsa daha gün doğmadan herkesten evvel kalkar ve yeniden işe koyulurlar.

Ezidi kadınlarının günü doğurdukları söylemi, kadınların bu yaşam tarzından geliyor. Kadınlar henüz kimsecikler uyanmadan erkenden kalkıp hamur yoğurur, mayalanmaya bırakılan hamuru pişirilecek kıvama gelince tandırda ya da sacda pişirirler.

Ezidi kadınlarının pişirdiği ekmeğin tadı farklı ve çok güzel olur. Büyük ihtimalle geleneksel mayalama ve ekmek yapma sanatını miras olarak analı kızlı birbirlerine aktardıkları için ekmeklerinin tadı bu denli güzel oluyor.

Sabah kahvaltısı içinde serilen yer sofrasında evde ne var ne yok hepsi önümüze konulmuş. Kaldığımız evde evin büyük kızı dışında, hiçbir kadın bizimle sofraya oturmadı. Neden diye sorunca “Biz erkenciyiz, kahvaltımızı yaptık” diyorlar.

Geziden çıkardığım sonuç, çok misafirperver bir Ezidi kültürü var. Bu zalim dünya içinde Ezidiler çok temiz kalmışlar…

BEYAZ: EZİDİLERDE KUTSAL RENK

Sabah mağdur kadınlarla bir evde buluşuyoruz. Çok sayıda yaşlı kadın ve eşleri IŞİD tarafından öldürülen kadınla karşılaşıyorum. Yaşlı kadınların tümü beyaz elbiseli ve beyaz tülbentli. Neden beyaz giydiklerini sorduğumda, “Biz Ezidilerin geleneğinde kadınların elbiseleri beyaz olur. Beyaz bizim dinimizin saflığını, temizliğini ve arınmayı simgeler” dediler.

Yaşlı kadınların elinde geniş dikilmiş ince beyaz bir hırka vardı, üzerine sarı desenler işlenmişti. Sırayla bu hırkayı giyip, resim çektirdiklerini gördüm. Giydikleri hırkayı sordum, “Bizde bu tarz hırkalar kutsaldır” dediler.

Toplanan kadınların çoğunun eşleri IŞİD tarafından öldürülmüştü. Ezidi kadınların üzerindeki ağır yüke savaşla beraber bir de yetim çocuklarını doyurma ve geçindirme yükü binmiş. Kocasını bu savaşta yitiren bir kadına Katrin çıkarıp 50 bin dinar verdiğinde kadın sesli bir şekilde ağlamaya başladı “Bu kadar çok çocuğumun hangi ihtiyacına bu parayla cevap verebilirim” dedi.

Ezidi kadınlarının yaşadığı bu çaresizliği anlatmak ve dünyaya duyurmak lazım. Ezidiler için uluslararası kurumların büyük bütçeler ayırdıklarından söz ediyorlar oysa Şengal’de yaşayan Ezidi kadınlarının mağduriyetini gördüğümde gerçeğin hiç de böyle olmadığı anlaşılıyor. Dünya kamuoyunun, medyatik söylemler, içi boş BM organizasyonları, Angelina Jolie, Amal Clooney tarzı imaj şarlatanlıklarıyla oyalandığını bilmek gerekiyor.

EZİDİ JENOSİDİ ÜZERİNDEN ROL KAPANLAR

Bu konuda orada tanıştığım ve arkadaş olduğum, kendi de Ezidi olan Nesrin ile konuşuyoruz. Neden buraya yardımların adaletli şekilde gelmediğini soruyorum. Nesrin kız kardeşinin yaşadığı gerçek bir olayı bana anlatıyor. Kız kardeşi bir yardım kuruluşuna bağlı olarak çalışıyor. Kurum IŞİD’den kurtulan kadınların el emeğini değerlendiren bir proje yapmış. Kardeşi bu projeyi temsilen, Ezidiler alanında çalışan mevcut organizasyonları bir araya getiren bir toplantıya katılmış. “Ezidilerle ilgili çalışan organizasyonların hiçbirinde maalesef Ezidiler temsil edilmiyor. Ortalıkta bir al gülüm ver gülüm ilişkisi var. Herkes bu konudan ekmek yiyor. Ancak Ezidiler sefalet içinde yaşıyorlar.” diye anlatmış ablasına.

