Diyanet İşleri Başkanlığına Göre Nurculuk


EK:2
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞINA GÖRE NURCULUK

"Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu"
“NURCULUK HAKKINDA”(Resimli Posta Matbaası 1964 – ANKARA)

Said Norsi"nin Risale-i Nur eserlerinin ve Nurculuğun İslam"a aykırı ve zararlı olduğuna dair, Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kumlu tarafından verilen 13 adet kararın yer aldığı kitapçığı aynen aşağıya alıyoruz:

NURCULUK HAKKINDA

Resimli Posta Matbaası 1964 - ANKARA

Bismillahirrahmanirrahim
Mübarek dinimizin nurlu yolu, insanlan gerçek îmana, tevhide götüren îslâm hidayeti Kur"ân-ı Kerim ve Peygamberimizin hadîs-i şerifleriyle tesbit ve tâyin edilmiştir. Buna rağmen bu aziz dinin, her asırda bazı aşırı cereyanlar ve Bâtınî hareketlerin tesiri altında gerçek îmana ve esaslarına uymayan alana itildiği de müşahade edilmiştir. îslâm tarihi Haricîlerin, Müşebbihenın, Batmîlerin, Hurufîlerin, imamet fikri ile ortaya çıkanların ve benzerlerinin din adına îsîâma yaptıkları zararlar ile doludur.

Bu aşın ve yıkıcı ceryanların bir kısmı hakikatte siyasî guruplaşma hareketlerini daha tesirli kılabilmek için dinî bir görünüşle ortaya çıkmış, bir kısmı da Kitabin ve Sünnet"in savunucuları olarak görünmüşler, fakat îslâmm tevhid akidesini başka yönlere tevcihe çalışmışlardır. Bütün bu cereyanlar arasında Ehl-i Sünnet âlimleri İslâm"ın doğru yolunu müdafaa babında çalışmışlar, sayılamayacak kadar çok eserler bırakmışlardır. Hicrî 4. asır başlarında îslâm akidesini sistemleştiren büyük kelâmcı Ebû Mansur Mâtürîdî ve Ebu"l- Hasen el-Eş"arî ve daha sonra da Hüccetü"l-îslâm Gazâlî gibileri sünnet yolunun en başta gelen savunucuları olmuştur.

İslâm"ın bu gerçek yolunu gösteren Ehl-i Sünnet ulemasının yanında beliren aşın cereyanların her asırda samimî, gayri samimî akımlar halinde çeşitli şekildeki tezahürleri zamanımızda da çeşitlenmiş, her biri hakkın kendi yanında olduğunu ileri sürmüştür. Bu durumda, selef âlimlerinin yaptığı tevcih hareketine uyarak manevi durumumuzun huzura kavuşmasında, İslâm"ın gerçek hüviyetinin gösterilmesini Diyanet İşleri Başkanlığı ön görmüştür. Bu yönden, İslâm"a ve onun tevhit görüşüne zarar veren, itidalini kaybetmiş cereyanların ve maddeci akımların dinî esaslara uymayan durumlarıyla dine karşı olan görüşlerinin efkârı umumiye ye arzını ve bu meselelerde Müslümanları uyarmayı vazife bilmiştir. Bu hususta Misyonerlik, Komünizm, Batmîlik, Biberîlik ele alınacak, esas hüviyetleriyle ortaya konacaktır.

Bu risalemizde ise bu günlerde Müslümanların zihinlerini fazlasıyla işgal eden Nurculuk adı altındaki cereyan dinî bakımdan incelenerek mü"minlerin bu bapta tenvirine çalışılacaktır.

Said Nursî tarafından yazılan risaleleri ve hususiyle talebelerinin kattıkları ifadeler, keramet, velayet ve Mehdî gibi İslâm âleminin mübarek kelimelerinin Said Nursî"ye isnadı, âyet-i kerimelerin tefsirinde mananın tahammül edemeyeceği tarzda batını ve indî manalar verilmeye çalışılması, bunların dinî yönden tekrar ele alınmasını ve Nurculuğu gerçek Müslümanlık zannedenleri uyarmayı zaruri kılmıştır.

NUR RİSALELERİ HAKKINDA MÜŞAVERE KURULU KARARLARINDA BİLDİRİLENLER:

Nur Risaleleri, Said Nursî talebelerinin ilâveleri ve tekrarlan ile meydana getirilmiş takriben 130 küsur eserden ibarettir. Bu risaleler hakkında daha önce Başkanlığımız Müşavere Kurulu üyeleri tarafından bilirkişi sıfatıyla ve yahut Kurulun mütalaası olarak bazı görüşler açıklanmıştır. Bu raporların hususiyle dinî yönden üzerinde durdukları meseleler şöyle hülâsa edilebilir:

1"Ebcet hesabiyle ve tevafuklarla manalar verildiği, bunların Müslümanlık esaslarına göre dinî ve ilmi kıymeti olmadığı... (1948/323)
2"Risâle-i Nûr"un ve müellifinin manevî işaretle müjdelendiği ve buna binaen vazife sahasında bulunduğu; muhalefetin doğru olmadığı, muhabbetin ise Cenâb-ı Hakk"ın rızasını kazandıracak bir yol olduğu iddiası (1960/156)
3 Nur Risâlelerini toplu olarak okumak bir nevi hizipçilik olduğu (1960/203 no:)
4   "” Risâle-i Nur un dinî mukaddesat arasına katılmak istendiği; yalnız Nurcular için dua yapılarak, Adiislümanlar arasında bir zümre meydana getirildiği ve tefrikaya yol açıldığı (1962/5)
5  Nurculuk propagandası yaptığı (1962/28)
6 Said Nursî ve eserlerinin harikuladeliğinden ve kerametlerinden bahis olunduğu, indî teviller ve mübalâğalı ifadeler kullanıldığı (1962/526)
7 "Said Nursî"nin ve eserlerinin harikuladeliği ve kerametleri hakkında indî teviller ve mübalâğalı ifadeler kullanıldığı (1962/538)
8  Mübalâğalar, indî tevil ve mütalâalar (1962/547)
9   Mübalâğalı indî tevil ve mütalâalar (1962/548)
10  Birtakım indî tevillerle hizipçiliğe müeddı oluşu (1963/506)
11 Kur"ân-ı Kerîm"in harflerinden birtakım manalar istihracına kalkışmak gibi ulemanın ekserisince benimsenmeyen bir yol tutulduğu, Asayi Musa adlı eserinde bazı âyet ve kelâm-ı kibân indî olarak tevil ederek bunların Risale-i Nûr"u tebşir ve teyit ettiği iddiası (1963/520)
12 "Nur Risalelerini Kur"ân-ı Kerîm"in manevî mucizesi olarak göstermesi iddiası (1963/572)
13 "Nur Risalelerinde Said Nursî"nin tasavvufla karışık şahsî görüşleri, mübalâğalı fikirler, indî teviller ve hurûfîlik (1963/669)

Hülâsa, Müşavere Kurulu"nun bazı kararlarında ana hatlarını verdiğimiz meselelerde mübalâğalı fikirler, indî teviller, hurûfîlik, nur risalelerini manevî mucize olarak gösterme, hizipçilik, Millet arasında tefrikaya sebep olma, kerametler, selef ulemasının benimsemediği harflerden manalar çıkarma, Said Nursî nin manevî işaretle müjdelendiği ve benzeri aşın, sınırsız iddialar gerçekten üzerinde durulması gerekli bir meseledir. Kararların müttefikan üzerinde durdukları noktalar ve Nur Risalelerindeki bu tutumun mahzurları Müslüman"ı tehlikeli sonuçlara götürür. Selefin itikat ve ilim görüşüne muhalif olan, yukarıda işaret edilen aşırı beyanlar Nur Risalelerinde sayısızdır. Şimdi bu hususta, tespit ettiğimiz örnekler üzerinde duracağız.

