Gaflet diz boyu... Akıl susam tanesi!..

“Türkiye, 1923- 2001 tarihleri arasında her alanda esir alınma denemelerine rağmen ayakta kalmayı başardı. 2001-2008 tarihleri arasında ise elinde avucunda ne varsa sattığı gibi, ayakta kalmayı bırakın, 1923-2001 arasında esir almak isteyenler tarafından her alanda yönetilir hale geldi”

Bugüne kadar uyguladığı teslimiyetçi politikalarla etnik teröre ve etnik ayrışmaya ve kimlik siyasetine zirve yaptıran hükümet, PKK ve BDP’nin arkası gelmeyen taleplerini karşılamak amacıyla ’Kürt Açılım’projesine sığınmak zorunda kalmıştır. Ancak, BDP ile Doğu ve Güneydoğu’nun belediye Başkanları ile İl ve İlçe Başkanları, AKP iktidarının metni belli olmayan ’Açılım’projesini beklemeyip Diyarbakır’da toplanmışlar, devletin ulus ve üniter yapısına karşı çıkarak ’Demokratik özerklik’’Ayrı bayrak’ve “Yerel parlamento” isteklerini görüşmüşler, ellerindeki belediyelerde özerkleşme işlemine başlama kararı almışlardır. İç İşleri Bakanlığı’nın ve Hükümetin otoritesini reddedeceklerini bildirmişler, yetkinin halka devrini istemişlerdir. Bunun için bölgesel ayrışma hareketini başlatacaklarını açıklamışlardır.
Ülke diken üstündedir.
Bir gazetecinin dün yaptığı son derece yerinde olan bir tespite göre: “Türkiye, 1923- 2001 tarihleri arasında her alanda esir alınma denemelerine rağmen ayakta kalmayı başardı. 2001-2008 tarihleri arasında ise elinde avucunda ne varsa sattığı gibi, ayakta kalmayı bırakın, 1923-2001 arasında esir almak isteyenler tarafından her alanda yönetilir hale geldi.”
Evet, maalesef ülkenin birliği, devletin bütünlüğü ve selameti kurulduğu tarihten bu yana hiç bu kadar büyük bir tehlikeye maruz kalmamıştı.
90 yıl önce, emperyalist güçlerin savaşarak bölemediği ülkemizi, bugün kendi ellerimizle bölmeye hazır hale getirdik.
Toplum, devleti arar hale gelmiştir.
Bu partinin milletvekilleri, Belediye Başkanları, İl ve İlçe Parti Başkanları her fırsatta devlete ve millete meydan okuyor. Ayaklanmaktan, hayatı cehenneme çevirmekte, devlete diz çöktürmekten söz ediyorlar. Bunlar şakaya alınacak söylemler değildir. Onlar bağırıyor, yetkili organlar susuyor.
Biriler çıkıyor: “...Bu politikalar böyle devam ederse, yemin ediyorum gerilla mücadelesiyle kalmayacak hayatı cehenneme çevireceğiz” diye devlete meydan okuyor.
Bir başkası çıkıyor: “...Kürtçe’nin eğitim dili olması ve demokratik özerkliğin derhal tanınması gerekir. Aksi halde özerklik ilan edeceğiz” diyor.
Bir diğeri: “Kürt halkı, kentleri, yolları, yaşamı tıkayacak. Buna söz veriyoruz. Milletvekilleriniz gibi, generalleriniz de askerlerinizin cenazesine gelemeyecek. Artık sahipsiz değiliz. Diz çöktürmeye çalıştığınız bu halkın önünde diz çökeceğiniz günler yakındır”
“...Bu halka verdiğin sözü tutmazsan bu halk senin kafanı keser” diyor.
Arkasından aynı partinin genel başkanı üstüne tüy dikiyor: “...Türkiye özerk bir yapıya sahip olmalıdır. Bu BDP’nin resmi projesidir. Bu proje hayata geçecektir. Türkiye bunu imzalamıştır, hayata geçirmek zorundadır.”
Bir belediye başkanı, devlete ve hükümete ’hass...’ çekiyor. Buna rağmen bu sözün sahibi halen yerli yerinde duruyor. O da devlete hakaret etmeye devam ederek: “Meşe ağacının dalları bir yerlerinize mi battı sayın hükümet?” diyebiliyor. Tabi bu söz de diğerleri gibi sineye çekiliyor.
Bilmiyorum, bunların, yakasına yapışmak için devlet neyi bekliyor? Bunların yaptığı vatana ihanet değilse, nedir? Vatana ihanet etmeleri için daha ne yapmaları
gerekiyor?
Sözlü veya fiili saldırıların içinde, ’Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Devletini bölmeye çalışmak’ dersen var.
’Silahlı terör örgütüne yardım ve yataklık etmek’ dersen var.
’Halkı devlete karşı kin ve isyana sürüklemek’dersen o da var. Üstelik her şey toplumun gözleri önünde cereyan ediyor. Ama milleti infiale getiren bu küstahça meydan okumalar karşısında kimsenin kılı kıpırdamıyor.