Bir kez daha uluslararası yardım kuruluşlarının Ezidilerin sorunlarını esas alan hiçbir çalışma yürütmediklerini görüyorum.

ESİR DÜŞME ANI

Sınuni’nin başka bir köyüne geçiyoruz. Konuk olduğumuz evin büyük salonunda kalabalık bir kadın gurubu tarafından karşılanıyoruz. Grupta her yaştan kadın ve çocuklar var. Hemen hepsi IŞİD tarafından esir alınmış kadınlar. İçlerinden ayağı ters dönmüş yaşlıca biri dikkatimi çekiyor. “Sen de mi esir alındın?” diye soruyorum. “Biz Ezidilerden kim varsa hepsini toplayıp götürdü IŞİD. Bu engelli, bu hasta, bu yaşlı demediler” diyor.

Buradaki kadınların tümünün ortak bir hikayesi var. Hepsi aynı yerde kalmış ve IŞİD’den toplu bir biçimde kaçmayı başarmışlar. İçlerinden biri ilgimi çekiyor. Ellerinde iki demet halinde nüfus cüzdanları olduğunu görüyorum. Bunun ne anlama geldiğini önceki görüşmelerden biliyorum. “Allah’ım bu kimlik destelerinin altından yine büyük trajediler çıkmasın” diyorum.

Diğer yerdekilerden farklı olarak gördüğüm bu kadın gurubunda bir ruh bütünlüğü var. Aralarında çok samimiler ve dayanışma halinde konuşuyorlar. Bazen biri bir şey anlattığında diğeri bunu bir espriye bağlıyor ve hep birlikte gülüşüyorlar.

Yanımdaki Xemse ile konuşuyorum ilkin. Xemse, iki ayrı elinde kimlikler tutan kadın. Soruyorum “nasıl oldu esir düşmeniz?” diye. “IŞİD’in bize doğru geldiğini duyduk” diyor Xemse. “Eşim Xelef, hemen çıkmamız gerektiğini söyledi. Yanımıza sadece kimliklerimizi aldık, arabalarımıza binerek Şengal Dağı’na kaçtık.Dağa vardığımızda çok kişi oradaydı. Bulunduğumuz yerde her kafadan bir ses çıkıyordu. Çok bilgi kirliliği vardı. Kimisi Küdistan yolunun açık olduğunu, kimisi IŞİD’in bütün köylere giremediğini söylüyordu. Eşim, ‘Madem Kürdistan yolu açık, biz de Kürdistan’a gidelim’ dedi. Arabalarımızla Şengal Dağı’nın aşağısına iner inmez etrafımız IŞİD tarafından sarıldı. Bizi taradılar ve çembere aldılar, sonra da esir düştük. Bizi Xanesor Geliye Sılo’ya, buradan da Şengal’e götürdüler. Burada beni eşim ve çocuklarımdan ayırdılar. Biz kadınları Telafer’e ve Musul Bedoş Zindanları’na götürdüler. Buralarda bizi aç susuz ve üst üste, neredeyse istiflenmiş şekilde tutuyorlardı. Bazen gelip kadınlarımızı döve döve götürüyorlardı. Biz kadınlar ne kadar pislik bulduysak yerde yüzümüze, üstümüze sürdük, aylarca banyo yapmadık ki bizi almasınlar.

Küçük kızımı zorla ‘cariye’ olarak götürdüler. Sonra Telafer’de sürü işlerinde görevlendirdiler. O zaman istekte bulundum, eşimi görebildim. O da bizimle birlikte sürüde görevlendirildi. Bizi Telafer’in Ey Xıdra köyüne yerleştirdiler. 1200 koyun sürüsünü bize teslim ettiler. Biz 20 kadar kadın birlikteydik. Biz kadınlar süt sağar, yoğurt ve ayran yapar, yağ çıkartırdık. Sabahları erkenden saat 4’te kalkar çobanlara kahvaltı hazırlardık. Çobanlar da bizim Ezidi erkeklerinden seçilmişti. Sürüyü erkenden alıp, otlatmaya götürürlerdi. Gündüz 12’de geri köye getirirlerdi. Biz kadınlar yeniden sürüyü sağar ve sütü yoğurt yapardık. Çobanlar iki saat evde kaldıktan sonra tekrardan sürüyü otlatmaya götürürlerdi. Akşam saat 4 ya da 5’te sürüyle birlikte dönerlerdi. Biz kadınların öğlenden önce temel görevleri ekmek yapmak, yemek hazırlamak temizlik yapmak çocukları yıkayıp doyurmaktı.

