Fransa’da Sol Kazandı. Ya Bizde?
Salı, Mayıs 08, 2012
Pazar günü yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Fransız seçmeninin yüzde 51.7’sinin 17 yıl sonra ilk kez bir sosyaliste oy vermesi, Batı Avrupa’nın en büyük ülkesinin umudunu sola çevirdiğinin göstergesidir.
Yorumcular iki günden beri, yeni Başkan Hollande’ı bekleyen ekonomik sorunları masaya yatırıyorlar.
Solun değişmez kaderinin, enkaz devralmak olduğunu bilenlerdenim. Ama bugünkü yazı, onları değil; Türkiye Solu’nun durumunu büyüteçe almayı gerektiriyor.
Çünkü ivedi olan da bizim için yaşamsal önemi olan da budur.
Önümüzdeki pazar günü, hem nüfus açısından; hem de ekonomimizin asıl yükünü taşıması gereken sanayimiz ve o alanda çalışan emekçiler açısından ülkenin en büyük kenti olan İstanbul’da ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi, yeni il başkanını ve yönetim kurulu üyelerini belirleyecek.
Gündüzleri 17 milyonu bulan bir nüfus, bu sayıdan ortalama iki milyon eksiği ile İstanbul’da ikamet ediyor. Ötekiler de iş ağırlıklı olarak günübirliğine gidip gelenler ve turistlerdir.
Bu ikinci kampta olanlar, batıda neredeyse Edirne ve Tekirdağ sınırlarına dayanmış, doğu sınırları Kocaeli’ne “Sen de gel benim ilçelerim arasına gir” diye flört eden bu Osmanlı’nın son payitahtı, milli misak sınırlarımızın içinde yaşayan herkesin politik kaderine de egemendir.
Bu egemenliğin bilincinde olan her siyasi partinin öncelikle İstanbul’da yarışın varış noktasına giden uzun yolu çok iyi bilmesi; o yolu oluşturan coğrafyayı en küçük ayrıntılarıyla öğrenmesi gerekiyor.
İtiraf edelim ki AKP bu coğrafyanın gereğini en iyi kavrayan parti olduğu için; kentin Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nda da şehir ve belediye meclisinde de çoğunluğa sahiptir. Bir zamanlar aynı çoğunlukla belediye ve il genel meclislerinde kazanılmış başarının arkasında kuşkusuz Ecevit’in CHP’ye getirmiş olduğu çalışma temposu ile özellikle varoşlarda oturan seçmenleri kucaklayan söylemler; onlarla kurulan sürekli diyaloglar vardı.
Dahası o diyalogları kuracak, Ali Topuz’lu, Aytekin Kotil’li, Ahmet İsvan’lı, Necdet Uğur’lu yerel önderler de vardı. Benim yarım yüzyılı çoktan aşmış olan siyasi birikimim, partilerde yönetim kadrolarında görev alanların gecelerinin evlerinden daha çok parti lokallerinde ve o lokallere bağlanmış mahallelerdeki kahvelerde, ev gezilerinde geçmesi gerektiğini söyler.
Pazar günü İstanbul’da CHP kongresi toplanacak ve yeni il başkanı ile yönetim kadrosunu seçecekmiş.
Gazetelerde yer alan kulis haberleri, Sayın Oğuz Salıcı ile Sayın Ali Özcan’ın aday olduklarını yazıyorlar. Bugünkü İl Başkanı Salıcı’nın da, kendisinden önce bu dönemde İstanbul örgütünün başına atama yöntemi ile getirilmiş olan öteki başkanların da, mesela “CHP’yi bir zamanlar yukarılara tırmandırmayı başaranlar, acaba bize neler tavsiye eder?” diye bir düşünceyi zihinlerinden geçirdiği söylenebilir mi?
İkinci isim, daha önce de genel seçimlerde Elazığ’dan milletvekili adayı olduğu zaman sözünü ettiğim Ali Özcan.
12 Eylül darbesi sonrasında, partisine bağlılığını, çalışma ofisini sıkıyönetim mahkemeleri ile cezaevi arasında mekik dokutulan Ecevit’e tahsis eden ve ihalelerine girdiği büyük devlet inşaatlarını, baraj yapımlarını üstlenme tehlikesini göze alan işadamı. Ama sapına kadar sosyal demokrat bir kişi.
Şayet CHP üyesi olsaydım, oyum bu nedenle Ali Özcan’ın olurdu.
Orhan Birgit
Cumhuriyet
Tags