Son zamlar ve vergi artışları ile ilgili haberler magazinci bakış açısından yansıdı medyamıza.
İktidar önderleri belki bunu kasıtlı olarak yaptılar.
Başbakan “İşi sıkı tutmayalım da Yunanistan gibi mi olalım?” diye sordu.
Zamlardan korunmak isteyenlere “sigara içme, içkiyi az iç, Porsche yerine Fiat’a bin” tavsiyesi yaptı, oy tabanına da “zenginden alıyorum” diyerek teselli verdi.
Başbakan Yardımcısı Arınç’ın desteği, zam yapan otoriteyi kutsama kurnazlığı idi:
“Vardır bir hikmeti!”
Yani “Sorgulamayın çarpılırsınız!”
Kamu ve özel sektör tecrübesi taşıyan ekonomistlerle dün yaptığım görüşmeler, bu haberlerin daha ciddi tartışılmayı hak ettiğini düşündürüyor.
Avrupa’nın yaşadığı krizi 2008 yılındaki ABD merkezli krizden daha fazla önemsemek gerekiyor. IMF, Dünya Bankası ve merkez bankalarından yapılan uyarılar bunu söylüyor.
Yani Başbakan’ın hoşuna giden dış faaliyetleri azaltmak pahasına tüm enerjisini ekonomi alanına yoğunlaştırmasında her bakımdan fayda vardır.
Unutulmasın; AKP beş yıl sürekli olarak büyüyen bir ekonominin ödülü olarak 2007 seçiminde yüzde 47 oy aldı.
2009 yerel seçimleri, eksi büyümenin yaşandığı döneme denk geldi ve iktidarın oyları 10 puana yakın geri gitti.
Sebep sadece ekonomideki küçülme idi.
Yani AKP iktidarı için Arap mahallesinde yükselen bir Başbakan değil, büyüyen bir ekonomi her zaman daha değerlidir.
Görüştüğüm uzmanlar, zamların gerekli olduğunu kabul ediyorlar ama yeterli olmayacağını söylemekten geri durmuyorlar.
Cari işlemler açığında yaşanan sürekli büyüme hastalığına mutlaka çare bulunması gerekiyor.
Fakat dikkat; özel sektörün dış borcundaki aşırı şişme, doğurabileceği tehlikeye karşı gösterilmesi gereken dikkatten nasibini almıyor.
Özel sektörün dış borcu 2003 yılında 43 milyar dolardı; şu anda 200 milyar dolara dayanmış bulunuyor.
Yaşanan son devalüasyon nedeniyle bu borcun TL karşılığı yüzde 30 artmıştır.
Henüz kapıya dayanmış bir tehdit bulunmuyor ama Başbakan’ın ekonomi bakanları ile sürekli çalışacak bir acil durum komitesi oluşturmasında yarar vardır.
Başbakan’a krize karşı direnç artırıcı tedbirler ararken, kendi yakın çevresi dışındaki kişi ve kurumları da dinlemeyi ihmal etmemesini öneriyorum.
Işıkları açın…
Deniz Feneri sanıkları suçun niteliğini değiştirerek hapisten kurtulmaya çalışıyor.
Suçlamanın “çıkar amaçlı örgüt kurmak” yerine “güveni kötüye kullanmak” olarak değişmesi halinde ceza ineceği için sanıklar tutuksuz yargılanma şansı elde edecekler.
Ve avukatlar tahliye istemekte daha avantajlı duruma gelecekler.
Ama şöyle bir engel çıkabilir:
Derneğin bazı fakir vatandaşların kimlik bilgilerini elde ederek onlara yardım yapılmış gibi sahte makbuzlar düzenlediği saptanmış ve sahte makbuzlar Almanya’ya giden Türk savcılara Alman yargısı tarafından teslim edilmişti.
Adlarına sahte makbuz düzenlenen vatandaşların birçoğu, yardım almadıkları gibi imzaların da kendilerine ait olmadığını söylediler.
“Güveni kötüye kullanmak” suçunun oluşması için sanıkla mağdur arasında bir ilişkinin doğması gerekiyor.
Burada o şart mevcut değil.
Ama şimdilik değil.
Bakarsınız yarın “O imza benim” diyen bir sürü insan çıkabilir. Ve çıkar amaçlı örgüt, yardım amaçlı örgüte dönüşüverir.
İlgilenenler gözünü açsın!
Güngör Mengi
Vatan