AKP iktidarının “açılım politikaları” sürecinde TSK’yı operasyon yapmaktan alıkoyduktan sonra bölgede inisiyatif yeniden terör örgütüne geçmişti. Öyle ki askerler karakollarda veya karakolun emniyetini sağlamak için yakın mevzilerde bekletilirken, terör örgütü hep hareket halindeydi!
Yani TSK, bulunduğu yerde PKK saldırılarını bekler vaziyetteydi.
Son Çukurca saldırısının 8 ayrı noktadan yapılabilmesinin sebebi budur.
24 şehit verdikten sonra 22 taburla kara harekatına girişildi.
Genelkurmay Başkanlığı açıklamasında “TSK mensupları bölgelerinde görevlerini ecdadına yaraşır bir şekilde, bu toprakları bize emanet etmiş aziz şehitlerimizin şahitliğinde yapmaya devam edecektir” vurgusu yapıldı.
Tabii hiçbir Türk’ün buna bir diyeceği olamaz.
Fakat ecdad, gerilla savaşının da uzmanıydı. 600 bin kişilik Haçlı ordusu İstanbul’dan Kudüs’e gidene kadar 25 bin kişiye düşürülmüştü! Yine Bilge Kağan, Orhun Yazıtları’nda, “Orduyu yayarak düşmana karşı koydum” diye bir çeşit gerilla savaşını anlatır. Bu üstünlük hiçbir zaman düşmana bırakılmamalı, Türk askeri “TOKİ kaleleri” ne hapsedilmemelidir. Ayrıca son harekatla da ispat edildiği gibi en iyi savunma saldırıdır..
***
Ecdad deyince, sadece askerlik değil, devlet kuruculuğu da akla gelmelidir. Fakat kara harekatı sürerken, Türk Milleti’nin son büyük devleti olan Türkiye Cumhuriyeti, PKK ile yapılan görüşmelerde, koordinatör ülke olan ABD temsilcisinin söylediği gibi Anayasasını Abdullah Öcalan’ın talepleri doğrultusunda değiştirmeyi tartışmaktadır.. Öcalan’ın talepleri, aynı zamanda ABD’nin de dayatmalarıdır.
Öyle ki Ankara’da Türk Anayasası’nı değiştirmek için AKP’nin psikolojik baskısıyla toplanan komisyonda, kuruluş felsefesini savunan MHP’liler ile “Son yüzyılda 1915’te Ermeni Soykırımı oldu, bir siyasetçi olarak soykırım lafını ağzıma alıyorum, kayıtlara geçsin” diyebilen bir BDP milletvekili aynı masayla oturabilmiştir.
***
Oysa Türk Milleti’ni temsil iddiasında olanların her gün bıkmadan usanmadan savunması gereken gerçek şudur:
“Etnoloji, antropoloji, etnoğrafya, tarih, dilbilim gibi klâsik ilimlerin ittifakıyla sabittir ki milâdın onbirinci asrında Anadolu’yu fethederek bugünkü Türkiye devletini kuran Oğuz Türklüğü, ana Türk ırkının devamından başka bir şey değildir, lisanı da müstakil ana Türk dilinin devamıdır ve kültürü de en eski pastoral kültürüne dayanır, üç tarafı denizlerle çevrilmiş bir yarımada şeklindeki ana vatanının bir coğrafi birliği vardır ve bu çerçeveden dokuz asırlık muhteşem mazisi etrafına da taşıp yayılarak geniş bir tarih birliği meydana getirmiştir.
İşte bundan dolayı, bir ırk birliği, dil birliği, kültür birliği, vatan birliği, din birliği ve muazzam bir tarih birliğiyle birbirine bağlanmış olan Türkiye Türklüğü, siyasi ve suni bir millet değil, doğal bir oluşum niteliğine sahip kuvvetli bir milliyettir.
Bu kuvvetli bağları inkâr ederek, Türklüğü yalnız bir tek milliyet (ırk) esasına dayanıyor saymakla onu suni ve siyasi bir oluşum gibi göstermiş ve zayıflatmış olacağımızı unutmamalıyız.
O halde bütün Türk âleminin merkezi ve bugünkü ana yurdunda genel Türk tarihinin varis ve mümessili olan Türk milliyeti, vatandaşlık, vatan, dil, din, ırk, kültür, ideal ve müşterek tarih birliğiyle birbirine bağlı fertlerden mürekkep bir kütledir.”
***
İsmail Hami Danişmend’in bu bilimsel tespiti, Cumhurbaşkanı’nın da, Başbakan’ın da, Genelkurmay Başkanının da temel kabulü olmalıdır. Bu kabulleri reddeden kimseler, o makamlardan hukuk yoluyla indirilmelidir.
Zaten, Anayasa’nın başlangıç ilkeleri de bu fikir ışığında hazırlandığı için ABD ve terör dayatması ile değiştirilmek istenmektedir.
Arslan Bulut
Yeniçağ