Tek Adam, Tek Aday, Tek Ses!


On yıldır iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi, 4’üncü Büyük Kongresi’ni yaptı.

Sadece ülke yönetimini üstlenmek; en azından denetlemek için kurulmuş olan siyasal partilerin genel kurullarının, en az Kanarya Sevenler Derneği kongresinden daha farklı geçmesi gerekmez miydi?

Bir önceki genel kurulda görev üstlenmiş olan kurulların politik, idari ve mali raporları okundu ve üstünde söz alanlar konuştu da ben mi canlı yayınlardan izlediğim bu gelişmelerin farkına varmadım?

Yoksa şiirsel konuşmasıyla 4. Kongre’nin bir veda değil, daha başka makamlarda buluşma kongresi olduğunun altını çizerek, seçmenden onay alırsa Çankaya’ya Başkan olarak çıkmayı düşleyen Erdoğan’dan önce tüm bu çalışmalar mı tamamlandı?

Çok partili yaşama geçildiği tarihten itibaren ülkenin yaşayan en eski politikacılarından birisi olarak gerçekten merak ediyorum; 4’üncü AKP Kongresi’ni izleyen Hükümet Komiseri bu sorulara karşı ne düşünüyor?

Ve önceki gün Ankara’nın en büyük kapalı salonunu dolduran AKP’li delegeler, oraya sadece birer izleyici figüran olarak mı geldiler?

Böylesi soğuk savaş yıllarında Doğu Bloku’ndaki komünist partilerin toplantılarında görülürdü.

Lider kürsüye çıkar ve sadece “O” konuşurdu. Delegelerin görevi ise hep birlikte ayağa kalkarak alkışlamakla sınırlıydı. Bir de İkinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgisiyle Almanya ve İtalya’yı çökerten Adolf Hitler, Benito Mussolini gibi diktatör bozuntuları bu tür stratejilerden hoşnut olurlardı! Bizde şayet başka partilerin kongreleri önceki gün olduğu gibi tek bir adamın etrafında geçse, anlı şanlı medyamızın yorumcuları neler neler söylerlerdi. Oysa gördünüz aziz okurlar. “Maazallah karşı küçük bir eleştiri; bir çatlak ses araya karışır da Tek Adam hiddetlenir endişesi” ile o bilinen yorumcuların her birisi “Padişahım Çok Yaşa”cıydılar.

Meslektaşlarımızın bir tekinden, aralarında Cumhuriyet’in de bulunduğu 6 gazetenin genel kurulunu izlemek isteyen muhabirlerine ve yorumcularına akreditasyon verilmediği için küçük de olsa eleştiri yapan oldu mu?

Bu kararı alan Sayın Başbakan da partisinin kongresini haber kanallarının başından sonuna dek izleyerek yayımlayacağını; akredite uygulanan bizlerin de dolayısıyla olup bitenlerden anında haber sahibi olacağımızı biliyor.

Ama kendisinin bu kararla yapmak istediği, üçüncü kişilere Cumhuriyet ve o beş gazetenin “Öteki” olarak görüldüğünü anlatmaktır.

Demokrasimizin vazgeçilmez unsurları olarak yasalarda yer alan; vergilerimizden ayrılan kaynaklarla beslenen siyasi partileri, kendi babalarının çiftliği gibi gören ve değerlendirenlerin “Yeni Yol Haritası” kılıfı içinde ister 6, ister 63 maddelik manifestolarla yurttaşlarını oyalamalarına sessiz kalmanın bedeli ağırdır.

O sessizliği, AKP sözcüsü Hüseyin Çelik, liderini “1923’ten beri ülkeyi yönetmiş olanların hiçbirisinin Erdoğan kadar karizma sahibi olmadığını” söyleyerek mazur göstermek istiyor.

Böylesine bir dogmaya saplanıp kalmış olan eski Milli Eğitim Bakanı, eski Tansu Çiller hayranının söz sahibi olduğu AKP kongresinin kürsüsünün arkasında aziz Atatürk’ün bir posterine rastlamamak, hiç de şaşırtıcı olmamalıdır.

“Başkan varken bize söz düşmez. Her şeyi en iyi başkan bilir. Başkan herkesi düşünür” diye daha yüzlercesini üretmek mümkün olan spotları bulvarlara, o bulvarlardaki kocaman binaların duvarlarına asan Doğu Bloku siyasetçileri çoktan tarihin çöplüğündeler.

Ama ne gam.

Bu tür şakşakçıları yetiştirmekte o kadar doğurgan bir ülkeyiz ki!

AKP kongresi devam ederken Pensilvanya’dan Fethullah Gülen’in Youtube sayfasına eklendiği anlaşılan bir videosu, sosyal paylaşım hesaplarındaydı.

O videoda Hocaefendi, “Güç, başarı, takdir ve alkış insanda sağırlık ve körlük meydana getirir. Bu insanlar yanlarında palyaço insanlar bulundururlar” diyordu.

Bu sözleri acaba belirli kimseler için mi; yoksa laf olsun diye mi söylemişti?

Ve parlamento nihayet açıldı

Milletvekillerinin uzun bir ara vermesinden sonra, nihayet anayasamızda yer alan 1 Ekim tarihinde kendiliğinden başlayan yeni yasama yılı açıldı.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın iç ve dış sorunları irdeleyen konuşmasında söylediklerini bir başka yazıda, muhtemelen yarın değerlendirmek isterim.

Bugün için bu köşe yazısına düşülecek olan not, politikada Erdoğan’la birlikte “Milli Görüş” çizgisinden ödün vermeyen Sayın Abdullah Gül’ün adına, o görüşün sahiplerinin önümüzdeki yol haritasında hiç yer vermeyişleridir.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)