Mustafa Mutlu yeni kitabı Sonra Hayat Yeniden Başlar
Pazartesi, Ekim 17, 2011
Yaşamın mücadele değil, bize sunulan bir armağan olduğunu anlattım
Mustafa Mutlu yeni kitabı Sonra Hayat Yeniden Başlar´ı anlattı
Gazetemiz yazarı Mustafa Mutlu’yla bir yıl önce ilk romanı ‘Rica Etsem Saçımı Okşar Mısınız’ üzerine konuşmuştuk. Zaman hızla geçti ve Mutlu günlük gazete yazılarına devam ederken ikinci romanını da tamamladı.
İlk romanı üzerine konuşurken öğrenmiştim, Mutlu aslında kendini bildiğinden beri yazıyor. Asla yayınlamayı düşünmediği kitapları var.
Bu kitaba gelince; bir aile hikayesi... İnişler çıkışlar, küslükler, aldanmalar, sevinçler arasında Türkiye gündemine dalıp çıkıyorsunuz... Kitabı bitirdiğimde samimi ve sıcak bir duygu seline kapıldım, tavsiye ederim.
* Bir karakter öne çıkmıyor kitabınızda, bu çok dikkatimi çekti. Neden bunu tercih ettiniz?
İnsan bile kendi hayatının kahramanı olamayabiliyor. Bir kahramanı ön plana koymak yerine, herkesin kahraman ya da figüran olduğunu anlatmaya çalıştım. Ama şunu da söyleyebilirim, benim en kenara saklamaya çalıştığım karakter çok sevildi. Enişte kitapta hakkında anlatılanlarla yaşadı ve çok beğenildi... Benim hayatta da kahramanım yok.
* Gençliğinizde, çocukluğunuzda da yok muydu kahramanlarınız?
Dönem dönem öne çıkardığım insanlar oluyordu. Bu bazen ailenden biri bazen yakınlarından politikacı ya da müzisyen biri olabiliyordu. Bence kahramanlarınız o dönemde ihtiyaçlarınızdan birini karşılayan birileridir. Hayat sürekli aynı kahramanla yaşamana izin vermiyor. Hep bir lokomotifin peşine takılarak geçmiyor hayat. Kimi zaman A kişisi kimi zaman B kişisi yakınınızda. Bir bakıyorsunuz çok eski yakınlarınız yanınızda yok. Çok önemli bir gününüzde yepyeni insanlar çok yakınınızda. Bu kitapta öne çıkanlar var ama kahramanı yok kitabın.
* Düğünler ve cenazeler birleştiriyor aileleri, dostları... Böyle zamanlarda ilişkiler dönüşüyor. Burada yaşanan acı günler var. Bu günler bir fırsat mı ilişkileri onarmak için?
Hepimizin hayatında kopmuşluklar var. Bir dönemde bir insan hayatınızda önemli olabiliyor sonra o insan uzaklaşıyor sizden. Bir zaman sonra o insan karşınıza çıktığında neden o insanla ayrı düştüğünüzü, tartıştığınızı unutuyorsunuz. Ve artık insanlar düğünlerde de bir araya gelmiyor. Bir çiçek gönderip kaçıyorsunuz. Zor günlerden kaçılmıyor. Benim de zor gün tanıklıklarım var. Uzak düştüğünüz insanlarla böyle günlerde önce kuru bir selamlaşıyorsunuz. Zor süreç uzadıkça önce yüzeysel konuşuyorsunuz, vakit varsa yüzleşiyor, derin bir hesaplaşma yaşanıyor. Ama üzerinden zaman geçtiği için affedebiliyorsunuz. O insanı yeniden kazanabiliyorsunuz.
Benim bu hikayeyi yazarken bir mesaj kaygım yoktu
* Bir annenin zor günleri... Kitabınızın odağında bu var.
Çünkü anne toplayıcı. Ben de ailenin tüm bireylerini anlatmak istedim. Sonuçta aile bireylerini
bir araya getirmek için bir nedene ihtiyacım vardı. Dediğim gibi bu tip aileler düğünlerde bile bir araya gelmiyorlar, ancak zor günlerde buluşuyorlar.
* Kardeşler ama ne kadar farklılar. Dünyaya bakışları, siyasi görüşleri ne kadar farklı.