Kadınlar kendi aramızda sohbet eder, çocuklarımızı anlatır, toplu olarak çocuklarımız için oturup ağlardık. Birbirimize hep yardımcı olurduk.”

KAÇIŞ ANI

“Bu köyde ocaktan nisan sonuna kadar kaldık. Bir gün evlerden birinde bir telefon bulduk, akrabalarımızla iletişime geçtik, kaçış planı yaptık. Bu arada IŞİD’in benden zorla aldığı kızım için adama haber yolladım kızımı özlediğimi söyledim, kızımı bana ziyaret amaçlı göndermesini istedim, gönderdi. Kızımın geldiği gece kaçma planımızı uyguladık. Akşam saat 9’da kaçmak için yola koyulduk. Yol çok karanlık ve zordu. Belli bir saatte belirlenen yere ulaşmamız gerekiyordu. Birbirimize yardım ederek Musul Keske’ye ulaştık .Orada bizi almaya gelen grupla buluştuk, çok başarılı bir biçimde planı tamamladık.

Gördüğünüz gibi sağ elimdeki kimlikler kurtulan çocuklarımın, sol elimdekiler esir çocuklarımınkiler. X. oğlum 1993, H. 1994 , P. 1995, A. 2000 doğumlu. Bu çocuklarım ne haldedir? Yaşayıp yaşamadıklarını, nerede olduklarını bilmiyorum” diyor.

O güleç ve şakacı yüz yeniden yas havasına bürünüyor…

ŞENGAL MERKEZ

Ovanın toprak yollarından geçerek Şengal’in merkezine doğru yol alıyoruz. Ovalık köylerin ardından birden dağlık yeşil bir cennet çıkıyor karşımıza. Rüzgarın taşıdığı oksijen, Şengal’in dağ havası, Hewler’in sıcak ve kirli havasından sonra bir cennet gibi geliyor.

KARSLI VE DİGORLU-YBŞ’Lİ KADINLAR

Yol üstündeki levhalarda köylerin isimleri yazıyor. Kars köyü yazılı levhayı görünce şaşırıyorum. Aynı zamanda Digor köyü de olduğunu duyuyorum. Osmanlı’nın son döneminde Kuzey Kürdistan’da binlerce Ezidi yapılan soykırımlardan kaçıp buralara sığınmış. Sığınmacıların torunları kendi aile tarihini anlatırken bizler de bu tarihsel trajediyi öğrenmiş oluyoruz.

Şengal’e doğru yol alırken, YBŞ’li kadın güçlerinin kontrol noktalarından geçiyoruz. Biz kadınları arabada görünce yüzleri gülüyor. Çok genç ve çok dinamikler. Saçları ya kısa kesilmiş ya da toplu. İçlerinden kısa saçlı olanı henüz çok genç, saçları dağınık ve çok sempatik. Sadece selam verip geçiyoruz.

Yol üstünde küçük dükkanlar sıralanmış. Türkiye’nin en ucuz abur cuburları burada satılıyor. Dükkan sahiplerine “Bunlar, Türkiye’nin en ucuz, merdiven altı ürünleri” diyorum. “Ne yapalım bütün yollar üzerimize kapatılmış. Biz de bula bula bu tortu gıdaları buluyoruz.“ diyorlar.

Dağlık alanın en üst kısmına çıktığımızda farklı bir askeri üssün olduğunu görüyoruz. Şengal’in en üst ve en stratejik noktası burası. YBŞ tarafından Amerikan güçlerine bırakılmış.Yıllar öncesinden Saddam Hüseyin’in İsrail’e füze attığı tepe burası. Şimdi Şengal’in neden bütün güçler için önemli olduğunu ve savaş alanına dönüştürüldüğünü daha iyi anlıyorum.

