Modernleşme, Teknoloji, Duyguların Körelmesi


Bir zamanlar saygı varmış, çok uzun zaman önce.. Aydınlanma devri ile modernleşme devri arasındaki o dönem eşsiz, üstün insanların var olduğu ve toplumu uyandırmak için en çok çaba sarf edilen dönemlerden biri imiş. Tabi halk çağdaşlaşma kavramına yabancı, kapılarını bilgiye ve gelişime kapamış. Bunda tabi ki halkın inanç ve ahlak sistemine çöreklenmiş, onları kendi keyfine göre yönlendirebilen, statükocu sözde din adamları, politikacılar ve gerici yazarların etkisi başı çeker. Ancak öyle bir zaman gelmiş ki halk aklını çalıştırmaya karar vermiş, okumaya, öğrenmeye, araştırmaya başlamış. Sonunda devletlerin gücünü elinde tutanların en korktuğu şeyi yapmışlar. Düşünüp, sorgulamak. Haşa kim oluyor ki onlar inancı, ve dayatılan bilgileri sorguluyor! Uzun lafın kısası, bu insanlar gerçekten belli bir dönem insanlığı, kardeşliği, evrensel özgürlüğü ve eşitliği sonuna kadar destekleyip bunları saygı ve sevgiyle harmanlayarak tüm dünya halklarının temel ideolojisi olmalarını sağlamıştır. Aydınlar olsun, devletlerin içindeki gerçek vatansever ve hümanist kimseler olsun, halkın büyük kısmı olsun, bu harekette herkesin payı varmış. İlk defa "birlikten kuvvet doğar" lafını savaş yerine barışı çağrıştıracak biçimde kullanmışlar. O zaman savaşlar yok muydu ? Olmaz olur mu hiç! İnsanın yaratılışında, soyunda var savaşmak. Ne zamanki üstünlük mücadelesi, korku ve savunma güdüsüyle tanıştık, işte o anda tüm bu cehennemin ilk adımı atılmış oldu. Hani derler ya eski insanlar daha hoşgörülü daha sıcakkanlı, işte bugünle aradaki fark bu. Teknolojinin yetersiz ama insanlığın bugünden daha yeterli olduğu dönemler bunlar. Ne zamanki 20. yüzyılın sonlarında teknoloji her eve girerek kişisel kullanımda yaygınlaştı, işte o zaman post modern bireysellik ve karamsarlık devri başlamış oldu. Tabi bunu söylerken asla genelleme yapmamak gerekir, şayet hala her anlamda duyarlı, duygusal, zeki, sorgulayan binlerce insan var. Burada sadece sayısı giderek çoğalan umursamazlık akımı içindeki boş vermiş tipte bireyleri ele alıyoruz.

Şimdi devir, büyüklük kompleksine girmiş önemli olma çabası içinde olan "küçük adamlar" devri. Ağzı laf yapıyor gibi gözüküp iş icraate geldiğinde etkisiz kalan, teknolojiyi oturduğu yerden öğrendiği üç beş kelimeyi kullanıp ukalalık taslamak için kullanan ve bazılarının istediği gibi içi boşaltılmış beyinleri ile birbirlerini acımasızca eleştirip kalp kırmaktan çekinmeyenler virüs gibi yayılıyor. Gayet tabi herkes eleştirecek, tartışacak, kafa yoracak, şakalaşıp eğlenecek. Önemli olan saygının ve belirli sınırların yitirilmemesi. Özellikle 2000'li yıllardan sonra gelişen internette sosyalleşme bazı sorunları da beraberinde getirdi. Örneğin; düşüncesizlik, bencillik, aşırı özgüven gibi sorunlar bir çok insanda göze çarpıyor. Bu bireyler, teknolojinin ve sosyal platformların kendilerine hissettirdiği "sen önemlisin ve tamamen özgürsün" duygusuna kapılıp kendilerini kral ve kraliçe zannediyorlar. Evet her insan özel ve önemlidir ancak bu "sadece sen önemlisin" anlamına gelmez. Özellikle ebeveynlerin çocuklara gösterdiği abartılı tolerans, tüm isteklerin sınırsızca yerine getirilmesi, çocukla arkadaşlık bağı kurmadaki aşırılık ve çocukla yapılan sohbetteki yararın yetersizliği; anne ve babaya olan saygının yıpranmasına, çocuğun özgürlük kavramında dengesizliğe, özgüven patlamasına, kendini aşırı önemli hissetme, kibir ve huysuzluk haline, ölçüsüz eleştiri ve başkalarını aşağılama davranışlarına vb. durumlara yol açar. Çocuklara ya da gençlere sevgi, yardımlaşma, hoşgörü ve saygının hayattaki en önemli olgular ve yitirilmemesi gereken değerler oldukları anlatılmalıdır. "Her şeyi ben bilirim" telkinine bağlı ukalalık ve kibir, insana dostlarını kaybettirir hatta ailesinden kopmasına neden olabilir. Günden güne içimize işleyen bu lanetten kurtulmalıyız. Yoksa evrensel mutluluğa ve barışa dayalı bir gelecek, o kadar da çabuk gelmeyecek..