NUR RİSALELERİNİN İLÂHİ BİR İLHAMA DAYANDIĞI İDDİASI:

Nur risalelerinin baştanbaşa İlâhî bir ilhama dayandığı intibaı kısmen Said Nursî, bilhassa naşiri olan talebelerince halka telkin edilmek istenmiştir. Meselâ (îşar ratu"l-icaz) kitabında (Arap harfleriyle teksir s. 281) nur talebelerinden Mehmed Kayalar:

«Risale-i Nur, Kurân"ın bu asırda en yüksek ve en kudsî bir tefsiridir. Hakikatleri semavîdir, Kur anîdir. O halde Kur"an okundukça o da okunacaktır.» der. Hâlbuki İşaratu"I-icaz kitabı Kuran-ı Kerîm"in tamamına şamil bir tefsir olmadığı gibi bu kitabın içindekilere Kur"ân-ı Kerîm derecesinde bir kudsiyet izafe olunması doğru değildir. Bu asırda en yüksek tefsir, denen bu kitap, Bakara sûresinin 31 âyetinin, tefsir ilmi usulüne uymayan indî bir görüşle yapılan bir açıklamasıdır. Diğer risalelerde de âyet-i kerîmelerden rastgele bazıları herhangi bir va"z risalesi halinde ele alınmıştır. Bu durumda nur risaleleri iddia edildiği gibi Kur"ân-ı Kerimin tefsiri değildir.

Meyve Risalesindeki Felâk sûresinin tefsîri, hurûfîlik usuliyle bir tevilden ibarettir. Bu da ötedenberi bilindiği gibi Fıkıh usulündeki tefsir kaide ve şartlarına ve bunca müfessirin (icma) mahiyetindeki görüş ve izahlarına uymaz. Meselâ, bu risalede (Felâk) sûresinin büyücülüğe temas eden 5 inci âyetinde: «Bu ayetin 1328 senesine tevafuk ettiği...» denilerek radyo ile yapılan siyasî telkine hamledilmesi aynı uygunsuz tevillerin bir örneğidir.

Zülfikar risalesinin hâtimesinde, (Arap harfleriyle teksir, S. 4) «Risale-i Nur"un mescid ve mabedlerde, minber ve kürsilerde okunacağı» yazılmak suretiyle hiç bir dinî esere 14 asırdır verilmemiş olan imtiyaz bu esere kazandırılmak istenir. Bu şekilde hareket yani nur risalelerinin mescid ve mabedlerde cemaata okunmasının gerekliliği hakkmdaki tavsiyeler, îslâm dininin ibadet uygulamalarına ve formüllerine uymaz. Çünkü bu gibi yerlerde, okunacak ve manası anlatılacak kitap yalnız Kur"ân-ı Kerîm ve Hadîs-i şerifler olup, bunların nasıl okunacağı ve manasının açıklanacağı da sarih usûllere bağlanmış bulunmaktadır. Cenâb-ı Hakk"m emrinde Hz. Peygamberin fiilinde olmayan bir işi ibâdet haline getirmek din yolunda gitmek isteyene yakışır mı?

NUR RİSALELERİNİN İSİMLERİNİ KOYMADA GARİP İDDİALAR:

Nur risalelerine Hz. Ali"nin, İmam Rabbani"nin, Abdüîkadir Geylânî"nin ad verdikleri iddiası ileri sürülmektedir. Meselâ: Hz. Ali"ye Nisbet edilen Celcelutiye risalesinde (Asayı Musa) tabiri kullanılmış olmasından dolayı, bunu okuyan Said Nursî, bu tabiri bir kitabına ad vermiş ve onun mukaddimesinde Hz. Ali"nin bu kitabı o sözle haber vermiş olduğunu yazmıştır ki, bu, ciddiyetle ve ilimle telif edilemez. Bu telâkkiler tasavvufî batım bir görüş tarzıdır. îlim erbabınca doğru görülemez. Çünkü gaybı, Allah"tan başka kimse bilemez. Her mü"mine ilham vaki olması mümkündür. Yalnız ilhama mazhar olan kimsenin bunun kendisine mahsus kalması ve başkaları için hiç bir surette itikada ve ibadete delil olmaması üzerine öteden beri ulemanın ittifakı bulunmaktadır. îîham ve kanaatler şahsîdir.

(Sikkeyi tasdik-i gaybî) adlı kitabında (Arap harfleriyle teksir S. 91-92) de nur talebelerinden Ahmed Nazif, Hz. Ali"nin (Keramet-i gaybiye) sinde Risale-ı Nur"a (Sıracün-nur) adının verildiğini iddia eder ki, aynı garabettedir, Kur"ân-ı Kerîm"de (Sırâcen münîrâ) yâni: «Aydınlatıcı çerağ» deyimi, Peygamberimiz (S.A.S.) hakkında varid olmuş bir vasıftır. Bunun risale-i nura atfedilmesi yersiz ve indî bir tevcih olur. Bu eserde umumiyetle ifade edilen görüşler bâzı tasavvufî-batınî tevillere dayanmaktadır. Bu gibi teviller, âlimlerince hoş karşılanmamış ve ayetlerin böyle usûl dışında tevillere uğratılması da hiç bir zaman doğru görülmemiştir;

Onuncu hicrî asırda gelen ve o asrın müceddidi sayılan îmam Rabbânî"nin (Mektubat) adlı kitabında (Bediûzzaman) deyimi bulunduğu ve bunu Said Nursî nin benimsediği aynı lâkap dol ay isiyle tefe"ül ettiğine istinaden talebeleri bunu bir tefalur vesilesi yapmışlardır ki, gülünç bir iddiadır.

NUR RİSALELERİNİN ARŞ-I A"ZAMDAN İNDİĞİ İDDİASINDAKİ CÜR ET VE KİTAB A, SÜNNETE DAYANMAYAN AKIL DIŞI TE"VİLLERİ:

Risale-i Nûr"un yüeeliği hakkında propaganda o dereceye vardırılmış ki, (Zülfikar) risalesinde: «Bu hüccetler ve talimatın, bu kelimat ve teşbihatm Arş-ı A"zam"dan indiği muhakkak...» gibi son derece sınırsız iddialarla semavî kitaplar arasına sokulmak istenmiştir. Bu kitapta, kelimat ve tebliğatm Arş-ı A"zam"dan indiği hakkımdaki izah, ifadenin ilhama dayandığını açığa vurmak gayesini gütmektedir. Vahyin Kur"ân-ı Kerîme mahsus bulunduğu ve Hz. Peygamber"den başkasına ait ilhamın delil olmayacağı için böylece bir tutum din ilmince doğru görülemez. Bu gibi uygunsuz ifadeler öteden beri Batınîİerce benimsenmişti.