Şengal’in girişinde Irak askerleri tarafından durduruluyoruz. Kontrol noktasını geçmemize izin verilmiyor. Bizi saatlerce orada bekletiyorlar. En son bir telefon görüşmesi ile geçişimize izin veriliyor.

Yanımdaki arkadaş, “Görüyorsun kendi toprağımızda yabancı muamelesi görüyoruz” diyor ve ekliyor. “Aslında biz Kürtler birlik kurmadığımız müddetçe bunu hak ediyoruz” diye ekliyor.

Kontrol noktasında çok bekletildiğimizden randevumuza geç kalıyoruz. Yine bir evde toplanan IŞİD mağduru kadınlarla beraberiz. Buradaki zorla alıkonulan Ezidi kadınların uluslararası yüzü olan Nadya Murad’ın bir yakını da var. Alman yardım heyetindeki Katrin ve diğer Alman kadın daha çok onunla ilgileniyorlar. Ben de bir köşede yalnız oturmuş genç kadınlara doğru yöneliyorum. Aynı dili konuşmak acıyı ünlü ve ünsüzlerine göre ayırmıyor, bağışıksızım…

CİVAN VE YAŞANAN VAHŞETİN KORKUNÇ BOYUTU

“Biz Ezidi kadınlarının her zamankinden daha fazla konuşması gerekiyor” diyor genç bir kadın. “Daha çok konuşmalıyız ve anlatmalıyız ki dünya, IŞİD’in bize uyguladığı vahşeti bilsin. Jenosid suçluları, katilleri ve tüm suç ortakları cezalandırılsın.”

“Benim adım Civan Şengal” diye devam ediyor. “3 Ağustos 2014 fermanında henüz 8’inci sınıf öğrencisiydim. Babam erken yaşta vefat etmişti. Biz altı erkek, beş kız çocuklu bir aileydik. IŞİD’in geldiğini duyduğumuzda amcamın ailesiyle birlikte köyden kaçmaya çalıştık. Kıne köyünde IŞİD tarafından durdurulduk. IŞİD’li biri yanımıza geldi ve beyaz bayrak kaldırın size hiçbir şey yapmayacağız, dedi.

Sonra bir grup IŞİD’li etrafımızı sardı. Kadınları, çocukları, genç ve yaşlıları gruplara ayırdılar. Gençlerin, özellikle 12 ve 16 yaş arasındakilerin koltuk altlarına baktılar. Koltuk altı tüylenmiş olanları çocuklardan ayırdılar. Erkekleri hemen kurşuna dizdiler. Üç kardeşim, iki amcamın oğlunu orada kurşunladılar. Aralarından sadece kardeşim C. ölü numarası yaparak yaralı olarak kurtuldu. Amcalarım Bereket ve Xıdır öldürürdü. Abim Cemal 34 yaşındaydı, Sahır 28, Samir 20 yaşındaydı. Hepsi öldürüldü. Diğer bir abim 40 yaşındaydı onu da Koço köyünde yakalayıp öldürdüler.

Gelinimiz Ş. 19 yaşındaydı çocuğu İ. 3 yaşındaydı. Ş. esir düştüğünde hamileydi. IŞİD’in elinde esirken doğum yaptı. Daha sonra bu çocuğun ismini Şıvan koyduk.

Biz kadınları içeri götürüp üzerimizdeki paraları, altınları ve telefonlarımızı zorla aldılar. Bizi arabalara doldurup Şengal’e götürdüler. Oradan Telafer’e, oradan da Musul Bedoş Zindanı’na götürüldük.

Güzel kadınları hemen ayırdılar ve onları Suriye’ye gönderdiler. Bunların içinde büyük ablam ve amcamın kızı da vardı. Kalan 40 kadını Baac’a getirdiler, bir eve koydular. Bizi döverek zorla banyoya koymaya çalıştılar. İlkin zorla Ceylan adında birini koydular. Ceylan banyoda bileklerini kesti kendini öldürdü. Banyodan çıkmayınca ablası merak etti. IŞİD’liler banyo kapısını açınca kendini öldürdüğünü söylediler. Battaniyeye sarıp götürdüler, bir çöplüğe atıp cesedini köpeklere yedireceklerini söylediler. Gerçekten de dediklerini yaptılar. Bize bu şekilde kendimizi öldürürsek sonumuzun Ceylan gibi olacağını söylediler.”