Bazen öyle anlar geliyor ki tam umut kırıntıları oluşurken içimde, biri çıkıyor karşıma ve her şeyi mahvediyor. Üzülmemek elde değil ama gidilen yol bu. Küresel duygu yozlaşması ve bireysel çıkarların bizi yalnızlığa hapsetmesi. Sözü uzatmaya gerek yok şimdilik. Daha sonra derinlemesine inceleriz bu konuyu. Yanız şunu hep akılda bulundurmak faydalı olur: Biz duygularımızla, düşüncelerimizle, karakterimizle varız. Elbette çağa ayak uydurmak neredeyse zorunluluk halini aldı ancak ona ayak uydurayım derken, seni sen yapan olgulardan elini ayağını çekme. Kişilerin tek başına halledemeyeceği sorunları olabilir. Her insan dışa dönük olmak zorunda da değildir. Karakterin bin bir türlü çeşidi var. Buna karşın, şartlar elverdiği sürece hiçbir durum paylaşmamanın, sevmemenin, bilmemenin bahanesi olamaz. Bunu aklı başında, kendine ve beynine hakim olabilen tüm bireyler için söylüyorum. İnsan isterse her şeyi başarabilir. Çok klişe bir söz olabilir ama doğru. İstersek yıkarız, istersek yaratırız. Birbirinizi önemseyin ve tüm farklılıklara rağmen başkasını sevmeyi, ona saygı duymayı deneyin. Burnunuz kaf dağında olsa bile bunu değiştirmek sizin elinizde. Herkesin kendine günde en fazla 15 dakika ayırarak, kendinde ve çevresinde hoşuna giden ya da gitmeyen tüm gelişmeleri düşünmesi, özeleştiri yapması, sorunların çözümünde, "hata gerçekten suçladığım o diğer insanlarda mı yoksa bende mi?" diye sorgulaması, tüm bu söylediklerime önayak olabilir. Başkalarını eleştirdiğimiz kadar, kendimizi de eleştirmeliyiz. Biz mükemmel değiliz, gerek de yok. Mükemmellik mücadelesine kapılıp, bir anlık hırsla kimseyi gözü görmeyen ve önüne çıkanı harcayan insanlar keşke bunun yerine "yararlı" olmayı deneselerdi, şu anda bunları konuşmuyor olabilirdik. Herkes görevini tam anlamıyla yapsaydı, başkasının açığını kapatmak adına boşuna iki iş yapan insanlar olmazdı. Bencillik, çocuklarımıza bırakacağımız bir miras olmasın. Daha bırakacak o kadar güzel duygular var ki bunları bir çırpıda tüketmeyelim. Hem ne demişler; "yukarı çıkarken etrafındakilere selam vermeyi unutma. İnerken yine o kişileri göreceksin."


Düşünen Hayvan

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)