Böyle aşırı tevillerin bulunduğu (Sikke-i tasdik-i gaybî) eserinin baş tarafında, birinci sayfadan evvel, bizzat kendisi tarafından «Eski medreselerde 5-10 seneye mukabil, inşallah Nur medreseleri 5-10 haftada aynı neticeyi temin edecek ve 20 senedir ediyor.» denilmektedir. Böyle bir şeye imkân var mıdır? Bu zihniyet, Peygamberimizin «Beşikten mezara kadar ilim öğrenin» sözüne uymadığı gibi, İslâmî tahsile de bir suikast olmaz mı? Yine aynı eserde «Bu kitabın neşrine çalışılması, dehşetli günahlara kefaret ve gelecek müthiş belâlara ve anarşistliğe bir set olacağı...» yazılmakta, 41. sayfada: «Kalp istiyor ki şu defineleri, gizli olan lem"alan göstereyim Fakat ne yapayım ki makam kaldırmıyor...» gibi megalomaniye kaçan sözlere rastlanmaktadır. Bu temsiller gerçekle ilgisi olmayan bir takım garip iddialardır.

SAİD NURSİ ASR-I SAADETTEN SONRAKİ DEVRİN EN BÜYÜK ÂLİMÎ İMİŞ! :

(Ankara Üniversitesinde konferans) adlı risalenin 9. sayfasında: «Asn saadet hariç, İslâm Âlemi böyle bir âlim yetiştirmemiştir.» denilmektedir. İslâm fıkhını derlemiş ve Müsîüraanlara bu hususta önder olmuş dört büyük mezhep imamiyle îslâm İnancını dağınıklıktan koruyan iki âlim, yani Ehl-i Sünnet"in itikatta iki büyük imanını, Ebû Mansur Mâturîdî ve Ebu"l-Hasen el- Eş"ar! yi bile küçümsemiş olan yazı sahibi, bunlardan sonra asırlar boyunca gelen ve Hüccetü"Mslâm, Şemsü"l- Eimme, Sadru"ş-Şerîa, Sultânü"l-Ulemâ vesaire gibi şerefli lâkaplarla yüceltilmiş yahut isimlerini bütün Müslümanların, hatta Batı âlimlerinin hürmetle andığı büyük mütefikkirleri, meşhur âlimleri büsbütün unutmuş bulunmaktadır. Fahruddin-i Râzî, Sa"deddîn-i Teftâzânî, Seyyid Şerif Cürcânî, Muhyiddin-i Arabî, Zemahşerî, Aliyyülkari, Şüyûtî, îbn Kayyım, îbn Teymiye, Âlûsî gibi ölmez eserler meydana getiren bu âlimler bunu yazanın meçhulü müdür? Bunların içinde eserleri 400 ü aşanları vardır. Nur talebelerinin, bu değerli âlimleri hiçe seması kadar abes bir şey tasavvur olunamaz.

Görülüyor ki bu eserdeki beyanlarda Said Nursi"nin, Asr-ı Saadet"ten sonra yetişen bunca âlim ve müçtehitlcrden üstün görülmesi, hakikatlare aykırı bir düşünüş tarzıdır.

NUR TALEBELERİNİN ÎSLÂMİ ESASLARA UYMAYAN TE"VİLLERÎ:

İslâmî esaslara uygun düşmeyen sınırsız, aşın üslûp, hususiyle Nur talebelerinin seçtikleri ifade tarzıdır. Bu yolla Said Nursî"yi en büyük müceddit tanıyan Nur talebeleri (Fihrist) mecmuasının sonundaki takrizde şöyle derler:

«Ehl-i kalbin lâtif keşiflerinden birisi de: beklenilen zât bir kitap yazacak, geçmişte hiç kimse ona benzer bir kitap yazmayacaktır. Elhak, Risale-i Nur, bunun güneş gibi delilidir. Evet, onun şakirtleri kat"iyyen îman ediyorlar ki, şimdiye kadar böyle eser görülmemiştir ve kıyamete kadar yazılmıyacaktır. Ehl-i keşif o nur"un tercümanı olan zatı nuranî (mescûnün-nisa) yani müteehhil bulunmayacak, ihtiyar yaşta olacak.,, diye bahsediyorlar. Bu tevafukun her halde başka şekilde izah ve tefsirine ihtiyaç yoktur. Maziden; yani bulundukları zamandan istikbale nazar eden ve bu zamanın halini tarassud eden ehl-i keşfin, keşfe müstenit daha çok beyanları vardır. Kısa keserek sizi onlara bırakıyoruz. îşte Risale-i Nûru yalnız ben medh etmiyorum, onu Hz. Kur"an medhediyor, Hz. Ali methediyor. Gavs-i a"zam methediyor, Hz. Murtaza Celcelutiyesinde Risale-i Nûr"a (bedî) diyor.

Şu halde elbette ki o (Bedîuzzaman) dır, (Fahrü"d-devran"dır).»

Görüldüğü gibi (Nur şakirtleri kat"iyyen îman ediyorlar ki) sözü ile Said Nursî ve onun eseflerini Kurân"ın, Hz. Ali"nin ve diğer büyüklerin methine mazhar kılarak yapılan tevcihler, daha da ileri gidilerek, Kuran-ı Kerimedeki 100 e yakın âyetin ebcet hesabiyle Said Nursî"ye, lâkabına, risalelerine tarih düşürülmesi suretiyle isbat edilmeye çalışılmaktadır. Tılsımlar kitabında 189- 190, Sıkke-i Tasdik-i Gaybı"de 41-95. Ahmed Fevzi"nin Maidetül-Kur"ân"mda 173-191 inci sayfalar, böyle yersiz, sınırsız tevafuklarla doludur. Bunlar Kurân-ı Kerim"in gerçeklerini Said Nursî"ye yönelten zorlamalardır. Hakikatle hiç bir ilgisi olmadığı gibi Kur"ân-ı Kerîm"e ve onun tefsir usulüne bir tecavüzdür ve daha Önce de belirtildiği gibi Batınîlerin maksatlanna ulaşmak için yürüdükleri yoldur. Yukarıda gösterilen mecmuada Bedîüzzaman kelimesinin çıkışına ve Said Nursî"nin şahsına dair yazılar, aşırı bir sevgi sonucunda müritlerin şeyhlerine, bazı talebelerin hocalarına gösterdikleri sınırsız ifratçı tazimleri ifade ediyorsa, da, Hurûfîlik yoluyla âyetlerden mana çıkarılması da Kur"ân"ı anlamadaki kaide ve usullere taban tabana aykırıdır. Bilinmiş olmalı ki, âyet-i kerîmeler böyle keyfî tasarruf mevzuu olmak için nazil olmuş değildir. Mahzâ hidayet olan Kitâb-ı Mübîn"i, hakikatlerini böyle bir yolla açıklamak yüce dinin usulüne aykırıdır.

