Başbakan Erdoğan veya Cumhurbaşkanı Gül bugüne kadar genellikle “kendilerine yakın duran” gazeteci ve akademisyenlerin katıldığı programlara çıktılar, iktidar partisi milletvekilleri ise zaten TV programlarına katılma veya açıklama yapma özgürlüğüne sahip değiller, oysa Kılıçdaroğlu’nun bu konuda kırmızı çizgileri yok, herkesle konuşabiliyor, herkesin konuşmasına hatta milletvekillerinin kendi partilerine zarar vermesine bile tahammül gösteriyor (ki AKP Grup Başkanvekili Canikli’ye bile “bu kadarı da fazla” dedirterek.).
ELEŞTİRİDEN KORKMADAN..
Demokrasiye gerçekten inanan partiler, siyasetçiler tartışma programları için hiçbir zaman “orada eleştiri yapılıyor, demek ki bize karşılar, katılmayalım” demez (bkz Fransa, İngiltere gibi ülkelerin tartışma programları).
En demokratik şekilde tüm partilere gerekli soruları soran ve doğal olarak da en çok icraatlardan sorumlu “iktidar partisinin uygulamalarını, yöntemlerini” tartışan programlardan kurtulmak için çözümü; “taraflı” olduklarını öne sürmekte ve onların ekrandan kaldırılması için elinden geleni yapmakta aramaz. Özellikle de tüm kanallar “gerçekten taraflı” programlarla doluysa ve bunlara hiçbir tepkileri olmuyorsa..
Bir iktidar, bir yanda bunları yaparken veya yazdıkları kitaplar, yazılar nedeniyle cezaevine gönderilmiş gazetecilerin aslında “terör örgütü üyesi oldukları için hapsedildiklerini” söylerken, demokrasinin can damarı olan “ifade özgürlüğüne, basın özgürlüğüne” saygılı olduğuna inandırabilir mi?
İşte Pazar günü Kılıçdaroğlu’nun en ufak bir rahatsızlık duymadan kendisine muhalif, hemen her programda eleştiren gazeteci ve akademisyenlerin her sorusuna cevap vermesini izlerken bunları düşündüm!
*****
Füze kalkanı tehditleri sürüyor!
İran daha önce de aynı tehdidi savurdu, ben daha önce de o tehdidin arkasından aynı soruları sordum, gelen panik mektuplarına bakılırsa hiç şüphe yok “başta Kayseri halkı olmak üzere” milyonlarca vatandaş da soruyor ama tek cevap, tek rahatlatıcı açıklama yok Hükümet’ten..
ABD’nin casus uçağı Sentinel İran tarafından ele geçirilmiş. Amerika yalanlıyor, onlar görüntülerle cevap veriyor ve İran’lı bir vekil “ele geçen casusluk araçları geri verilmez, ABD istese de bu uçağı geri vermeyeceğiz. Eğer İran’a herhangi bir saldırıda bulunurlarsa önce Malatya’daki füze kalkanı sistemini hedef alacağız. Bu İran’ın hakkıdır ve kesinlikle yapılacak” açıklaması yapıyor..
BİZE NE ABD-İRAN KAVGASINDAN?
Daha önce İran’ın Milli Savunma Bakanı söylemişti, şimdi de İranlı vekil söylemiş, peki Türkiye’den hiçbir cevap verilmediğine göre biz bunları duymazdan mı geleceğiz? “İran’da nükleer tehdit var, bölgeyi huzursuz ediyor, öyleyse biz de ateşe atlarız” mı diyeceğiz, bu mudur?
İyi de vatandaş olarak baktığında nükleer tehdit İran’da da var, İsrail’de de var, Rusya’da da var, bunların nöbetçiliğini yapmak bizim işimiz mi? ABD ile İran kapışacaksa neden önce biz hedef olacağız?
TÜRKİYE’Yİ FEDAİ SEÇTİLER
Avrupa ülkelerinin bu “füze kalkanını istememe” sebebi buydu, başka ülkelerin kapışmasında da kendileri okka altına gidecek, direkt olarak füze kalkanının hedef olmasından, bulunduğu bölgenin ve halkın zarar görmesinden kurtulamayacaklardı. Baştan reddettiler, biz ise anında kabul ettik. Çok kahramanız ya, aman halel gelmesin.. İlk günden beri “bu riskleri ve ayrıca kalkanın biyolojik tehlikelerini” soruyor, Hükümet’in toplumu bilgilendirmesi gerektiğini hatırlatıyoruz ama tık yok.
ABD, İsrail ya da bir başka ülke ile İran’ın kapışmasında “ilk hedef olacağımız”ın defalarca açıklanması üzerinde durulacak ilk konudur ve “Şike Yasası”nın sebep olduğu kargaşayı görünce böylesine hayati bir konudaki bu umursamazlık insanı korkutuyor. Hükümet’in en kısa zamanda İran’ın ısrarlı tehditlerine cevap vermesi ve topluma açıklama yapması gerekir.
*****
Dişiler ülkeyi terk etsin!
İzmir’de polislerin kadın dövmesi olayı ve buna bütün Türkiye’nin “izleyerek” şahit olması, utanmadan iki erkek bir kadına sille tokat girişmeleri... Dayakçı polislerin tepelerindeki kamerayı bile takmamaları, Adli Tıp’taki doktorun yanına “şiddete uğrayan kadın” girmeden içeri dalıp onu baskı altına almaları, daha sonra mağdur kadın vatandaşı ve ailesini ölümle tehdit etmeleri... Doktorun, kadının uğradığı şiddeti saklayan rapor yazması...
Savcının akıl almaz ve kendisi sorgulanmayı hak edecek şekilde “polisleri hapis cezasız kurtaracak ama mağdura ağır ceza getirecek” karara imza atması... Bu son olay gerçekten bugüne kadar sabrımızı taşıran diğerlerinin üstüne tüy dikti. O diğerlerini de hatırlayınca Türkiye’de artık alenen, açıktan açığa yargısından Adli Tıp’ına kadar “kasıtlı ve fütursuz bir kadın düşmanlığı” olduğunu kabul noktasına geliyoruz.
KAÇSINLAR MI, NE YAPSINLAR?
Hatta N.Ç. olayındaki dehşet verici mahkeme ve Yargıtay kararlarını, Siirt’te “4 öğrenciye toplu tecavüz” olayında yine suçluları kurtarma gayretlerini hatırlarsak “kadın ve çocuk düşmanlığı” diyebiliriz. İnsanın midesi bulanıyor uzay çağında bu ilkelliği, bu iğrenç olayları ve iğrenç kararları görünce.. Ne yapsın “dişi doğanlar” yani, polise bile güvenemiyorlarsa, şiddet uygulayanların-tecavüz edenlerin arasında polisler de varsa ne yapsın kaçsınlar mı? Yoksa kız çocuk doğuranlar yavrularıyla ülkeyi mi terk etsin?
Bunu yapamayanlar sonsuza kadar alçakların saldırısına mı uğrasın? Adalet olmayınca vatandaş buraya varıyor işte!
Ruhat Mengi
Vatan