‘Sorumlu siyasetçi’ meselesi!

Hayrettin


Uçağımız Suriye tarafından düşürüldüğünden beri Hükümet “savaşmayacağımızı” söylese de savaş hazırlıkları hızla devam ediyor. Türkiye sınıra tanklar, ağır silahlar yığıyor, füzelerin namluları Suriye’ye çevriliyor, Suriye de sınır civarına 200’e yakın askeri araç yığıyor vs..

Durum o kadar “savaş hali” ki sınıra yakın olan Kilis halkı “sınırda Suriyeli muhaliflerle Suriye ordusu arasında çatışmalar var. Tarlalarımıza girmeye korkuyoruz. Biz savaş istemiyoruz” demiş. Ki bilindiği gibi bu muhaliflerin silahları da Türkiye tarafından sağlanıyor. Bu noktaya gelmeden çok önce, daha “tehditler” safhasında Suriye ile savaşa girmemizin çılgınlık olacağını birçok siyaset bilimci söylemişti, medyada da bu uyarılar yeterince yer aldı..

UYARILARA KULAK VERMEK..

Başbakan Erdoğan bu uyarılardan ve sonra “o uçağın Suriye topraklarında ne işi var, böyle bir hatanın zamanı mı” diyenlerden hiç hoşlanmadı, hatta onları neredeyse “vatan haini” ilan etti ama işte görülüyor ki sonunda savaşın eşiğine kadar fütursuzca uzanınca geri dönüş çok zor.. İstemeseniz de en azından “ülkenin kırılan onurunu kurtarmak” adına mecburen-mecburiyetten savaşa doğru ilerlemek zorunda kalıyorsunuz.

Bu nedenle medyaya, bilim insanlarına, farklı görüşleri seslendirenlere kızmak ve ağzına geleni söylemek yerine zamanında kulak vermek siyasetçiler, ülke yönetenler için daha doğrudur. Bunu yapmayıp onların “satıldığını” filan söylerseniz sonra dönüp “27 Nisan’da, 28 Şubat’ta medya neden daha fazla tepki göstermedi? Siz ne yaptınız ki” diye sorduğunuzda “iyi ama önemli olaylara tepki verildiğinde kızıyorsunuz, verilmeyince yine kızıyorsunuz, bu durumda medya ne yapsın” hali çıkar ortaya..

Türkiye her olayda yaşananlarla demokrasiden giderek daha fazla uzaklaşıyor. Hiç değilse savaş hali içine girdiğimiz günlerde parti genel başkanlarının birbirlerine ve medyaya karşı daha saygılı bir üslup kullanması, şiddet içeren konuşmalardan uzak durması gerekiyor. Bu millet zaten bir gün bile şiddetten, huzursuzluk yaratan olaylardan uzak kalmazken bir de üstüne onlar tarafından yaratılan “sözlü şiddet” görüntüleri eklenmesin!

*****


Okunacak kitaplar!

Elinizden bırakamayacağınız kitaplar çıktı son zamanlarda.. Örneğin Ayşe Kulin’in “Saklı Şiirler” isimli şiir kitabı olağanüstü güzellikte.. Hele “hasta yatağındaki babası” ile yaptığı konuşmalar, onun Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyet’in ilk kuşağının ruhunu anlattığı bölümleri gözyaşları içinde okuyor insan..

“Derler ki Türkiye’de herkes şairdir! Onları mahcup etmemek adına, yazı yazmayı öğrendiğim günden beri şiir yazarım ben” diye başlayan bu kitap size zamanın nasıl geçtiğini unutturacak, Ayşe Kulin’in şair özelliğini ve bugüne kadar “saklı kalan şiirleri”ni kaçırmayın derim..

ULAGAY’DAN SAPTAMALAR!

İkinci kitap Osman Ulagay’ın Nisan ayında basılan “Türkiye Kime Kalacak” isimli kitabı. Ulagay’ın engin deneyimi ve birikimiyle yazdığı ABD’de El Kaide’nin yaptığı 11 Eylül eyleminden Arap Baharı’na, Gülen Hareketi’nden Orhan Pamuk’a, AKP iktidarında Türkiye’de yaşanan değişimin tüm detaylarına kadar anlattığı bu kitapta yurt içindeki olayların dış dünyayla bağlantılarını ve bilmediğiniz çok şeyi öğreniyorsunuz.

