Bülent Serim yazdı:"Yeni anayasa da yer alacak Laiklik anlayışı"

Önceki yazımızda, yeni anayasada yer alacak laiklik anlayışının nasıl olması gerektiğini açıklamıştık. Bu yazıda ise, AKP iktidarı tarafından, uzlaşma önemsenmeden ya da uzlaşmaya uyulmadan gerçekleştirilecek yeni anayasada yer verilecek laiklik anlayışı sergilenmeye çalışılacaktır. Daha şimdiden üzerinde uzlaşma sağlanamayan maddelerin halkoyuna sunulacağı dile getirilerek, uzlaşma çağrılarının gözboyamadan başka bir şey olmadığı ortaya konulmuştur.

Sayın Başbakan Mısır ziyareti sırasında Mısırlılara laik anayasa önerirken şöyle seslenmiştir: “Türkiye’de anayasa laikliği, devletin her dine eşit mesafede olması olarak tanımlar. Laiklik kesinlikle ateizm değildir. Ben Recep Tayip Erdoğan olarak Müslümanım ama laik değilim. Fakat laik bir ülkenin başbakanıyım.”

Bu anlatım, anayasamızdaki laikliğin değil, iktidara geldiklerinden beri dönüştürmek, içeriğini değiştirmek istedikleri laikliğin tanımıdır. Böylece Sayın Başbakan yeni anayasada nasıl bir laiklik anlayışına yer verileceğini de bir kez daha ortaya koymuş olmaktadır. Bir kez daha dememizin nedeni, 10 yıllık iktidar döneminde hep, Anayasa’da yer alan laiklik tanımının değil, kendi inandıkları laiklik anlayışını adım adım, alıştıra alıştıra yaşama geçirmeleridir. Bu anlayış, laikliği “din ve vicdan özgürlüğü”ne indirgeyen anlayıştır. Nitekim, Sayın Başbakan Kuzey Afrika ziyaretinde, açıkça, “Laik devlet her inanç gurubuna eşit mesafededir. İster Müslüman, ister Hıristiyan olsun, ister Musevi olsun, ister ataist olsun…hepsinin güvencesidir. Olayın aslı budur. Bu tartışmalara vesile olabilir. Biz böyle inanıyoruz, böyle düşünüyoruz” diyerek, yalnız ziyaret ettiği ülkelere değil, Türk Ulusu’na da, yeni anayasada yer erecekleri laiklik anlayışını açıklamıştır.

Aslında 10 yıllık iktidarları boyunca, önce “Anayasa’da laikliğin tanımı yoktur” dediler. Oysa Anayasa’nın başlangıcı ile 24, 42 ve 174. maddelerinde laikliğin tanımı vardı. Bu nedenle söylem tutmayınca, “Laiklik yeniden tanımlanmalıdır” dediler. Ve bunun yolunu gösterdiler, “Laiklik din ve vicdan özgürlüğüdür” diyerek. Bu süreç, yeni anayasanın neden yapılmak istendiğini çok açık ortaya koymaktadır. Toplumsal ve kamusal yaşam “daha İslami yapıya” kavuşturulduktan sonra sıra bunun anayasal altyapısının oluşturulmasına, yeni rejime meşruiyet kazandıracak hukuksal düzenlemeye gelmiştir.

Bu düzenlemenin ipuçları, iktidar olmadan önce ve sonra söylenen; “Tutturmuşlar laiklik elden gidecek diye. Yahu bu millet isterse laiklik elbette gidecek”, “Biz dini vicdanlardan ve mabetlerden çıkarıp hayat tarzı olarak görmek istiyoruz”, “İslama aykırı kanunlar kalkacak”, “Referansımız İslam”, “Elhamdülillah şeriatçıyız”, “Hem laik hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın ya laik”, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir sözü koskoca bir yalan. Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır”, “Anayasa Mahkemesi’nin laiklik tanımıyla halkın laiklik anlayışı farklı” sözlerinde yatmaktadır. “Biz değişmedik, İslami düşünce değişmez” diyerek de bu sözlerin arkasında olduklarını vurgulamışlardır. “Biz hazmettire hazmettire geliyoruz Allah’ın izniyle…Bu düzenin koruyucusu olamayız, mümkün değil” (Alev Coşkun, Cumhuriyet, 18.09.2011) sözüyle de Atatürkçü laik rejime sahip çıkmayacaklarını gönül açıklığıyla söylemişlerdir. Bunun içindir ki, AKP daha yeni kurulmuşken, Parti Başkanı Sayın Erdoğan, medya temsilcileriyle görüşmesinde, Atatürkçü rejimin laiklik anlayışının can alıcı düzenlemesi olan Anayasa’nın 24. maddesinin son fıkrasını eleştirmekten kaçınmamıştır.(Coşkun Kırca, Akşam, 17.09.2001)

Eğer laiklik “din ve inanç özgürlüğü”ne indirgenirse, “Birey laik olmaz, devlet laik olur” sözüne de geçerlik tanınmış olur. Oysa, birey de laik olur. Laik birey, eğer inanıyorsa inancını kendi özel yaşam alanında saklı tutan, başkasının inancıyla ilgilenmeyen, toplumsal ve kamusal alanın, din kurallarına değil, akla ve bilime dayanan evrensel kurallarla düzenlenmesini isteyen bireydir. Laik birey, dinin siyasal malzeme yapılmasına, dince kutsal değerlerin sömürülmesine, dinsel baskı ve dayatmalara izin vermez.