***

Bir devleti ayakta tutan yasalardır. Yasalar, devletin eli, kolu ve ayağı demektir. Yasalarla oynamak, devletin elini kolunu ve ayağını bağlayıp devleti kötürümleştirmektir. Bir devlet büyüğünün dediği gibi: “Devleti kötürümleştirerek yaşatmak mümkün değildir.”
Bir devletin, her gün bir tarafından darbeye maruz kaldığı halde, kendini savunamaz duruma düşmesi ne hazindir?
Bir ülkede devlete karşı bir ayaklanma var da, iktidarı elinde bulunduranlar, büyük bir teslimiyet içinde durumu olağan karşılıyorsa, ülkeyi bölünmekten koruyamıyorsa, eli kanlı bir eşkıya grubu ile başa çıkamıyorsa, akan kanı durduramıyorsa, bir kısım çevreler bu durumu demokratikleşme diye örtmeye çalışsalar da orada demokrasiden ve başarılı bir yönetimden söz etmek mümkün değildir.
Nitekim izlenen politika, “Ölene tabut, kalana zabıt, katil firarda, maktul derdest” dedirtecek türdendir.
Bu çarpıklığı Mehmet Akif’in bir dizesiyle yardımıyla dile getirmek isterim; zira bu dizeler sözün burasında tam yerine oturacaktır:
“Terör meydan okuyor, zabıta yok, rabıta yok.
Akıyor sel gibi kan dindirecek vasıta yok.” (*)
* Fahri Yakar

+++

Atı alan Üsküdar’ı geçmeden önce...
Hakikatleri saklamak suretiyle, iktidarını sürdürme amacına yönelik olarak insanların beyinleri bu kadar çok çeşitli usullerle kuşatılıp yıkanırsa..
Ayrıca bütün bunların üstüne zamanla ve bilerek yoksul bırakılmış evlerine, hanelerine; (geçmişten beri devletin yapmasının kanunen zorunlu olduğu) hakları olan birkaç yüz liralık yardım kolisini, gayri ahlaki olarak parti poşetlerine sarıp bırakırsanız..
Verilecek kararları çok rahat etkileyebilirsiniz, karalar çok rahat ak
olabilir.
Yanlışlarla dolu siyasetiniz, toplumun dikkatinden çok rahat kaçabilir. Böylece hatalar zinciri uzayıp gider, ülkenin istikametinin nereye doğru gitmekte olduğunu kontrol etmek hayli zorlaşır.
Hemen herkesin bildiği çok önemli bir tespit daha var ki, o da bir hayli düşündürücüdür.
Okuma yazma oranının düşük olduğu yerlerde, günümüz iktidarının oy oranı, diğer yerlere oranla bir hayli yüksektir.
Bunları niye anlattım biliyor
musunuz?
Çünkü kısmetse 7 ay sonra ülkemizde yine bir seçim olacak.
AKP iktidarı geçmişte sergilediği oyunların benzerini; medyayı, yargıyı, orduyu, sivil toplum örgütlerini ve halkı kendi lehine olacak tarzda belirli bir kıvama getirdiği halde, yine mağdur rolü oynamaya devam
edecek..
Seçimden seçime hatırladığı bazı kesimleri göklere çıkartacak..
Sayın Başbakan ve ekibi halkın sorunlarını çözmekten ziyade, çözecekmiş gibi davranacak..
Anayasa değişikliği hususunda 8 yıldan beri giderek yüksek tuttukları beklentileri sanki yerine getirecekmiş gibi davranacak...
Velhasıl klasik olarak sergilediği tutum ve davranışlarına kanan kanacak, kanmayan kanmayacak.
Ben şimdiden geçmişten beridir sürekli uyardığımız gibi, ülkemizin gidişatının anlatıldığının aksine her bakımdan pekte iyi olmadığına dikkat çekmek istedim. İktidara omuz veya basamak olmasının yada yandaş olmasının karşılığında bir şeyler kapmış tuzu kurular hariç herkesi uyarayım dedim.. * Harun Kılıç / Yeni Çankırı