KADIN BEDENİNE KARŞI SINIRSIZ BARBARLIK

“Bu olaydan sonra hepimizi kura sistemi ile aralarında paylaştılar. Ben kurada Ebu Ğazi diye bir Suriyeliye düştüm. Cinsellik nedir hiçbir şey bilmiyordum henüz. Suriyeli silah zoruyla bana tecavüz etti. Bana hayvan gibi yaklaştığı için cinsel organımı parçaladı. Aşırı kanamadan dolayı bayılıp düşmüşüm, gözlerimi açtığımda Musul Hastanesi’ndeydim. Beni Şedadi’ye ailesinin yanına götürdü. Kendisi Şengal’de bir çatışmada öldürüldü. Babası beni bir Iraklıya 800 dolara sattı.

Beni alan Musullu 20 yaşlarında Abdullah isminde biriydi. Bana, ‘Seni Müslüman yapacağım, aynı zamanda sana yeni kimlik yapacağım sen benim nikahlı eşim olacaksın” dedi. İsmimi Cennet diye değiştirdi. Evlilik sözleşmesi yaptı. Bir yıl onunla evli kaldım. Abdullah Musul’da intihar eylemi yaptı ve öldü. Ben de beni aile kimseye satmasın diye durmadan onlara hizmet ettim ve hizmetçilik yaptım. Bir gün IŞİD’lilerin giydiği siyah elbiselerden giydim, sokağa çıktım ve kaçtım. Önüme gelen bir evin kapısını çaldım.’Beni kurtarın, ben Ezidiyim, beni zorla kaçırmışlar’ dedim. Orada abime telefon açmama izin verdiler. Abimle konuşurken beni 16 bin dolara geri verebileceklerini söylediler. Abim de beni 16 bin dolara satın aldı. Ordan Duhok’a geldim.”

Civan gördüğüm en güçlü kadınlardan biriydi. Anlatırken gözyaşlarını içine akıttığını görmemek mümkün değildi. “Özellikle ben yaşadıklarımın tümünü anlatacağım ki bir daha böyle vahşet ve jenosid yaşanmasın” sözü beynimin her köşesine kazınmıştı.

BİTİRİRKEN…

Şengal, Şexan ve Xanke tarafında tam bir hafta kaldım. Bu bir hafta içinde işittiklerim bana çok ağır geldi. Oradan ayrıldığımda, yaşayan bir ölü gibi hissediyordum. Günlerce kendi kendime hıçkırıklarla ağladım. Geceleri kabuslar görüyor, uyuyamıyordum. Ben bu hale bir dinleyen olarak gelirken bu vahşetin asıl mağdurlarının yaşadıklarını tahmin bile edemezsiniz.

Şengal halkının ve kadınlarının yaralarının sarılmasına acilen ihtiyaçları var. Kuruluşlar yardımları direkt Ezidi halkına yapmadığı için yardımlar asıl yerine gerektiği gibi ulaşmıyor.

Soykırım mağduru bir halkın mülteci kamplarında tutularak yaralarının sarılamayacağını herkesten önce BM’nin idrak etmesi gerekiyor. Ezidi halkının öz topraklarına huzur içinde dönmesi, öz kaynaklarını kendisinin yönetmesi gerekiyor. Ezidi halkı son derece çalışkan ve becerikli bir halk. Kendi yaralarını sarması için bu halka destek olunmalı. Halkın kolektif siyasal hakları tanınarak Ezidilerin özerkliği uluslararası güvenceye alınmalı.

*İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu olan yazar 1991 yılında Yeni Ülke gazetesinde gazeteciliğe başladı. 1991’de kurulan Yurtsever Kadınlar Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. Uzun yıllar Avrupa ve Ortadoğu’da kadın hakları savunuculuğu yaptı. Kürt kadınlarının yakın tarihiyle ile ilgili çalışmalarını sürdüren yazar Erbil’de serbest gazeteci olarak çalışmaktadır.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)