MEŞRÛTİYET VE CUMHÜRİYET İN KURUCULARI HAKKINDA (SÜFYAN KOMİTESİ) »NE YAPILAN TA"RÎZ:

Said Nursî, Meşrûtiyet ve Cumhuriyetin kurucularına (Süfyan Komitesi) diyerek, onları Hz. Peygamber"e karşı müteaddit harpleri idare eden (Ebû Siifyân) a benzetir. Hâlbuki kendisi vaktiyle Mardin"de siyasetle uğraştığı için, Hilâfet Hükümeti tarafından eli ayağı bağlı bir surette Bitlis"e nefyedildiği, bir zaman sonra İstanbul"a geldiğinde tevkifhaneye ve tımarhaneye gönderildiği 1334 basımlı (İşaret"ül-îcâz) adlı kendi eserinin sonundaki tercümeli halinin 5-6 ncı sayfalarında yazılıdır. Demek ki Hilâfet Hükümeti zamanında da sözleri gayri makul ve zararlı sayılmıştır.

Said Nursî, Afyon müdafaası (Varak 38) ve Arabî Mesnevi (Bir ve ikinci noktalar) kitaplarında şöyle tehdit ediyor: «Size ihtar ediyorum: Kur"ân"a dayanın, Risale-i Nur ile mübareze etmeyiniz. Bu memlekete yazık olur.»  Haşiyesinde «4 defa mübareze zamanında gelen dehşetli zelzeleler (yazık olur) hükmünü isbat eder» denilir. Bu ifadelerde bir rûhî anza göze çarpar, şakirtlerine de aynı hal intikal eder. Meselâ: (Sikke-i Tasdik-i Gaybî) Mukaddemesinde, 5 şakirdin şöyle bir ifadesi vardır:  «... Bu hâdise ise, Müellifin îsparta"yı teşrifini müteakip bir asır içinde bir veya iki defa vukua gelen* bu yaz mevsimindeki yağmurun kesretle yağması olmuştur. Pek hârika bir surette yağan bu yağmur, İsparta"˜nın her tarafını tamamen İska etmiş, nebata da yeniden hayat bahşedilmiş, bağlar bahçeler başka bir letafet kesbetmiş, ekserisi hemen hemen ziraatîe iştigal eden halkın yüzleri Risale-i Nûr un nail olduğu inayetten ve bereketten olan bu yağmurdan istifade ederek gülmüş, Ruhlar inbisat etmiştir.»

Afyon müdafaasındaki bu sözler Batınî usullerine uygun olan bir akîde ve ifade tarzıdır. Nur talebesinin bu hususa dair yazılarında tabiî hâdiseleri böyle izâha; çalışmaları hocalarının kerametini ispat için bir çabadır.

Bunlar, İslâm Dininin akîde, esas ve formüllerinin hududunu aşmış, bu yönden bu yazılanlar îslâma uymayan bir akîde tarzı olmuştur.

Böyle bir teiâkkî, Hz. Peygamberin vârisi olduğunu iddia eden bir insan için asla uymaz. Çünkü Peygamberimizin oğlu İbrahim vefat ettiği zaman tesadüfen güneş tutulmuştu. Bunu Peygamberimizin evlâdının vefatına hamledenler oldu. Peygamberimiz bunu duyunca:

«Güneş ve Ay, Allah"ın nişanlarıdır. Hiç kimse için tutulmaz» diyerek bu gibi sakat zihniyetlerin husulüne mani   ; olmuştu.

CİFİR YOLUYLA ATATÜRK"E SALDIRIŞ :

Said Nursî nin talebelerinin âyet-i kerîmesini cifir yoluyla tevil ederek Atatürk hakkında çok ağır ta"rizde bulundukları görülür. Meselâ bunlardan Ahmed Feyzi, Atatürk"ün 1880 de doğduğunu S ele alarak, «bu tarih, son asırların Tagut-i dalâleti yani sapıklığın azılısı olan kimsenin doğum yılı olduğunu, onun temsil ettiği dalâlet yoluna karşı Kur"ân"m ve ondan nebean eden Risâle-i Nurun meydan okumasını gösterir.» diyor. (Tılsımlar mecmuasının) sonunda da ayni ifade geçmektedir.

ŞAPKA GİYEN VE GİYDİREN KÂFİRDİR! İDDİASI:

Kisvenin îmanla ilgisinin bulunmadığı âşikârdır. Müslümanların şapka giymesi onları kâfir yapmaz. Nasıl ki Yunan Efzun"lannm veya Arap dünyasında yaşayan Hıristiyanların fes giymekle Müslüman olmadıkları malûmdur. Başa giyilen şey îman ve küfür timsali değildir, İtikadın yeri kalptir. Onun tezahürü amel ile belli olur. Buna rağmen Said Nursî, şapka inkiiâbma karşı olduğunu (Afyon müdafaasında) «Arap harfleriyle teksir sayfa 23» belirtmek için bir Hadîs-i şerife şöyle zorlama bir tevil yapar:

«Bir adam sabah kalkar, alnında (bu kâfirdir) diye yazılmış bulunur yani Avrupa gibi başına şapka giyer ve onu cebren giydirir.» diye Atatürk"e telmih eder. Ahmet Feyzi bu konuyu Tılsımlar sonundaki Mâidetü"l-Kur"ân"˜ın 180-181 ve 193. sayfalarında tekrar eder. Yurdumuzun, salibin istilâsından kurtulmasına vesile olan büyük Atatürk hakkımdaki bu tariz, Hadis rivayeti üzerinde çok yersiz bir tasarruftur. Atatürk en mükemmel bir tefsirin yazılması için emir vermiş ve Elmalı"h Hamdi merhumun dokuz ciltlik tefsiri bu suretle meydana gelmiştir.

NURCULUK. MİLLÎ VE DÎNİ BİRLİĞİ PARÇALAYAN ZÜMRECİLİKTİR:

Tarikatçı olmadıklarını söyledikleri halde kendilerini Nur talebeleri adiyle daima ayrı bir zümre telâkki etmektedirler. Tasavvufun usul ve an"anelerini benimsedikleri de görülmektedir. Nur Risaleleri İslâm"ın esaslarım tam dinî bir görüşle değil tasavvufî, keşfî/ ilhâmî, hattâ daha çok, bilinmeyen, anlaşılmayan hurufıliğe kaçan batını ifadelerle anlatmakta, böylece Nurcular kendilerini Müslüman topluluğundan ayırmaktadırlar. Nur talebeleri adiyle zümreleşmek, başka eser okumamak, bu eserleri günahlara kefaret bilmek cemaatten ayrılmak değil mi?

KÜRTÇÜLÜĞÜ KÖRÜKLEYEN SÖZLER:

Nur Risalelerinde Kürtçülüğü körükleyen sözler ayni ayırıcı hareketin en kötü örneğidir. Bir teksirinde Türkiye"nin nüfusunun onda üçü Türk"tür, denilerek huzurunu birlikte bulan bir milleti bu şekilde göstermek ne büyük bir kötülüktür. Kur"˜an-ı Kerim"de, Hadîs-i Şeriflerde dünya ve âhiret saadeti için mü"minler birliğe davet edilirken Said Nursîye talebeleri tarafından (Kürdî) veya (El-Kürdî) diye tevafuklar yapılır. Hatta (Tılsımlar, sayfa 190) ebcet hesabiyle (El-Kürdî)nin şeddeli iki Muhammed kelimesine, şeddesiz iki Muhammed"in de Bedîü"zzamân"a eşit olduğu, Said Nursî"nin en has talebesi Ahmet Feyzi tarafından kaydedilmek suretiyle Peygamberimizde olan hürmetinin eksikliği ve üstadının Kürdîliğe verdiği önem belirtilmiştir.