+++

“ Öğretmenler yeni nesil sizlerin eseri olacak” diyen bir anlayıştan araba almayın ev alın diyen bir zihniyete gelişimiz bugün öğretmene ve eğitime bakışı en iyi şekilde yansıtmaktadır aslında.24 Kasımlarda sahte kutlamalarla rahatlatmaya çalışıyorlar artık vicdanlarını. O yüzden de 25 Kasımlarda bile kalmıyor akıllarda söyledikleri sözlerin. Bugün en çok tartışılan maddi sıkıntıları öğretmenlerin. Ama en vahimi kutsaliyetini de bitirdiler bu aziz mesleğin.
* Eren ELER


+++

Onlar öldüler!
Adları Hürriyet, Milliyet, Vatan’dı...
Öldüler onlar...
Adları Hürriyet, Milliyet, Vatan’dı...
Birincisi, basının “amiral gemisi” idi...
Eski sahibi “kalemini kır ama satma” diyen Erol Simavi ... Gerektiğinde gazetesinin sürmanşetinde ülkenin Cumhurbaşkanına, “sen ne yapıyorsun ya da yapmak istiyorsun...” diye mesaj verecek ve demokratik tepki gösterecek denli yürekli bir gazete patronuydu...
Hiçbir hükümetin önünde eğilip bükülmedi!
Ülkesinin, Türk halkının geleceğinin karartılmasına yol açacak, çıkarcı hesap kitapların peşinde koşmadı...
Despotluğa kadar gidecek, iktidar serüvenlerinin büyük ihaleler kazanmak ve imar planları çıkartmak uğruna önünü açmadı, onlara teslim olmadı!.. İktidarların, göz göre göre Türkiye Cumhuriyeti rejimini tüketmesine, Atatürkçülüğe, demokrasi ve laikliğe darbe vurmasına
fırsat vermedi...
Önlerini açıp, haksız maddi çıkarlar uğruna, halkın sevip saydığı vatansever köşe yazarlarını iktidar yalakası durumuna düşerek kovmadı...

***

İktidarların yaptığı her şeye, her olup bitene gazetesini peşkeş çekerek, sessiz kalmadı,...
Magazin sayfaları, cinayet haberleri, manda gözü gibi manşetlerle süslenmiş spor sayfaları ile halkı yıllarca uyutup “cambaza baktırarak” gerçekleri halkın gözünden kaçırmadı!...
Servetine milyar dolarlar üzerine milyarlar dolarlar ekleme hırs ve ihtirası ile iktidarların kuklası, kölesi olarak her şeye sessiz kalarak; ülkede dev bir despotluğun yaratılmasına vesile olanların başında gelmedi...
Hürriyet, Milliyet onundu...
Yazarlarına “Kaleminizi kırın ama satmayın” diyen gazete patronu Erol Simavi’nindi..

