Savaş çığlıkları

Hayrettin


İkinci Cihan Savaşı’nın sonlarına doğru, 1940’lı yıllarda “kahveye çıkmaya” başlamıştık, ürkerek girer, belli belirsiz bir selam verirdik, çoğu bizim kahveye gelişimizden memnun değildi, bakışlarıyla, laf atarak belli ederlerdi:
“Buranın da tadı kaçtı, çoluk çocuk dadandı!”
Rahmetli babamız da bizi, birkaç kere kahvede yakalamış, yaka paça olmasa bile dışarı çağırmıştı...
Sonunda şartını koydu:
“Oyun oynamayacaksın!”
O gün bugün hâlâ kâğıt oynamayı beceremeyiz, tavlayı zaten hiç beceremedik, zar atarken etrafı ayağa kaldırırlar, pulları şak şuk diye yerleştirirler, beceremedik gitti, en fazla bildiğimiz “pişpirik”, o da şöyle böyle...
Evet, babamız kahveye gitmemize oyun yasağı koyarak izin vermişti ama, arada sırada ağzımızı da yoklardı:
“-Ne var, ne anlatıyorlar.”
“-Ne olsun, hep savaş konuşuluyor, fırsat bu fırsattı, İsmet Paşa kaçırdı!” diyorlar.
“-Ne yapmalıymışız?”
“-On iki adaya çıkmalıymışız, güneydeki petrol kuyularını almalıymışız, öyle diyorlar.”
“-Olur olur savaşı oyuncak sanıyorlar, merasim kıtasında hazırola geçmeye benzemez, ölüm var ölüm, ya öleceksin, ya öldürüleceksin...”
* * *
Doğrusu bu lafları ona yakıştıramazdık!
Sen Harbiye’de son sınıfta okurken Balkan harbi çıkınca “küçük zabit” diye cepheye git, ölümün kalımın ne olduğunu Çanakkale’de öğren, dön, Harbiye’yi bitir, Kurtuluş Savaşı’na, İstanbul’dan bir İtalyan şilebine ayakkabı boyacısı olarak gir, Antalya’dan Ankara’ya, İnönü savaşları, Sakarya Meydan Savaşı, Büyük Zafer, İzmir’e giriş, göğsünde tek varlığı kırmızı şeritli İstiklal madalyası, emekli olsa da bir subaya, savaştan bu kadar çekinmek yakışıyor muydu?
Böyle düşünüyorduk...
Hele anlattığı öyle bir hikâye vardı ki!
Yıllar sonra Kemal Tahir’in notlarına rastlayınca... (Milliyet 25.03.1982)
Olayın kahramanı Mevlevi Mehmet Nazım Paşa...
* * *
İttihat ve Terakki iktidarda, gündemde Girit var, İttihatçılar memlekete nümayiş yapılmasını istiyorlar. Nazım Paşa da vali... Bundan sonrasını Kemal Tahir’den dinleyin:
“Demişler ki Nazım Paşa’ya: ‘Cemiyetin emri... Ahali meydana toplanacak!’ ‘Neden?’ demiş Nazım Paşa. ‘Girit meselesi demişler, savaş isteyecekler!’, ‘Olmaz öyle şey... Delirdiler mi bunlar!’ demiş. İstibdatın gidip hürriyetin geldiği çıkmış olmalı aklından... Zorlanmışlar, canı sıkılmış. Kalabalık meydanı doldurmuş. Ya Girit ya ölüm diye bağırıyorlar. ‘Savaş isteriz’ diye bağırıyorlar. Miting heyecanı tam İttihatçı kulübün istediği kıvama yaklaşırken bir de bakmışlar, orta yerde, fıkır fıkır kaynayan kalabalığın kıyılarında bir garabet... Nedir demeye kalmadan meydana önce bir fısıltı, sonra bir ölüm sessizliği... Daha sonra panik!.. Meğer rahmetli, sokak başlarına birer masa çıkartmış, pazısına güvenir zaptiyeleri de dikmiş, meydandan çıkmak isteyenleri göz kararıyla askere almaya başlamamışlar mı? Allah yarattı demiyor, ayan oğlu, eşref yeğeni, hacı, hoca, şeyh, derviş tanımıyor. Adı yazılan yallah, kışlaya... Gene bir vaveyla kopmuş ama, deminkisi gibi değil... Can havliyle bağrışıyorlar. İttihat Kulübü’nün ‘Yahu paşam, olmaz böyle şey! Seferberlik mi ilan ettiniz! Bırakın!’ demesine aldırmamış.”
* * *
Diyeceğimiz şu, savaş istemek kolay da, savaşa gitmek zordur.
Onun için rahmetli babamızın tavrı ile Kemal Tahir’in anlattıklarını hiç unutmadık.
Unutulur gibi değil de...

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)