Eğer laiklik “din ve inanç özgürlüğü”ne indirgenirse, “Referansı İslam olan bir Müslüman laik devleti yönetebilir” sözü de geçerli olur. Oysa, Anayasa Mahkemesi kararında da vurgulandığı gibi, laik devleti yönetecek kişilerin dini formasyonla değil, laik eğitim düzeninde çağdaş eğitim formasyonuyla yetiştirilmeleri gerekir. Çünkü, dini formasyonla yetişen kişiler, eğitimlerinin gereği laikliği içselleştiremedikleri için, laik düzeni yozlaştırıp çarpıtırlar. Nilgün Cerrahoğlu’nun da belirttiği gibi, referansı İslam olan bir Müslüman’ın laik devleti yöneteceğini söylemek, “ılımlı İslam” modelini tanımlar. Böylece içi boşaltılan laiklik “araçsallaştırılan bir malzeme” olmaktan kurtulamaz. (Cumhuriyet, 17.09.2011) “Demokratik Şeriat” önerisindeki “demokrasi” ne kadar aldatmacalı ise, ılımlı İslam modelindeki de o kadar sisteme yabancıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de demokrasi ile şeriatın bağdaşmadığını kararında vurgulamıştır. (Refah Partisi kararı)

Eğer laikliği “din ve inanç özgürlüğü”ne indirgerseniz, böyle bir sistemde devlet tüm inançlara, inanmayanlara eşit uzaklıkta kalacağından, “dini kurallara göre yaşamak isteyenlere” de hoşgörü gösterileceğini peşinen kabul etmişsiniz demektir. Bu düzende, cebir ve şiddet içermeyen her türlü irticai etkinliğin de yolu açılacak demektir. Oysa iktidar gücünü tek başına ele geçiren bir siyasal akımın, İslami devlet düzeni kurması için “cebir ve şiddete” gereksinmesinin olmadığı, her istediği yasal ve yönetsel düzenlemeyi iktidar gücüne dayanarak yapabileceği, böylece tüm anayasal kurumları güdümüne sokacağı, yasama ve yargıyı bile devre dışı bırakabileceği, tüm gücü yürütmede birleştirebileceği ve istediği düzeni bu yolla kuracağı unutulmamalıdır.

Yeni anayasanın doğuracağı sonuçlar bugünden görülmeye başlanmıştır. Sayın Cumhurbaşkanı yasama yılını açış konuşmasında, “Yeni anayasa hiçbir özel fikrin, partinin, ideolojinin ve doktrinin mührünü taşımamalıdır” diyerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu felsefesinin dayanağı olan Kemalist ideolojinin terk edileceğinin müjdesini vermiştir.

Yasamayı devre dışı bırakarak Türkiye’yi KHK’lerle yönetmenin sonuçları tek tek ortaya çıkmaya başlamıştır. Milli Eğitim Bakanlığı KHK ile yeniden düzenlenirken, Bakanlığın “Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı yurttaş yetiştirme” görevine yeni düzenlemede yer verilmemiştir. Bakanlık yeniden oluşturulup birim sayısı neredeyse yarıya düşürülürken, “Din Öğretimi Genel Müdürlüğü”nün, yetkileri artırılarak korunması rastlantı mıdır?

Yine KHK ile Diyanet İşleri Başkanlığı görev yasasında değişiklik yapılarak, yaz aylarında Kuran kurslarına gidecek öğrencilerde yaş sınırı kaldırılmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı, yurt içinde 10.512, yurt dışında 1074 etkinlik düzenlenecek (Cumhuriyet, 30.09.2011, Fırat Kozok) “Camiler ve Din Görevlileri Haftası”nda, laik Cumhuriyet’te böyle bir haftanın varlığı bile tartışmalıyken, bu yılki konunun “cami çocuk buluşması” olduğunu açıklayabilmiştir.

YÖK Başkanı’nın, 2011-2012 eğitim öğretim yılında, bir yasa çıkarılarak katsayı farkının kaldırılacağını açıklaması da tam bu döneme rastlamıştır.

İlahiyatçı yazar Prof. Dr. Hayreddin Karaman, “Her Müslüman, aleni dine, ahlaka, âdâba aykırı bir davranışa – engellemek veya ıslah etmek maksadıyla – müdahale etmekle yükümlüdür” diyerek (Yeni Şafak, 07.08.2011), yeni anayasadan sonra yaşanacak gelişmeyi açık biçimde sergilemiştir.

“AKP’nin, 9 yıldır yasaları seküler nitelikten uzaklaştırmadığına göre Türkiye’yi din devletine dönüştürme çabası yok” diyenlere, Özdemir İnce’nin yazısından alıntıyla yanıt verelim: “Tıpkı İran’da olduğu gibi, önce toplum dindarlaşır. Gündelik hayat dinin katı kurallarının buyruğuna girer. Sonra teokratik (dini) düzen yavaş yavaş devlet iktidarını ele geçirir ve yasaları o zaman değiştirir.” (Hürriyet, 28.09.2011) Bir soru da biz soralım; eğer, siyasal iktidarın laik Cumhuriyet’i dönüştürme amacı yoksa, neden yasamayı devre dışı bırakıp, yargıyı, medyayı, üniversiteleri, orduyu, tüm kamu kurum ve kuruluşlarını, özerk kurumları, mesleki kuruluşları ele geçirip bir “parti devleti” yaratmaya çalışıyor?

Böyle bir anayasanın çalışmalarına katılmanın Tarihi sorumluluğu çok ağır olacaktır.


Bülent SERİM
Anayasa Mahkemesi Eski Genel Sekreteri
ADD Genel Denetleme Kurulu Üyesi
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)