NETİCE

Netice olarak: Nur Risaleleri Kur"ân-ı Kerîm"in tefsirinden bazı itikat ve îman meselelerini ele almış, yalnız bunlarda tefsir usulüne uymayan indî hatta keyfî, bazı tevillere geçmekle zihinlerde teşevvüşler meydana getirmiştir. Said Nursî imam Rabbanî, Abdulkadir Geylânî ve diğerleriyle kıyaslanarak hepsinin üstünde sayılmış ve bu bazı garip ifadelerle belirtilmiştir.

Nurcuların inanış ve telâkkileri, îslâm Dini"nin Kurân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye deki kaide ve formüllerine uymayan bir akide tarzı olmuştur. Nurculuk dinî meselelerde işi çığırından çıkaran bir istismara ilâveten millî ve İçtimaî konularda da birlik fikrini baltalayan bir zihniyeti temsil etmiştir. Risalelerde gösterileri sırf dinî ifadeler bile yapılan aşın teviller ve keyfî görüşlerle, yukarıda Örnekleriyle gösterildiği gibi mânevi, millî bütünlüğümüzü bozan, gerçek ittikayı gölgeleyen bir hal almıştır. Bu Risaleleri okuyanlar, kendilerini bütün Müslümanlardan üstün görmüşler, yalnız ve yalnız Nurcu olanları cennete ehil, Nur, Risalelerini günahlara kefaret saymışlar ve netice olarak da Nur Risalelerini okumayı bir ibadet haline getirmişlerdir.

Ey Müslüman kardeş! Dine yararlı telif ve irşatta bulunanlar Peygamberimizin hizmetkârları durumunda oldukları için, Kur"ân-ı Kerim"de Peygamber Efendimize* hitap edilmiş âyetleri onların şahsına atfetmek yakışık almaz. Böyle bir telâkkiyi benimsemek de Müslüman tevazuuna sığmaz.

Said Nursî"ye uyanlar Nurcu ise, diğer Müslümanlar zulmetçi midir? Esasen Nur, Kuranındır. Kur"ân ise bütün Müslümanlarındır. Hatta Kur"an bütün âleme gelmiştir. Bir Batılı da, bir uzak Doğulu da ondan feyz alacaktır. Nasıl ki vaktiyle Endülüs, Kur"ân sayesinde bütün Avrupa"ya ilim menbaı olmuştu. îbn-i Rüşdun eserlerini okuyan Hıristiyan din adamları Katolikliğe karşı isyan ederek Protestanlığı ihdas etmişlerdi. Bugün bütün dünyada önem verilen İçtimaî munâvenetin teşkilâtlandırılması hususunda vaktiyle Batı memleketle rinde yapılmış ilk teklif, Endülüs"teki zekât tatbikatını gören bir İspanyol âlimi tarafından olmuştu.

Hülâsa: Kur"ânHL ÎCerîm bütün insanlığın hidayet rehberidir. Asırlar boyunca tslâm âlimlerinin yazdığı eserlerin toplamı dahi Kur"ân İn hakkiyle tefsirini başarmış değüdir. Her biri kendi istidat ve ihtisası olan cihette bir özellik gösterebümiştir, diğer taraflarda basit kalmıştır. Hal böyle iken, Nur Risalelerini Kur"ân"ın en mükemmel bir tefsiri addetmek Allah kelâmımn kıyamete kadar, ondan sonra olacak şeylere ve bütün ilimlere şumûlünü bilememek demektir.

Nurcuların bu gerçeği bilmemelerine imkân yoktur. Onların bizden ayrı kalmasını değil Peygamberimizin (Livâülhamd) adı verilen maneviyât sancağı altındaki birlik ve beraberlik içinde olmalarını dileriz. Livâülhamd= Hamd sancağı, kâinatta mevcut her şeyde Allah"ın yaratıcı sıfat, kudret ve bilgisini görüp takdir edebilen olgun zihniyeti temsil eder. Kur an"m dünyaya hidayet feyzini yaymak için yegâne başarı imkânı, din ve ilmin müstakilen zihinde birbirine refakat edebilmesindedir ki, bu yol Livaülhamd"inı altına giden yoldur. Göklerde ve Arz"da her ne varsa, hepsinin insana müsahhar kılındığı Kur"an"da bize bildirilmiştir. Bu muazzam nimeti kivrıyacak İlmî olgunluğa ancak bu suretle ulaşılabilir. O halde metodumuz bir insanın mahdut idrakini ve mahdut görgüsünü kabullenip onunla yetinmek değil, günden güne zenginleşen ve yükselen ilmi idrak ile Allah Kelâmının manasını değerlendirmek ve böylece dünya münevverlerinin îmanına imkânlar hazırlamaktır. Asıl faydalı olan bu yoldaki hizmettir. Kendi birliğimizi ve dirliğimizi bozan ayırıcılık ve mahdut bir fikre saplanıp kalmak, zararlı bir zihniyettir.

B- Diyanet"in 13 kararı üzerine açıklamalar

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu (eski adıyla Müşavere Kurulu) tarafından Said Norsi"nin eserleri ve Nurculuğun İslam"a aykırı ve zararlı olduğuna dair 13 kararım içeren, Diyanet İşleri Başkanlığı"nın 1964 tarihli kitapçığı, yukarıda 24 sayfa tıpkıbasım olarak aynen yayınlanmıştır. Tarihi ve önemli bir belge niteliği taşıyan bu kararların doğru ve kolay anlaşılabilmesi için bazı kavram ve cümleler hakkında kısa açıklamalar yapmak zorunlu görülmüştür.

1-   Risale-i Nurların ve Nurculuğun İslam"a aykırılığına örnekler

a- 6. sayfa son paragrafta; "Said Nursi tarafından yazılan risalelere hususiyetle talebelerinin kattıkları ifadeler, keramet, velayet ve Mehdi gibi İslam aleminin mübarek kelimelerinin Said Nursi"ye isnadı...." eleştiriliyor.

Bu cümlede geçen velayet, evliyalık, ermişlik anlamına gelir, keramet ise ermiş kimselerin gösterdikleri olağanüstü olaylar demektir. Mehdi ise ahir zamanda, yani dünyanın sonu yaklaştığında gelmesi ve dünyayı iyilik ve adaletle dolduracağı beklenen mübarek zat demektir. Kısacası Nurcuların Said Norsi"yi evliya, ermiş kişi, olağanüstü olaylar sergileyen kişi, hatta Mehdi olan kimse olarak gördükleri ifade ediliyor ve bu anlayış eleştiriliyor.

b- Aynı paragrafta, "Ayet-i kerimelerin tefsirinde mananın tahammül edemeyeceği tarzda bâtınî ve indi manalar verilmeye çalışılması" eleştiriliyor.

Yani "Said Norsi"nin risalelerinde, ayetlerin manalan normal anlamlan dışına çıkarılıyor. Batınî yani gizli, kendine göre manalar veriliyor, ayetlerin esas anlamları saptırılıyor" deniliyor. Batmilik, İslam tarihinde de sapkın bir mezhebin adıdır.