Bunlar aslında bizlere hiç yabancı değil. Aynı evin içinden nasıl bu kadar farklı insanlar çıkar? diye düşünür ama bunun yanıtını bulamayız. Sanırım siz de bu gözlemlerden hareket ettiniz...
Benim bu hikayeyi yazarken bir mesaj kaygım yoktu. Küçük ölçekli aile fotoğrafını topluma yaymak istedim. Bir ailede bile bu kadar farklı insanlar var. Yaşam tarzı farklılıkları nedeniyle savruluyorlar. Zaman içinde görüş ayrılıkları nedeniyle ayrılıyorlar. Ülkeyi ve dünyayı büyük aile olarak görürsek....
* Bu mümkün mü?
Bence mümkün. Aslında toplumlar ortak sevinçlerde ve üzüntülerde bir araya geliyorlar. Galatasaray Avrupa Şampiyonu olduğunda sağcısı solcusu birlikte sokaklara döküldü. Uzaylılar gelse bugün dünyaya, dünyaya karşı ortak tehdit olacak ve ülkeler birbiriyle uğraşmak yerine düşmana odaklanacaklar.
* Bir umut hep var diyorsunuz, ama hep ortak düşmana da ihtiyaç var, yoksa birbirimizi yeriz!
Evet çok savrulsa da insanlar özünde birbirini severler. Birbirlerinin zor gününde birbirlerine koşarlar. Ben üstümüze yapıştırılan küslükleri hafif bir suyla üstümüzden dökebileceğimizi düşünüyorum. Zor anların yaşaması zor ama zor anlar insanların hayatında dönüm noktasıdır.
Erkekler derin değil hayatı kadınlar sürüklüyor
* Kadın karakterlerinizi daha uğraşılmış buldum... Ben bundan sonra sizin kadın kahramanlı kitap yazacağınızı düşündüm...
Bir kitap var hazırladığım ama roman değil. Daha sonraki kitabın da çatısı belli, o kitap roman ve sanırım haklısın kadınlar ağırlıkta olacak... Seneye yine bu vakitlerde çıkarabileceğimi düşünüyorum. Yazacağım konu evrensel bir konu, bir dert. Bu derdi paylaşanların yüzde 64’ü de kadın...
* Kadın karakterleriniz beni şaşırttı. O yüzden sordum. Sizi gazete yazılarından tanıyan biri olarak şaşırdım... Kadınları böylesine gözlemleyebilen biri olduğunuzu düşünmezdim.
Kadınlar çok renkli... Siz özelsiniz ve güzelsiniz... Bunu öylesine söylemiyorum. Erkekler derin değil. Kadınlar sürüklüyor hayatı. Bizi bırakın bir kadın olmasa hayatımızda ne zaman istersek o zaman yeriz, üstümüze ne bulduysak giyeriz. Sade yaşıyoruz sanırım ve sade her zaman iyi değildir, tatsız bir hayattan söz ediyorum. Kadınları hayattan çıkarınca inanılmaz bir molozlar kalır. Renkliliği tabii ki kadınlarda buluyorum. Kadınlarla sohbeti severim.
Kitabımda ölümden duyulan üzüntü ve doğumdan duyulan sevincin buluşması var
* Kitabınızda çok diyalog yok. Aksine hep iç seslere yer vermişsiniz. Neden bunu tercih ettiniz?
Evet, hep iç konuşmalar var. Ben bunu çok önemserim. Burada seninle konuştuktan sonra eve gidene kadar ‘Elif’e şunu söyleseydim ya da söylemeseydim’ diye düşünüp kendi kendimi yiyeceğim. Çok ilginç bir şekilde psikologlar 12-13 insan karakteri belirliyorlar ama ben hep şunu merak ediyorum, dünyada 7 milyar insanın nasıl hepsi birbirinden farklıysa karakterler de farklı. Herkesin karakteri birbirinden küçük nüanslarla ayrılıyor... Bu da beni heyecanlandırıyor. Ben seninle konuşurken çeşitli karakterlere girebilirim ama kendimden saklayamayacağım gerçekler var. Kendimle hesaplaşmalarım var.
* Erkekler içlerinde konuşurken kadınlar daha çok paylaşıyor desem...