***

Bugün gazete askılarında eskinin amiral gemisini şimdi bir görün hele...
Nasıl boynu bükük, nasıl perişan ve tükenmiş!... Basının halen yürekli üç gazetesi; Cumhuriyet Yeniçağ ve Sözcü’nün yanında; nasıl mahcup, üzgün hatta utanç içerisindeler...
Sanki okurlardan kaçıyorlar... Kaçar gibiler...

***

Ey Hürriyet’in, Milliyet’in Vatan’ın sahibi ve patronu!..
Kazandığın milyar dolarla yetinmeyip, yeni milyar dolarların peşinde koşmak adına; değer miydi, iktidardan korkup, ürküp; gerçekleri halktan saklamak ve vatansever köşe yazarları Onlar öldüler! Adları Hürriyet, Milliyet, Vatan’dı... Yazarlarınızı gazetenden kovmak!..

***
Onlar öldüler...
Adları Hürriyet, Milliyet, Vatan’dı...
Patronları ülkenin yıllarca vergi rekortmeni olacak denli “büyük dünya nimetleri”ne sahip Aydın Doğan’dı... Ey Aydın Doğan!...
Hem kendini hem de laik Türkiye Cumhuriyetinin, Atatürk ilkeleriyle mücehhez gerçek “kutsal varlığını” bitirilmesine fırsat verdin, vesile oldun!!!
Suskun, ürkek korkak kalarak... Sinerek!...

***
Onlar öldüler artık....
Adları Hürriyet, Milliyet, Vatan’dı...
Bugün askılarda, raflarda, yandaş gazetelerle yan yana, dostça, kucak kucağa ayni çizgiyi paylaşarak... İçimiz yanıyor...
* Burhan Özbey

+++

Akyaka Treni’nin her tarafı zarar olsa ne olur?
İlimizde yayınlanan bir mahalli gazetede iki ayrı haber dikkatimi çekti.
Birincisinde, AKP’li bir il genel meclisi üyesinin fotoğrafı ve yanında şu açıklama yer almıştır. “Kağızman’a 40 km uzaklıktaki Çayarası köyüne 24 derslikli okul, köyün kanalizasyon ve altyapısı, 3 kaynaktan su, çocuk parkı, sağlık ocağı, köy odası yaptırdık, köy meydanına parke taşı döşeme ihalesini gerçekleştirdik, Kağızman’ın bütün köylerinde aynı çalışma devam etmektedir”
Aynı gazetedeki bir başka haberin başlığı ise şöyle “Bakan resmen açıkladı... Kars- Akyaka Treni seferden kaldırıldı”
Kağızman’a yapılan hizmetlere itirazımız yok, daha fazlasını yapsınlar. Ancak ilçeler arasında ayrımcılık yapılmasın. Kağızman’a ve Sarıkamış’a yapılan, Akyaka’ya, Arpaçay’a, Selime, Susuz’, Digor’a da yapılsın.
Yahut ta oralara hizmet yapmak içlerinden gelmiyorsa, geçmişte yapılanlara dokunmasınlar.
Milletvekilleri seçildikleri ilçelerin değil, tüm ilin, anayasaya göre de Türkiye’nin milletvekilidirler.
Akyaka treninin seferden tamamen çekildiğini uzun süredir Karslılardan gizliyorlardı. Sorulara kaçamak, kafa karıştırıcı, vatandaşı aptal yerine koyacak cevaplar veriyorlardı.
Nihayet Ulaştırma Bakanı bir soru önergesine verdiği cevapta, Trenin seferden kaldırıldığını resmen açıklamak zorunda kaldı. Zorunda kaldı diyorum, çünkü bu zihniyet mecbur kalmadıkça vatandaşa doğru bilgi vermez.
Oysa devlet vatandaşına yalan söylemez, açık ve şeffaf olur. Trenin seferden kaldırılmasının gerekçesi zarar etmesiymiş. Bu nasıl mantıktır? Akyaka gibi ülkenin en ücra köşesinde, her türlü hizmetten mahrum, geri kalmış bir ilçeye hizmet veren bir trenin, her tarafı zarar olsa ne olur?
Bir Akyakalı olarak soruyorum. Kars Milletvekillerinin sesi neden çıkmıyor? Neden konu Akyaka olunca kulakardı ediyorlar? Neden ilçeler arasında ayrımcılık yapılıyor?
Bu iktidarın Akyakalılara saygısı yoksa devletin valisine saygısı olsun. Merhum Belediye Başkanımız Turgut TURAN’ın tabutu başında devletin valisi, Turgut beyin aziz hatırasına hürmeten Treni Akyaka’ya getireceğinin sözünü vermişti. Peki, ne oldu şimdi?
Valiyi dinlemezsin, vatandaşı dikkate almazsın, ayrımcılığı ilçelere kadar indirirsin. Sen kimin iktidarısın?
* Settar Kaya / Kars

