Silivri Yayınevi...

Silivri için bugüne kadar çok tanımlama yapıldı. Örneğin Mustafa Balbay “Zulümhane” olarak niteledi, Tuncay Özkan “Esir Kampı” dedi. “Toplama Kampı” diyen de oldu, “İşkencehane” diyen de...

“İçeriden” bakıldığında elbette böyle görünüyordur ama bize yansıması çok farklı...

İddia ediyorum ki; bugün dünyada metrekareye en fazla yazar düşen yaşam alanı, Silivri’deki cezaevidir...

Dünyanın başka herhangi bir ilinde, ilçesinde, semtinde ya da binasında bu kadar çok yazarın aynı anda “yazma faaliyeti”nde olabileceğine ihtimal bile vermiyorum...

Bu cezaevinin sakinleri son beş yılda onlarca kitap yayınladı... Hem de hepsi “içeride” yazılmış kitaplardı bunların!

Silivri Yayınevi’nin yazar kadrosu ise; hiçbir yayınevinin sahip olamayacağı kadar zengin...

Ergün Poyraz, Mustafa Balbay, Yalçın Küçük, Deniz Yıldırım, Tuncay Özkan, Hanefi Avcı, Oktay Yıldırım, Muammer Karabulut, Doğu Perinçek...

Bu kadroya son olarak Soner Yalçın, Nedim Şener, Doğan Yurdakul, Mehmet Perinçek ve Ahmet Şık gibi kitapları satış rekorları kıran kalemlerle; Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Müyesser Yıldız, Sait Çakır, Coşkun Musluk gibi gazeteciler de eklendi.

Eminim hepsi şu anda harıl harıl “yazma” telaşı içinde...

Çünkü, Tuncay’ın deyimiyle; yazmak, cezaevinde yaşamanın ve o koşullara dayanmanın en önemli yollarından biri...

AMAÇ SUSTURMAKSA...

Küçük bir araştırma yaptım:

Son üç yılda ülkemizde satılan her 100 inceleme, araştırma, anı, belge kitabının 35’i Silivri’de veya Hasdal Askeri Cezaevi’nde kaleme alınmış...

Ve bir not daha:

Yaklaşık dört buçuk yıl önce cezaevine düşene kadar adı kamuoyunda pek bilinmeyen Ergün Poyraz, şöhreti burada yakalamış... Yazdığı Amerika’daki İmam, Takunyalı Führer, Kalpazan isimli kitaplar satış rekorlarını altüst etmiş... 2008’de yazdığı “İplikçi” isimli kitabın yayınlanmasını ise cezaevi yönetimi engellemiş... Çünkü Poyraz bu kitapta, birilerini (!) çok rahatsız edecek bilgilere yer vermiş...

İşin bir de kara mizah boyutu var:

Bunca insan; içeriye neden, hangi eylemleri yüzünden düştü?

Yazdıkları kitaplar, makaleler yüzünden...

Gelin görün ki; eskiden iki yılda bir kitap yazan bu yazarların bazıları, şimdi yılda üç, hatta dört kitap üretir hale geldi!

Yani eğer “susturulmak” için tutuklandılarsa... Silah geri tepti ve amaca ulaşılamadı!

DOMATESİN AMAÇ DIŞI KULLANIMI...

Gelelim; Tuncay Özkan’ın son kitabına:

Özkan, bu kitabında önceki kitaplarının aksine savunmalara, Ergenekon davasına tek satır bile yer ayırmamış. Tamamen “cezaevi yaşamı”ndan notlar aktarmış.

“Cezaevine düşen bir insan sağlıklı bir şekilde hayatta kalmak için ne yapmalı”, onları anlatmış...

Hijyen nasıl sağlanır, su nasıl saklanır, bulaşık nasıl yıkanır, koğuş ya da hücre temizliği nasıl yapılır, nasıl volta atılır, neden ve nasıl tespih çekilir, hangi televizyon kanalları ne zaman izlenir, neden kitap okunur ve yazılır, toprağın yasak olduğu bir yerde nasıl bitki yetiştirilir; hepsinin yanıtı bu kitapta...

Öyle yasaklardan söz ediyor ki, biz dışarıdakilerin bunları anlamamız bile mümkün değil... Birini aktarayım:

Biliyorsunuz; yeni cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin yemek yapması yasak... Sadece kantinden aldıkları domates, soğan, marul, biber gibi malzemelerle salata yapabiliyorlar...

Bir gün Cumhuriyet Gazetesi’nde Tuncay ve Mustafa ile yapılan bir röportaj yayınlanmış. Bu röportajda yer alan bir fotoğraf, Mustafa ile Tuncay, semaverin üzerinde yemeklerini ısıtırken çekilmiş... Ama fotoğraf altında, “yemek yaparken görülüyorlar” diye bir ifade yer almış...

İşte; bunun faturası bile Özkan’la Balbay’a çıkmış...

Çünkü cezaevi yöneticileri bu eylemi (!) bir daha tekrarlamaları halinde; haklarında domates ve marulun amaç dışı kullanımı suçlamasıyla işlem yapacakları tehdidinde bulunmuşlar!

Tuncay, kitabının en son bölümünde “Tecritteki Adama” öylesine içten ve öylesine duygu dolu önerilerde bulunuyor ki; bu sesi duymamak için insan olmamak gerekiyor:

“Tecritten mi yılacaksınız? Yılmayın!

Açın kollarınızı iki yanınızda kocaman kocaman, hasreti, yenilgiyi, ihaneti kucaklayın. Hiç olmadı gecenin karanlığını kucaklayın.

Bakın kucağınızdan ne güneşler doğacak.”

EL YAZILARI YAYINLANMALI

Tamam; çok tekrar var bu kitapta... Özellikle suyun kullanımı ve hijyen gibi konularda...

Ama dert değil; yutar gibi okunacak bir kitap yazmış yine Tuncay...

Ve yine... “Sıfır” hatayla...

Bunu “sevgilisine” borçlu olduğunu söylemişti bana, son görüşmemizde...

Ne diyeyim, emeği geçen herkesin eline, yüreğine sağlık.

Ve son söz; Cumhuriyet Kitap yöneticilerine:

Lütfen bu kitapların bir de “özgün hali”ni yayınlayın...

Yani; Mustafa’nın, Tuncay’ın el yazılarıyla size ulaştırdığı o metinleri... Hiç dokunmadan!

Çünkü asıl onlar, tanıklık yapacak bu zulme... Kalem tutmaktan kanayan parmakların kağıtta bıraktığı izler; tanığı olacak eziyetin!

Riski göze alın ve basılmış tüm kitapların, bir de o halini gösterin bize...

Görecekseniz, on binler, o “el yazmaları”nı kitaplıklarında saklayabilmek için yine koşacak kitapçılara...

Kısacası...

Yazın; Silivri’deki meslektaşlarım, Hasdal’daki komutanlar; bıkmadan, usanmadan yazın!

Çünkü bu dönemde yazmak, sizin vatan görevinizdir!

HAPİSTE YATACAK OLANA ÖĞÜTLER

Türü: Anı

Yazarı: Tuncay Özkan

Yayımcı: Cumhuriyet Kitapları

Baskı tarihi: Ekim 2011

Sayfa sayısı: 147

Kitapçı fiyatı: 12 lira

İnternet fiyatı: 10 lira

Kişisel not: Yazarı tanıyorum. Bu kitabı yazdığını Silivri’deki bir duruşma sırasında ilk kez bana anlatmış, ben de sizinle paylaşmıştım.

Mustafa Mutlu
Vatan

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)