Bâtıniler, Kur"an-ı Kerim"e asli ve açık anlamı dışında sapkın batini, yani gizli anlamlar veren kimselerdir. Bu cümlede Said Norsi Bâtınilikle suçlanıyor.

c- 7. sayfada, 1. maddede, "Ebcet hesabıyla ve tevafuklarla manalar verildiği, bunların Müslümanlık esaslarına göre dini ve ilmi kıymeti bulunmadığı..." ifade ediliyor.

Said Norsi eserlerinde ayet-i kerimelerden kendi lehine olmak üzere ebcet hesabıyla çok çeşitli ve yersiz manalar çıkarıyor. Hatta bu yolla birçok ayette kendisine ve risalelerine işaret edildiğini, o ayetlerin kendisini tasdik ettiğini iddia ediyor.

Din İşleri Yüksek Kurulu, 1948 tarih ve 323 no"lu karan ile Said Norsi"nin bu türlü ebcet hesabıyla ayetlerden manalar çıkarmasının İslami ve ilmi bakımdan değerinin olmadığını, dolayısıyla bu manalann doğru bulunmadığına karar veriyor.

Said Norsi"nin eserinde yüzlerce defa ebcet hesabıyla ayetlerden böylesine İslam ve ilim dışı, değersiz ve yanlış manalar çıkanlmıştır.

ç - 7. sayfa, 2. madde:

"Risale-i Nur"un müellifinin manevi işaretle müjdelendiği ve buna binaen vazife sahasında bulunduğu, muhalefetin doğru olmadığı, muhabbetin ise Cenab-ı Hak"km nzasını kazandıracak bir yol olduğu iddiası (1960-156)" eleştiriliyor.

Bu ifadelerin açık anlamı şöyle: Risale-i Nur yazan Said Norsi, Allah"ın kendisine manevi bir işareti, bir görev vermesi ile Nurculuk işine girişmiş, risaleler yazmış, dolayısıyla "Said Nursi"ye karşı çıkmak doğru değil, ama onu sevmek Allah"ın nzasını kazanıp cennete gitmeye yol açar" diyorlarmış. Kararda bu anlayışın yanlış olduğu, İslam"a uymadığı açıklanmış oluyor.

d- 7. sayfa, 3. madde:

"Nur risalelerini toplu olarak okumanın bir nevi hizipçilik olduğu (1960-203)" ifade ediliyor.

Hizipçilik, grupçuluk ve bölücülük anlamına geliyor. Yani Nurcular, Müslümanlar arasında bölücülük, grupçuluk yapmakla suçlanıyor Din İşleri Yüksek Kurulu"nca.

e- 7. sayfa, 4. madde:

"Risale-i Nur"un dini mukaddesat arasına katılmak istendiği, yalnız Nurcular için dua yapılarak, Müslümanlar arasında bir zümre meydana getirildiği ve tefrikaya yol açıldığı (1962/5)" belirtiliyor.

Yani "Nurcular, Risale-i Nur kitaplarını kutsal kitaplar, Said Norsi"yi de keramet sahibi evliya, mübarek adam, hatta Mehdi olarak kabul ediyorlar. Yalnızca Nurcular için dua ederek Müslümanlar arasında özel bir grup, smıf ve ayrımcılık meydana getiriyorlar" deniliyor.

f- Sayfa 8"de, 6,7,8,9 ve 10. maddeler:

"Said Nursi ve eserlerinin harikuladeliğinden ve kerametlerinden bahis olduğu, indi teviller ve mübalağalı ifadeler kullanıldığı (1962/526)" eleştiriliyor.

Bu cümlelerin anlamı şöyle: Nurcular ve Risale-i Nur kitapları, Said Norsi"nin ve eserlerinin olağanüstü özelliğe ve Allah"ın ihsan eylediği özel keramete sahip olduğunu söylüyorlar. Ayrıca ayetlere indi yani şahsi-kişisel teviller-tefsirler ve yönlendirmeler yapıyorlar ve mübalağalı, abartılı ifadeler kullanıyorlar. Bunlar İslami gerçeklere ve ilme aykırıdır.

g- Sayfa 8"de, 11. madde:

"Kur"an-ı Kerim"in harflerinden birtakım manalar istihracına kalkışmak gibi ulemanın ekserisince benimsenmeyen bir yol tutulduğu, Asay-ı Musa adlı eserinde bazı ayet ve kelam-ı kibarı indi olarak tevil ederek, bunların Risale-i Nur"u tebşir ve teyit ettiği iddiası (1963/572)" eleştiriliyor.

Din İşleri Yüksek Kurulu"nun bu ifadelerle eleştirildiği konuyu şöyle özetleyebiliriz
:
Said Norsi eserinde, ayetlerin harflerinden kişisel tevillerle birtakım manalar çıkarıyor. Böylece ayetlerin Risale-i Nur"u müjdelediğini ve teyit eylediğini iddia ediyor. Bazı büyüklerin sözlerini de böyle yorumluyor. Tekrar ifade edelim, Said Norsi Kur"an-ı Kerim"in kendisinin eserlerini müjdelediğini ve teyit ettiğini iddia ediyor. Diyanet bunları eleştiriyor.

ğ- 8. sayfa, 12. madde:

"Nur Risalelerini Kur"an-ı Kerim"in manevi mucizesi olarak göstermesi iddiası (1963-572)" eleştiriliyor.
Buna göre, Said Norsi, kendi eseri olan Risale-i Nur kitaplarını Kur"an-ı Kerim"in manevi mucizesi olarak gösteriyor, böylece hem kendi kitabını bir mucize ve kutsal kitap olarak, hem de Kur"an-ı Kerim"in bir parçası imiş gibi ilan etmiş oluyor. Din İşleri Yüksek Kumlu, Said Norsi"nin bu davranışının İslam"a aykırı olduğunu açıklıyor.

h- 8. sayfa, 13. madde:

"Nur Risalelerinde Said Nursi"nin tasavvufla karışık şahsi görüşleri, mübalağalı fikirler, indi teviller ve hurufilik bulunduğu (1963/669)" eleştiriliyor.

Din İşleri Yüksek Kurulu, bu maddede farklı olarak Said Norsi"nin eserlerinde, yani Risale-i Nur"da hurufilik bulunduğunu ve bunun İslam"a aykırı ve zararlı olduğunu açıklıyor. Hurufilik İslam tarihinde sapık bir fırkanın adıdır. Hurufıler, Kur"an harflerinden saçma sapan manalar çıkararak kendi sapık görüşlerini ispatlamaya çalışırlar. Said Norsi de aynı yola gidiyor ve ayetlerin harflerinden abuk subuk manalar çıkararak o ayetleri kendi yararına kullanıyor. Falan ayet beni işaret ediyor, falan ayet Risale-i Nur"u teyit ve işaret ediyor gibi İslam"a ve bilime aykırı görüşler iddia ediyor. Din İşleri Yüksek Kurulu, Said Norsi"nin bu görüşlerini İslam"a ve bilime aykırı bularak eleştiriyor.