+++

Kuzey Kore, Güney Kore’ye saldırıda bulunmuş! Şimdi
birileri “Eyvah şimdi bedelli askerlik bir süre daha rafa kaldırılacak” diye tutuşmuşlardır!
Ee malumunuz Türk askeri dünyanın jandarması; ama bir tek kendi
ülkesinde jandarmalık yapması yasak
* Engin Balım

+++

Sizi gidi mektep kaçkınları
Saadet Partisi Genel Başkanı sayın Necmettin Erbakan Yeni Akit Gazetesine verdiği röportajda ülkemize kurulacak ve hedefi İran olan füze kalkanı ile yaptığı açıklamada eski öğrencileri için AK Parti’nin bilerek İslam’a zarar vermediğini ancak kullanıldıklarını ifade etmiş. Erbakan, “Bunlar bilerek İslam’a zarar vermek istemezler çünkü bizim talebemizdirler. Ama siyonizm öyle ustadır ki, bunları tamamen siyonizm için kullanır. Kullanıldıklarını da bilmezler. Bütün bu gördüğümüz olaylar, demokratikleşme, açılımlar tamamen siyonizmin aksiyonlarıdır” ifadelerini de kullanmış. Biz yıllardan beri Türkiye’de Amerika düşmanı olarak görülen üç kesim vardır dedik. Birisi sol kesim. Amerika düşmanı gibi görülen bu kesimin deli fişeklerinin nasıl Amerikancı oldukları ortaya çıktı. Birisi kendilerine Milli Görüşçü diyenler. Her ne kadar bazıları gömlek değiştirdilerse de Amerika ile sıkı fıkılıkları her zaman göz önünde. Üçüncüsü de Ülkücü kesim. 12 Eylül’den sonra Amerikalı yetkililerin sadece “Türkiye’de iktidarı Türkeş ve adamlarına mı bırakacaktık.” sözleri bile ülkücü kesimin Amerika karşıtlığını bariz bir şekilde göstermektedir. Sonra Amerika demek İsrail demektir diyenler de hocaları ve talebeleri idi.
Lütfen hocam itiraf ediniz siz de yanıldınız değil mi? Eğer hayır diyorsanız vebal sizin olur ona göre.
* Av.Selahattin Sekban-TRABZON

+++

MİNİ YORUM
ABD ile acıda bildik
Obama’yı, Amerikalıların ata sporu(!) basketbolu icra eylerken top tepmiş; ağzına 12 dikiş atılmış...
Türkiye ile ABD’nin müttefikliklerinin nereden ileri geldiğini düşünüp düşünüp bir türlü bulamıyorduk ya... Bakın varmış meğer bir ittifak noktamız;
“Acıda birlik!”
Öyle ya bizim Başbakan da “ata sporu” diyebileceğimiz “at binmeyi” icra eylerken tepe taklak gelmedi mi?
Tek fark var bizim ki dört ayak üstüne düştü!


Selcan TAŞÇI
Yeniçağ

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)