Ruhat Mengi yazdı:"Mısır’da dayak yiyen kadın ve İzmir olayı!"



“Müslüman Toplumlarda Değişim ve Kadının Rolü” toplantısında Mısır’daki kadın protestoculara değinilmiş ve Başbakan Erdoğan şunları söylemişti:

“Kadınlar değişime önayak oldular, gerekirse yerlerde sürüklendiler ve kendilerine cop sallayanlara karşı yüreklerini ortaya koydular... Tahrir Meydanı’nda tekmelerle, dipçiklerle dövülen hanım kardeşimiz için bu ızdırabı duymuyorsak hep birlikte kendimizi sorgulamalıyız”. Başbakan Mısır’da yüzlerce kadının sokaklara dökülerek yaptığı protesto gösterisi için bunları söylemekte haklıydı ama o kadınlar “tek bir kadının kıyafetleri soyularak askerler tarafından feci şekilde dövülmesi” üzerine sokaklara dökülmüşlerdi ve biz de kısa süre önce İzmir’de polisler tarafından benzer bir dayak olayını yaşadık.

MISIR KADAR OLAMADIK

Türkiye’de bu feci olaya tepki maalesef Mısır’daki kadar büyük olamadı, bizde herkes oturduğu yerden konuşmayı sever, zahmete giremez ya, sokaklara dökülüp “suçluların cezalandırılmasını” isteyeceğimize konuştuk durduk. Bu nedenle de; açılan davada (kendisinin de sorgulanması gereken) Savcı “suçlu polislere hapis cezası bile istemez”ken, iki iri kıyım polisin dayağından yüzü moraran, yerlerde tekmelerle dövülen kadına istediği “6 yıl hapis”in sonucu ne oldu, Kadın Bakanlığı veya Adalet Bakanlığı itiraz etti mi, Kadın Bakanlığı Savcı’yı HSYK’ya şikayet etti mi, İçişleri Bakanlığı suçlu polislere görevden el çektirdi mi hiçbir şey öğrenemedik.

İPE ÇEKME, ADALETİ UYGULA

Bakan “ne yapalım, polisleri ipe mi çekelim” dedi, son duyduğumuz bu oldu. İpe çekmekle “hak ettiği şekilde cezalandırmak” arasında hiçbir ilgi yoktur ve medeni ülkelerde bu durumlarda “ADALET” çalışır, cezası verilir. Böyle kontrolsüz yaratıklar da “psikolojik tedaviyle birlikte” cezaevine gönderilir, göreve devam ettirilmez.

Başbakan Erdoğan’ın aynı konuşmada “Türkiye’de kadınlar açısından kötüye giden bir değişim olmasına, kadına (ve hatta kız çocuklara) karşı şiddetin çok yönlü olarak artmasına ve İzmir olayına” da değinmesini beklerdik. Mısır’da gösterici kadına atılan tekme ve dipçiklerin Türkiye’de olmaması gerekiyor ama burada kız öğrenciler bile yaşıyor bunu, saklamak yerine açıkça konuşmamız ve çözmemiz gerekir değil mi?

POLİS-SAVCI DAYANIŞMASI

Bu olaylarda suçlu polislerden söz ediyoruz ama tabii ki genelleme yapmıyoruz. Elbette Türkiye’de de iyi polisler çoğunluktadır ama “kötüler” onların imajına da gölge düşürüyor. Emniyet Genel Müdürlüğü artık Türkiye genelinde “polislerin kurallara, sınırlarına uyması” konusunda kesin ve acil bir faaliyet başlatmak zorundadır. Gelen şikayetler hızla artıyor.

Son şikayet İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne yemeğe giden ve kadın iş arkadaşlarının önünde sebepsiz yere polisler tarafından hakarete ve saldırıya uğrayan Şinasi Gök’ten (kendisi üstelik “Adliye personeli” imiş) geldi. Anlattıkları inanılmaz ve yine “savcının polis şiddetini saklaması” olayı görülüyor. Sonsuza kadar “polis-savcı dayanışmasıyla paralel bir polis terörü” mü sürdürülecek, bu konu çözülmelidir!

*****


‘Demir Lady’ lakabı Tarhan’a uyuyor!

CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan yaptığı güzel bir konuşmada “Ben krema değil, demir leblebiyim” demiş, ben de “Demir Leblebi’den Demir Lady’e” başlıklı yazımda “bugünün demir leblebisinin geleceğin ‘Demir Lady’si olabileceğini, bunun için gerekli tüm özelliklere sahip olduğunu” yazmıştım. Hemen ertesi gün gazetelerde TBMM Başkanvekili MHP Milletvekili Meral Akşener için “Demir Lady” benzetmelerinin yapıldığını gördüm.

Bence olmaz efendim, Demir Lady lakabı “Ben demiri tercih ederim ama bronz da kurtarır” diyen İngiltere eski Başbakanı Margaret Thatcher için kullanılmıştır ve bu Thatcher uzun başbakanlık döneminde “demokrasiye, onun en önemli göstergesi olan medya özgürlüğüne sonsuz saygısıyla” tanınmıştır. İstifa ederken söylediği “ülkemin, partimin ve diğer arkadaşlarımın yolunu açmak için ayrılıyorum” sözleri bile demokrasiye saygısını gösterir.

AKŞENER’İN MEDYA BASKISI

Meral Akşener ise Tansu Çiller döneminde onunla birlikte medyaya (bugünkü baskıya benzer) baskılar uygulamış, basınla adeta kavgaya girişmiş bir bakan olarak hatırlanır. Siyasi hayatında böyle antidemokratik, baskıcı dönemler olan biri de demokrasiye saygısıyla tanınan “Demir Leydi”ye benzetilemez.

Kısacası, “uysa da benzettik, uymasa da” diyorlarsa devam etsinler ama uymuyor. Emine Ülker Tarhan için ise böyle bir engel yok, gelecekte de göreceğiz zaten kanımca.. Kemal Kılıçdaroğlu, muhalefeti de dürüstçe ve üstelik bilimsel olarak yürüten Tarhan’ı partinin 2’nci adamı yaparsa bu ona ve partisine puan kazandıracaktır, mesele bundan ibaret!

*****


TRT Genel Müdürü özür diledi nihayet..

Eğer işin içine Başbakan ile Başbakan Yardımcısı girmeseydi, onlar Rojin’i aramasa ve yapılanın “yakışıksız olduğunu” söylemeseydi, TRT Genel Müdürü bir sanatçıya yaptığı ciddi hakaret için “benim üslubum bu” deyip geçecekti.

Örnek olması gereken mevkideki insanlar böyle yapınca toplumda olayların arkası kesilmiyor. Bu nedenle özür önemliydi ve sonunda TRT Genel Müdürü “Rojin’den ve kamuoyundan” özür diledi. Bundan sonra umarız tüm kadınlara karşı saygılı bir dil kullanılır ve hiçbir kanalda sözel şiddete uğramazlar.

Ruhat Mengi
Vatan
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)