Siz bütün dünyanın tanıdığı, milyonlarca insanın izlemek için konser biletlerini aylar önce kapıştığı bir sanatçınızın Twitter’da bir izleyicisinden gelen mesajı izleyenlerine yolladığını gerekçe göstererek 1.5 yıl hapsini isterseniz bunu dünya anlayamaz.
Üstelik kendisine gelen tweet’i retweet yaptı diye bunu “halkın dini değerlerini aşağıladı” şeklinde yorumlayarak suçlayan savcının anlayışını hiç anlayamaz.
Bunu Türkiye’de de pek çok insan da anlayamaz.
Ama çağdışı dünya görüşünün karanlığına kapılmış insanlar bunu çok iyi anlarlar ve alkışlarlar. Nitekim öyle de oluyor.
Benim hep hayret ettiğim şudur. Ne zaman bu ülke uluslararası bir değeri yetiştirirse ve o kişi tırnaklarıyla kendini dünyaya kabul ettirirse hemen onu karalamaya, hatta yok etmeye dönük girişimler başlar.
Örneğin Fazıl Say, Orhan Pamuk, Yaşar Kemal, Gazi Yaşargil… Bundan 50-60 yıl önce de Nazım Hikmet…
Bu değerlerin hepsi dışlanmış, bazıları akıl almaz çileler çekmişlerdir.
Orhan Pamuk’la yıllarca uğraştık. Adam bileğinin hakkıyla gitti Nobel Edebiyat ödünü aldı insanlarımıza yine yaranamadı. Yıllarca onu yerden yere vurduk.
Fazıl Say her yıl 5 kıtada 100-120 konser veriyor. Bu konserlerde Türk sanatcısına dünyanın en ünlü orkestraları eşlik ediyor.
Dünyanın en çok konser veren ve salonları dolduran üç beş piyanistinden biri Fazıl Say.
Üstelik çok sayıda muhteşem besteleri bestesi var.
Bugün Fazıl Say’ı yok etmek isteyenler şunu düşünemiyor olabilirler. Fazıl Say ölümsüzdür. Bizler hepimiz öleceğiz ve unutulacağız. Ama Fazıl Say hep yaşayacak.
Senfonileriyle, konçertolarıyla, piyano parçalarıyla, orkestra parçalarıyla ve kendisini çağın yorumcusu yapan CD’leriyle…
Ne istiyoruz, birileri ne istiyorlar? Fazıl Say’ın bu ülkeden çıkıp gitmesi için ellerinden geleni neden artlarına koymuyorlar?
Yaptıkları yetmiyormuş gibi şimdi de yargılamaya kalkıyorlar.
Bu garip tutumu dünya anlayabilir mi?
Sanatçılara saygılı ve hoşgörülü olmayı öğrenmek için daha ne kadar zaman geçecek?
Şunu herkes bilmeli ki bu olgunluğa ulaşamadığımız sürece bu ülkeden sanatçı çıkmaz.
Ve bu ülke uygarlık çizgisini de yükseltemez.
———–
Kadife sesli sunucu yok artık
Orhan Boran bir dönemin fenomeniydi. Bizim kuşağın da idolüydü.
Onu dinleyebilmek için radyoların içine girerdik. O kadife sesiyle ne kadar efendi ve kibardı. Küfür ve hakaret etmeden esprilerini yapar insanları kırıp geçirirdi.
Uzun zamandan beri hasta olduğunu duyuyordum. Ziyaretine gitmek çok istedim ama rahatsız etmekten korktuğum için bu görevimi yerine getiremedim.
Bir süre Milliyet’te birlikte çalıştık. Yazılarını bazen gazeteye gelir yazar bazen de evinden yolardı. Okuyup dizgiye gönderirdim.
O kadar düzenli yazardı ki onun yazılarına bir virgül dahi koyduğumu anımsamıyorum.
Pelül kağıda yazdığı yazı orijinalleri pırıl pırıldı.
Oturduğunuz, ya da birlikte bir iki kadeh bir şey içtiğiniz zaman kesinlikle komiklik yapmak gibi bir çabası olmazdı. Çok kültürlü bir insandı. Hemen her konuda inanılmaz bir bilgiye sahipti.
Orhan Boran belki bir batı ülkesinin insanı olarak dünyaya gelseydi hiç kuşkunuz olmasın bir dünya starı olurdu.
Nur içinde yatsın.
————–
Amaç Uludere’yi unutturmak
Başbakan Uludere’yi unutturmak için iki gündür kürtajla yatıyor, sesaryenle kalkıyor.
Başbakan’a göre kürtaj olayı Türkiye’yi yok etmek için bir sinsi plan olarak yürütülüyor. Başbakan bundan emin. O nedenle kürtaja da sesaryen’e de karşı olduğunu söylüyor.
Demek ki Uludere olayı Başbakan’ın başını epeyce ağrıtıyor. Bir an önce bu konu gündenden düşsün istiyor.
Eğer kürtaj-sesaryen Uludere’yi unutturmaya yetmezse Başbakan gündeme yeni konular getirecektir.
Ama Başbakan isediği kadar çabalasın Uludere olayının unutulması çok zor.
34 kişinin öldüğü bombardıman emrini kimin verdiği açıklanmadan da bu iş geçiştirilemez.
Tufan Türenç
