GDO’lu ama dindar nesil!


Dünya gazetesinden Sayime Başçı’nın haberinde kamuoyuna “Yaklaşık 850 milyar dolara ulaşan ticaret potansiyeli ile alternatif pazar arayışındaki ihracatçının gözdesi olan helal gıda pazarı, Türkiye’de diyanet prosedürüne takıldı. Geçtiğimiz yıldan bu yana tek yetkili olarak kılınan Türk Standartlar Enstitüsü ile diyanet işleri arasındaki uyumsuzluk ise bu ülkelere olan ihracatı neredeyse durdurmuş vaziyette. TSE sertifikalandırmalarında diyanet onayının olmaması, kırmızı et ve ürünleri ihraç etmek isteyen firmaların kapıdan dönmesine sebep oluyor” bilgisi verildi.
Habere göre konu ile ilgili soruları cevaplayan TSE Genel Sekreterliği de TSE’nin Helal Gıda Uygunluk belgelendirmesinin her aşamasında Diyanet İşleri Başkanlığı ile işbirliği içinde olduğunu aktardı.
Ardından, birçok üreticiye bir mesaj gönderildi: Bu mesajlardan biri şöyle:
“Diyanet İşleri Başkanlığı ile işbirliğine giden TSE, kayısı işletmelerine ve üreticilerine ’Helal Gıda Sertifikası’vermeye hazırlanıyor.”

***

İhracat yapılan İslam ülkelerinin dini bir kuruluştan onay belgesi istemeleri sebebiyle böyle bir yola ihtiyaç duyulduğu öne sürülüyor. Bu sebeple ihracat yapan şirketler, basına bilgi vererek kamuoyu oluşturmaya çalışıyor denilebilir.
Haberde çok enteresan bir bilgi daha var:
“Bugün bölgeye ihracat yapmak isteyen pek çok Avrupa ülkesi de Malezya veya Türkiye’deki sertifikasyon şirketlerinden aldıkları islami usullere uygunluk sertifikası ile bölgeye ihracat yapıyor. Bu noktada sertifikasyon sürecinin yolunda gitmesi durumunda, lojistik ve dini avantajlardan ötürü Türk firmaları için 5 milyar dolarlık büyümeye hazır bir pazar söz konusu.”
İyi güzel de Avrupa şirketleri, hayvan kesiminde İslam’ın getirdiği kurallara uyuyor mu? Uyması mümkün mü? Böyle bir alt yapıları var mı? O halde İslami kurallara uymadıkları halde Türk veya Malezya sertifikasyon şirketleri, Avrupa ürünlerine nasıl “Helal Gıda” sertifikası verebiliyor?

***

Diyanet, böyle bir onay verirse, rejim tartışmalarına konu olur mu olmaz mı tartışması yapılabilir ama bundan da önemli gelişmeler var. Diyanet’in “Helal Gıda onayı” verip vermemesini bir an için unutalım, birkaç gün önce TBMM’den bir yasa geçti ve hayvan yeminde kullanılan genetik yapısı değiştirilmiş gıdaların ithalatı serbest bırakıldı. Hayvanlar, genetik yapısı değiştirilmiş gıdalarla beslenince onlardan elde edilen et, süt ve peyniri kullanan insanlar, yani Türkler veya Türk işadamlarının yapacağı ihracat sonucu bu ürünleri tüketen Müslümanların durumu ne olacak?
Bir de bütün Türkiye’de yaygınlaştırılmış markalı patlamış mısır tezgâhları var. Bu mısırlarırn büyük çoğunluğu Amerika’dan ithal edilmiş değil mi? Amerikan mısırının büyük ölçüde genetik yapısı ile oynanmış mısır olduğunu bu ürünleri tüketenler biliyor mu? Halka bu konuda en küçük bir uyarı yapıldı mı?

***

Deneylerde genetik yapısı değiştirilmiş gıdalar ile beslenen farelerin üç nesil sonra ağızlarında bile kıl çıkıyor. Yani genetik yapıları bozulduğu için hilkat garibesine dönüyorlar. Zaten Türklerin geretik yapısını özellikle araştırdıklarını, Oktar Babuna için toplanan kanların ABD’ye gönderildiği günden beri herkes biliyor.
Peki Türklerin ve Müslümanların yaradılış şifreleri ile oynanmasına Diyanet İşleri Başkanlığı’nın veya siyasi operasyonlardan başını alamayan dini grupların bir diyeceği yok mu?
“Dindar nesil” yetiştirmek isteyen Tayyip Erdoğan, Amerikan firmalarının baskılarına boyun eğerek; genetik yapısı bozulmuş, bir süre sonra da tamamen kısırlaşmış nesiller yetiştirilmesine aracı olmuyor mu? Hani üç çocuğu dört çocuğa çıkarmıştı? Genetik yapısı bozulmuş anne babalar, üç veya dört çocuk sahibi olabilecek mi acaba? Olsa bile bunlar sakat doğarsa bir çare bulunabilecek mi?
İşte asıl irtica budur! Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’e göre İslam’ın ana kaynağı Kuran, irticayı hem de irtica kökünden bir kelime kullanarak “ehli kitap hesabına işleyen fitne” olarak tanıtmaktadır.
GDO’lu Türk nesilleri kimin hesabıdır?

Arslan Bulut
Yeniçağ

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)