2-   Said Norsi ve Nurculuğun siyasi ve milli yönden zararları Diyanet İşleri Başkanlığı"nın kitapçığında, Said Norsi ve Nurculuğun siyasi ve milli yönden zararlarına da yer verilmiştir. Özetleyelim:

a- 18. sayfanm başlığı aynen şöyledir:

"Meşrutiyet ve Cumhuriyet"in kurucuları hakkında (süfyan komitesi) diye yapılan tariz" eleştiriliyor.

Bu başlık altında iki sayfalık yazının ilk cümlesi, konunun özeti olabilecek niteliktedir. Şöyle: "Said Nursi, Meşrutiyet ve Cumhuriyet"in kurucularına (süfyan komitesi) diyerek, onları Hz. Peygamber"e karşı müteaddit harpleri idare eden (Ebu Süfyan"a) benzetir" denilmektedir.

Konu başka bir açıklama yapmaya gerek olmayacak kadar açıktır...

b-19. sayfada başlık şöyle:

"Cifır yoluyla Atatürk"e saldırış."

Diyanet kitapçığının bu başlığının altında şu açıklamalara yer veriliyor:

"Said Nursi"nin talebelerinin (Hadi O"nun -Kur"an"ınbir mislini getirin) ayet-i kerimesini cifır yoluyla tevil ederek Atatürk hakkında çok ağır tarizde (sataşmada) bulundukları görülür. Mesela bunlardan Ahmet Fevzi, Atatürk"ün 1880"de doğduğunu ele alarak, "˜Bu tarih son asırların tağûtı dalaleti yani sapıklığın azılısı olan kimsenin doğum yılı" olduğunu, onun temsil ettiği yoluna karşı Kur"an"ın ve ondan nebean eden Risale-i Nur"un meydan okumasını gösterir" diyor. (Tılsımlar mecmuasının) sonunda da aynı ifade geçmektedir."

Diyanet"in kitapçığmda yer alan yukarıdaki ifadelerde Atatürk"e saldırıdan başka Nurculara ait çok önemli ve korkunç bir söz daha geçmektedir.

Nurcular "Kur"an"ın ve ondan nebean eden Risale-i Nur" ifadesini kullanıyorlar.

Nebean eden yani doğan, kaynayıp gelen demektir. Yani Risale-i Nur kitaplarının Kur"an"dan doğduğunu, Kur"an"dan kaynayıp geldiğini söylüyorlar. Buna göre, "Said Norsi"nin kitapları Kur"an-ı Kerim"den doğup, kaynayıp geldiğine göre onlar da Kur"an"ın bir parçasıdır, onlar da Kur"an gibi vahiy edilmiş ve kutsaldır" demek istiyorlar. Böyle bir söz ve inanç büyük bir sapkınlığın ifadesinden başka birşey değildir. Bu inanç insanı İslam dışına çıkartmaz mı?

c- 20. sayfada şöyle bir başlık yer almaktadır:

"ŞAPKA GİYEN VE GİYDİREN KÂFİRDİR İDDİASI"

Bu sayfada yer alan Nurcuların iddialarını bu başlık özetlemekte olduğundan daha fazla açıklamaya gerek görmüyoruz. Sadece şunu söyleyelim:

Şapka giyenlerle Türkiye"deki Müslümanları ve şapka giydirenle kastettikleri Atatürk"ü kâfir olmakla suçlayan Nurcuların asıl bu sözleri küfürdür, kâfirliktir. Çünkü Müslüman"a kâfir diyenin kendisi kâfir olur.

ç- 21. sayfada birinci başlık şöyle:

"Nurculuk milli ve dini dirliği parçalayan zümreciliktir"

Bu başlığın da daha çok açıklamaya ihtiyaç duymadığını düşünüyoruz. Bunun gerekçelerini ise metinde herkesin anlayabileceği sadelikte açıklamış oluyoruz.

d- Kitapçığın 21. sayfasında yer alan son başlık şöyle:

"Kürtçülüğü körükleyen sözler"

Bu bölümde talebelerinin Sait Norsi için Kürdi, El-kürdi diye sıfatlar kullandıkları, bu Kürdi ve El-kürdi kelimeleri ile Peygamberimizin adı Muhammed kelimesi arasında ebcet hesabıyla benzerlikler oluşturulduğu, böylece Kürtlüğün kutsandığı eleştirilmektedir.


SONUÇ:

Din İşleri Yüksek Kurulu"nun Sait Norsi ve Nurculuk hakkında 13 adet kararının özetini içeren Diyanet İşleri Başkanlığı"nın kitapçığının sonuç kısmını bir tek cümle ile özetlemek mümkündür:

Said Norsi"nin Risale-i Nur kitapları ve Nurculuk; ilmi gerçeklere, İslami esaslara ve milli menfaatlerimize aykırı ve zararlıdır.

RİSALELER; KUSURSUZ, EKSİKSİZ, İZAHA İHTİYACI OLMAYAN MÜKEMMEL BİR KİTAP!