BU DA BAŞBUĞ’UN ‘MUSTAFA’SI!

Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ tarafından yazılan “20’nci Yüzyılın En Büyük Lideri, Mustafa Kemal” isimli kitap ise her şeyden önce Başbuğ’un yazarlıkta ne kadar başarılı olduğunu göstermesi açısından bence çok ilgi çekici.. Son derece akıcı bir üslup, çok ustaca metinler arasına sıkıştırılmış ilginç konuşmalar, mektuplar, belgeler.. Ve sonuçta ortaya bir roman havasında okurken koca bir tarihi sindirerek öğrendiğiniz gerçek bir belgesel çıkmış.. Yazarı da Mustafa Kemal gibi “bir asker” olduğu için olaylar çok daha gerçekçi bir açıklamaya kavuşmuş.

Bu arada.. Kitabın girişinde İlker Başbuğ’un hayatı var, o da mutlaka okunmalı bence.. İngiltere Kara Harp Akademisi’nden Nato Savunma Koleji’ne kadar meğer ne çok eğitim, TSK Şeref Madalyası, Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası, ABD Liyakat Madalyası, Pakistan İmtiyaz Nişanı ve daha ne çok madalya-nişan almış, ben de okurken öğrendim. Sonra da “işte biz Türkler başarılı insanları en sonunda Silivri’de böyle ödüllendiririz (!)” diye düşünmekten de kendimi alamadım. Suriye gibi konularda deneyimlerinden yararlanacağımıza onları pasifize eder, bir köşeye koyarız, onun için de “sınama yanılma” yoluyla hatalardan kurtulamayız.

ECEVİT VE ÇELİŞKİLER!

Bugün önereceğim son kitap da bir önceki gibi Silivri’den.. Üreten, düşünen, başarılı insanları bir hapishaneye kapatırsanız akıllarını, psikolojilerini korumak için ya konuşmaları ya da yazmaları gerekir.. Silivri’den çok kitap çıkmasının nedeni bu olmalı.. Prof. Dr. Mehmet Haberal da “Belgeleriyle Silivri Gerçeği” kitabını yazmış ama bu kitap tamamen “Bilgi kirliliğine son vermek ve Ecevit’in Başkent Üniversitesi Hastanesi’ndeki tedavi sürecini detaylarıyla, belgeleriyle topluma sunmak” amacıyla yorumsuz olarak yazılmış. Ecevit’in hastalıkları ve tedavisiyle ilgili iddiaları ortaya atan koruması Recai Birgün’ün düştüğü çelişkiler, Ecevit’in Haberal’ı “cumhurbaşkanı adayı” yapmak istemesi ve onun kabul etmemesi, Bülent ve Rahşan Ecevit’in ona “hastanedeki tedavi ve ilgisine teşekkür için” yazdıkları mektup, mahkeme tutanakları, hastane belgeleri, Haberal’ın “tedavi eden doktorlar” ekibinde bile olmayışı, kısacası eksik yok..

Okuyunca “iyi de bütün bu açıklığa rağmen, bir de üstüne ‘milli irade tarafından’ milletvekili seçilmiş olmasına rağmen neden hala hapiste” diye merak ediyorsunuz.. Ben ettim, sanıyorum siz de edeceksiniz. Bugünlük bu kadar arkadaşlar!

*****


Bana izin!

Sevgili okurlarım, uzun süre günde birkaç yazı yazınca ve Türkiye’nin “aklını koru kaçmasın” içeriğine sahip gündemini yakından izlemek zorunda olunca insan tatile ihtiyaç duyuyor. Sizden ayrılmak zor ama kısa bir süre bunu yapmak zorundayım. Bir de bu arada yasal izin süremin yılda 45 gün olduğunu ama bugüne kadar yılda “15 günden fazla” hiç tatil yapmadığımı fark ettim.

Artık beni arada bir tatile gönderirsiniz umuyorum. Zaman zaman kaçacağım, şimdiden söylemiş olayım. Kendinize iyi bakın, yokluğumda haberlere sinirlenmeyin, üzülmemeye çalışın, zaten ülkede olup bitene üzülseniz de elden bir şey gelmiyor, sonucu etkilemiyor biliyorsunuz .. Kaçtım..

(NOT; Ben izindeyken birkaç gündür beklemekte olan ama sizinle paylaşmak istediğim bazı yazılar yayımlanacak.)

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)