Haklısın. Ben dünyadaki sözlük sayısının kadına ve erkeğe eşit dağıtıldığını düşünüyorum ama evet, erkekler o kendilerine yüklenen savaşçı misyon gereği daha az konuşuyor. Erkekler duygularını daha çok saklıyor. Ben bunun derdini çeken biriyim. Belki sen şuna ‘ne kadar kötü’ diye söyleyebiliyorsun, ben bunu 5 yıl içimde konuşuyorum .
* Kitabınızda okumuş, farklı yaşlarda karakterler var, ülke gündemimiz var ama yer belirtmiyorsunuz... Son dönem yazarları karakterlerini tanıdık yerlere götürüyor...
Aktardığım anekdotlar dönemsel de olsa ben bu olayların 50-100 yıl önce de dünyanın farklı bir köşesinde yaşanabileceğini düşünüyorum. Zülfü Livaneli de yazmış, ölümden duyulan üzüntü ve acıyla yeni bir doğumdan duyulan heyecan ve sevincin buluşması var kitabımda. Ben bunu işlerken bunu belli bir zamanın ve yerin ürünü olarak göstermedim.
* Sizin için her şeye rağmen hep umutlu desem...
Umutluyum ben. Aksi takdirde yaşayamam. Sevgisiz insan yok ama sevgiyi unutmuş, sevgiden korkanlar var. Hayatın bizi ittiği roller var. Dost sohbetlerinde, sevdiğiniz bir kadının yanında, sarhoşken içinizdeki çocuksuluk ortaya çıkabiliyor. En sert insanlar da bile bu oluyor. Yapay unvanlar var üzerimize yapışan. İlk önce öğrenci sonra meslek sonra koca veya karı, baba-anne etiketi var. Kendi ellerimizle yaptığınız bir hayat değil. Şablonlar var ona uyuyorsunuz. Bazı insanlar bu şablonlara kolay uyuyor bazıları yapamıyor.
* Herkes daha iyi bir yaşam istiyor, daha çok mutlu olmak, daha çok kazanmak, başarmak...
Yaşam neden mücadele olsun? Herkes yaşam mücadelesi veriyor. Yaşam bize sunulmuş bir armağan değil mi? Ben bunu anlatmaya çalıştım. Hayat yeniden başlar.
Benim ailem de çok farklı bir ailedir
* Sizin ailenizi merak ettim. Siz de geniş
bir ailede mi büyüdünüz?
Benim de ailem geniş. 4 kardeşiz. Hepimiz evliyiz. En büyük ablamız, biz 3 erkek kardeşiz. Kitaptakiler biz değiliz ama evet biz de çok farklıyız. Benzer görünen iki kardeş de çok farklı. Bizim de yaşadığımız çelişkiler oluyor.
Kitabımın adını eşim koydu
Kitabıma isim bulmak için çok uğraştım. Önce Hiçlik Odası dedim, sonra vazgeçtim. Kitabın adını da eşim koydu. Bu arada kitabı da benim güvendiğim kadın dostlarım vardır, okur ablalarım okudu. İlk okuyanlar 24 yaşındaki kızım ve eşim, daha sonra da okur ablalarım... Bu arada sen sorunca fark ettim, sanırım benim yakın çevrem kadın. Onlara güveniyorum. Erkek ön okurum yok.
Sıkıştırılmış hayatlar yaşıyoruz...
* Kadına yönelik şiddeti geçenlerde yazdınız. Sizce neden böylesine arttı şiddet? Habertürk’ün kullandığı fotoğrafı gördüğünüzde ne hissetiniz?
17 milyon insan yaşıyor İstanbul’da. Karmakarışık. Metrekareye 3-4 kişi düşüyor. Ne gibi bir akıl sağlığından söz edebiliriz? Akşam yatıyorsunuz yan dairedeki sevişme sesini dinliyorsunuz. Kendi hayatınız var, çocuğunuzu yetiştirmeye çalışıyorsunuz yan daireden hakaretleri duyuyorsunuz. Korkunç. Sıkıştırılmış bir yaşam var ve hepimiz bu basıncı hücrelerimizde hissediyoruz... Bu kadına yönelik şiddet konusunda bir gazeteyi suçlayıp da geçmemeliyiz. Kaç kişi acaba baktı o fotoğrafa, kaç kişi internette birbirine gönderdi?
Vatan
Tags