            7.1) Barla Lahikası, 27. Mektup;
 " İMübarek Sözler şübhesiz Kitabı Mübin"in nurlu lemeatıdır.çinde izaha muhtaç yerler eksik olmamakla beraber küll halinde kusursuz ve noksansızdır"
            7.2) (a.g.e.) "Kimin haddidir ki, bu Nurlarda yanlışlık bulsun. (...) Onun için bir harfe dokunmayı azim bir günah işliyorum telâkki ediyorum."
            7.3) (a.g.e) "Mükerreren mütalâa ve kıraat ederek, arş kadar yüksek eserleriniz hakkında mütalâa serdinde bir kelime hatta bir nokta ilâvesine kendimde cüret ve kudret bulamadığımdan dolayı bu babda bir mütalâa dermeyânına imkân göremiyorum."
7.4)  (a.g.e.) "Kimin haddi var ki, risalelerin birisine el uzatsın veyahut bir sahifesine dil uzatsın veyahut bir cümlesini tenkid etsin veyahut bir kelimesine, hatta bir harfine ve belki bir noktasına itirazda bulunsun."
Malumdur ki, Kur"an"ın bazı harflerinde, hatta kelimelerinde ve vakıf (duraklama) yerlerinde, dolayısıyla noktalamasında çeşitli ihtilâflar vardır. Buna karşın Risalelerin noktasına bile itiraz edilemez, bir harfine bile dokunmak büyük bir günahtır!
7.5) Hanımlar Rehberi;
"Risale-i Nur, yer yüzünde emsaline rastlanmayan ve bundan sonra dahi rastlanmasına imkân olmayan bir derya-yı îmân ve bir tevhid hazinesidir."
7.6) Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî;
"Ey Risale-i Nur! (...) Bütün eller ve dillerde kemâl-i iştiha ve iştiyakla dinlenip okunacak ve yazılıp yayılacak en tatlı ve en halâvetli, en câzibedar ve en revnekdar yegâne eser-i metin ve nûr-u mübîn ancak sensin!
            7.7) (a.g.e.) "Kur"an"dan tereşşuh eden o Sözler ve risaleler, Kur"an-ı Hakîmin bir nevi" müstakim tefsiri ve hakaik-i îmaniyenin istikametli ve kuvvetli delilleri olduğundan; o risaleler ve sözlere gelen şeref ve takdir ve tahsin, Kur"ana ve hakakik-i îmana aittir. Mâdem öyledir bilâ-perva derim ki:"ve lâ ratbin ve lâ yâbisin illâ fî kitâbin mubînin" sırrıyla, Kur"anda elbette bu istikametli tefsirinin istikametine işaret var. Evet var. Kur"an o tefsirine hususî bakıyor."
8.1) Kastamonu Lâhikası;
"Risale-i Nur, hakaik-ı İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kat"î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, îmanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur"dadır. Evet on beş sene yerine, on beş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir, îman-ı hakikîye îsal eder. Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum, meşgul olmuyorum. Siz dahi Risale-i Nur"a kanaat etmeniz lâzımdır, belki bu zamanda elzemdir."
8.2) Sikke-i Tasdik-i Gaybî;
  "Sonra kat"î bir surette bildim ki: Herkes bu zamanda Risale-i Nura muhtaçtır, fakat umumunu elde edemez; etse de tam okuyamaz; fakat küçük bir Risale-"in-Nur hükmüne geçmiş bir risale-i câmiayı elde edebilir ve ekser vakitlerde muhtaç olduğu mes"eleleri ondan okuyabilir. Ve gıda gibi, her zaman ihtiyaç tekerrür ettiği gibi o da mütalâasını tekrar eder."
8.3) İctimâi Reçeteler;
 "Hem şu hakikat zahir ve bahirdir ki: Bir kimse allâme dahi olsa, Risale-i Nur"un ve Müellifinin talebesidir; Risale-i Nur"u okumak zaruret ve ihtiyacındadır. Eğer gaflet ederse kendini aldatan enaniyetine boyun eğip, Risale-i Nur Külliyatını okumazsa büyük bir mahrumiyete düçar olur."
8.4) Bediüzzaman Said Nursi;
"Bütün beşeriyet, Kur"âna ve dolayısıyla asrımızda onun mânevî i"cazını ispat ve beyan eden Risale-i Nur"a muhtaçtır."
9.1) Emirdağ Lâhikası;
"Bu acip ve dehşetli ve hiç misli görülmemiş devirde, "¦ancak ve ancak, güvenimizin en müstahkem, kavî, yıkılmaz, sarsılmaz tahkimatı olan Risale-i Nur"un nurânî siperlerine iltica etmekle ve onun daire-i kudsiyesine dehalet etmekle kurtulacak ve imanınızı kurtararak, idam-ı ebedî zannettiğiniz ölümü bir hayat-ı bâkiyeye tebdil edeceksiniz"
9.2) Kastamonu Lâhikası;
"Risale-i Nur, hakaik-ı İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kat"ı ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, îmanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur"dadır. Evet on beş sene yerine, on beş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir, îman-ı hakikîye îsal eder"
9.3) Said Nursî, Kastamonu Hayatı;
 "(...) işaret ve beşaret-i Kur"aniyede ifade eder ki: "Risale-i Nur dâiresi içine girenler, tehlikede olan îmanlarını kurtarıyorlar ve îmanla kabre giriyorlar ve Cennete gidecekler." diye müjde verirler."
9.4) (a.g.e.) ""¦Evet, Risale-i Nur"un bu dehşetli zamanda kazandırdığı iki netice-i muhakkakası, her şeyin fevkindedir; Başka şeylere ve makamlara ihtiyaç bırakmıyor. Birinci Neticesi: Sadakat ve kanaatle Risale-i Nur dairesine giren, îmanla kabre gireceğine gayet kuvvetli senetler var."
9.5) Kastamonu Lâhikası;
"fefi"l-cenneti hâlidîne" âyetinin sırrıyle, "Risale-i Nur talebeleri, îman ile kabre gireceklerdir" tebşîratının“
Bu Cümleleriyle Said Nursi; kurtuluşun, cennetin, gerçek saadetin yolu olarak Risalelere sığınmayı, kutsal cemaatine girmeyi, Kur"an"a uyulduğu gibi Risalelere uyulması gerektiğini söylemektedir.
16.6) Şualar, 1. Şua;
"(...) benim gibi yarım ümmi ve kimsesiz (...) bulunan bir adam, (...) Risale-i Nur"a sahip değildir ve o eser, onun hüneri olamaz, onunla iftihar edemez. Belki doğrudan doğruya Kur"an-ı Hakîmin bu zamanda bir nevi mu"cize-i mâneviyyesi olarak, rahmet-i İlâhiyye tarafından ihsan edilmiştir. O adam, binler arkadaşıyla beraber, o hediye-i Kur"aniyeye el atmışlar. Her nasılsa birinci tercümanlık vazifesi, ona düşmüş. Onun fikri ve ilmi ve zekâsının eseri olmadığına delil (...)"
Peygamberimiz Kur"an"ın tercümanıdır, mübelliğidir; Said Nursî de Nur Risaleleri"nin tercümanıdır, mübelliğidir. Hz. Peygamber ümmîdir; Said Nursî ise yarım ümmî bir zattır. Nasıl ki, Kur"an-ı Kerim Hz. Muhammed"in (s.a.v.) değil, Allah"ın kelâmıdır; o sadece tercümandır, mübelliğdir. İşte, Risale-i Nur da Said Nursî"nin eseri değildir; o da Nur Risaleleri"nin tercümanıdır, mübelliğidir. Peygamberimizin Kur"an"ı tebliğ görevi vardır; Said Nursî"nin de Nur Risaleleri"ni "tebliğ" (Barla Lâhikası, 21) görevi vardır.
16.7) Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî;
"Hem Risale-i Nur zâhiren benim eserim olmak haysiyetiyle senâ etmiyorum. Belki yalnız Kur"anın bir tefsiri ve Kur"andan mülhem bir tercüman-ı hakikisi ve imanın hüccetleri ve dellâlı olmak haysiyetiyle meziyetlerini beyan ediyorum. Hattâ bir kısım Risaleleri ihtiyarım hâricinde yazdığım gibi, Risale-i Nur"un ehemmiyetini zikretmekte ihtiyarsız hükmündeyim."
Nur Risaleleri, Said Nursî"nin eseri değildir(?), onun ihtiyarıyla yazılmamış, bilâkis Cenab-ı Hakk"ın lisanıyla yazdırılmıştır. Semavîdir(!), arşîdir(!). Said Nursî, Nur Risaleleri"nin ancak tercümanıdır.
Kur"an"da kitapların "indirildiği, inzal edildiği" belirtilmektedir. Nur Risaleleri de Kur"an"ın semasından, ayetlerin yıldızlarından inmektedir(!). Kur"an, kendinden önceki kitapları, Tevrat"ı, İncil"i tasdik etmek için indirildiğine göre; Nur Risaleleri de sanki Kur"an"ı tasdik etmek için indirilmiştir. Nitekim bu, Nur Risaleleri"nde birçok kez tekrar edilmiştir:

Allah Tealâ, peygamberlerine davalarını ispat etmek üzere, insanları âciz bırakan mucizeler vermiştir. Kur"an-ı Kerim, en büyük mucizedir; Nur Risaleleri de mucize-i Kur"âniyedir(!) Mucizeler, peygamberliğin delili olarak ancak peygamberlere verilir; Nur Risaleleri de Said Nursî"nin mucizesidir, kalplerin ve akılların zaptedilerek ona itaat ettirilmesi istenmiştir!

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)