Bu gidişe 'dur' demenin zamanı çoktan geldi


Nazlı Ilıcak’la öğrencilerin huzurunda söyleşi yapılıyor. Ilıcak, bir yerlere sırtını dayamışlığın rahatlığı ile öğrenci kalabalığını yatıştırmaya çalışıyor. Botokslu suratında hemen hiçbir ifade yok. “Siz şimdi” diyor gençlere; “Cumhuriyete yönelik bir tehdit mi var, diyorsunuz?”
Öğrenciler suskun, bakakalıyor. Nazlı hafif gülümseyecek ama, botoksu müsaade etmiyor. Yani, Cumhuriyete yönelik bir saldırı yok, demeye getiriyor.
Nazlı Hanım hep buydu. Onu televizyonda izlerken, kalbiniz sıkışır, boğulacakmış gibi olursunuz. İnsana saçını başını yoldurur. Ülkemizdeki kellerin birçoğu, “Nazlı’nın kelleri”dir. Bir zamanlar can dostu olduğu Demirel’i bile delirtmiştir. Üstelik bunu yaparken de çok sakindir.
Nazlı’nın yetiştirmesi, yeni yetme, Nagehan Çimento, Nazlı’nın tam tersine asabi ve de saldırgandır. En büyük becerisi de, cahil olmasına rağmen saldırması; yani sırf saldırma olsun, gürültü eden kazansın hesabı. Maşasız Nazlı’nın, eli maşalı kızı...
Geçenlerde aynı soruyu o da soruyordu. Yani Nagehan; “Cumhuriyete yönelik bir tehdit mi var?” diyordu. Ustasına nazaran, sarf ettiği cümlenin ardından “gülerim ben buna” gibilerinden pis pis sırıtıyordu. Henüz genç. Botokssuz cildi, sırıtmasına müsaade ediyor. Sorduğu soru ve müstehzi gülüşü; “yok böyle bir şey, Cumhuriyete yönelik böyle bir tehdit yok, bunu da nereden uyduruyorsunuz, ben buna gülerim, hatta güleyim” oluyor.
Yani hem “yıkıyorlar”, hem de “kim yıkıyor” yutturmacası yapıyorlar. Peki, yutan var mı? Var... Ne yazık ki var...
Çoğunluk uyandı, Anıtkabir istikametinde yollara döküldü. Bir süre sonra, “şimdilik yutanlar” da yutmayacak artık.
Yardımcım, günlük gazeteleri getirip bıraktı masama. Aydınlık, Sözcü, Yurt ve Cumhuriyet okuyorum, Ulusal Kanal izliyorum. Eğer dediğime kulak asarsanız, ülke gerçeklerine hemen ulaşıverirsiniz. Size de şiddetle öneririm bu gazeteleri. Çünkü gerçekler sizden gizleniyor. Yandaş televizyon ve gazeteler gerçekleri çarpıtıyorlar. Her neyse...
Kısa bir göz gezdirdikten sonra gazetelere, “saymakla bitmeyen Cumhuriyeti yıkma saldırılarına”, hemen yenilerinin eklendiğini görüyorum. Bay Tayyip, Atatürk heykelleriyle, Öcalan heykellerini aynı kefeye koyuyor.
Biri; analarımızı ağlatan, şehitlerimizin, bebeklerimizin katili... Diğeri de ülkemizi kuran, bağımsızlığımızın temel nedeni Atatürk... Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanına bakınız... İki ismi bir kefeye nasıl da yerleştiriyor...
Gözümü gazetenin üst kısmına çeviriyorum. Hırpalanmış, polis tarafından coplanıp karga tulumba yerlerde sürüklenen üniversiteli genç kızlarımızın fotoğrafları dikkatimi çekiyor. Burnumun direği sızlıyor. Bir grup üniversiteli, “Fahri Doktora Ünvanı” almak için Bursa Uludağ Üniversitesi’ne gelen, bir zamanların solcu CHP’lisi, şimdilerin dönek Bakanı Ertuğrul Günay’ı protesto ediyorlar. Kaldı ki, bu da onların en demokratik hakkı.
Ertuğrul Günay Efendi Hazretleri, konuya muttali olduğu halde, “devletin gençlerimizi ezmesine” mani olmuyor, görmezden geliyor. Belki de “oh olsun” diyordur. “Durun! Bırakın o gençleri!” diyemiyor. Oysaki Ertuğrul Günay, bir şehit cenazesinde bandoyu durdurup, “Susun! Kesin!” diye bağırmıştı. “İnsanlar kendi ağıtlarını yakacak” demişti. Böylece birilerine yaranacağını biliyordu.
Evet, gözümü gazetenin üst bölümünden alta kaydırıyorum. Bu kez, askeri okullara Kuran-ı Kerim ve Peygamberin Hayatı dersleri konulacaktı, konulması düşünülüyordu. Düşünce aşamasından çıkmış ve bu dersler askeri okullara konulmuş. Askerlerimiz taarruzlarda, Allah Allah nidalarıyla giderlerdi düşman üzerine, şimdi anlaşılan daha bir iman içinde koşacaklar.
Bir de gözünüz aydın; Meclisteki yemin töreninde, vekiller kürsüde yemin ederken and içtikleri metnin içinden “Atatürk’e, onun inkılâplarına bağlı kalacağıma” derlerdi ya hani. Ha işte o bölüm kaldırılmış. Artık Atatürk’ün Cumhuriyet’i, laiklik, kimsenin umurunda olmayacak anlayacağınız.
Gazetenin sadece ön yüzünde, ilk bakışta gördüğüm haberler bunlar. Yazımın başında söylediğim gibi, ne demişti Nazlı Ilıcak ve Nagehan Çimento; “Cumhuriyet’e yönelik bir tehdit mi var?” dememişler miydi?
Gönül diyor; şu önündeki gazeteyi dür, bük, hatta iyice bük; büküldüğünden dürüldüğünden emin olunca.... bunların gözüne sok.
Kızlar..! Hiç şüpheniz olmasın, tarih sizi unutmayacak...

Ahmet Hakan

Müjdat’a, Ferhan’a, İlyas’a bir de bana çamur atmaya kalktı geçen Pazar. Aldı cevabını, oturdu aşağı. Buzun üzerinde duruyor çünkü. O yazdığım ağır yazıdan bir gün sonra, Hürriyet’teki köşesinde bir de baktım ki çark etmiş. Şöyle bir cümle kullanarak anladığım kadarıyla, “sulh” sağlamaya çalışmış; “Levent Kırca’nın yazdıklarına gülümseyebilmek” olgunlukmuş meğer. Yolun açık olsun. Yazılarımın ardından istediğin kadar gülümseyebilirsin.

İşçi Partisi

62 yaşındayım. İşçi Partisi’nin Türkiye Cumhuriyeti’ni yeniden kurmak için Atatürk çatısı altında toplanma çağrısı beni çok etkiledi. Zaten “Atatürk” ismi kullanılarak yapılan tek çağrı İşçi Partisi’nden geliyordu. Bu sese kulak verdim, hiç tereddüt etmeden, gittim ve bana kucak açan İşçi Partisi’ne kayıt oldum. Arkasından TGB’ye ve hemen ardından da ADD’ye kaydoldum.
Aradan geçen zaman zarfında, bol bol düşünüp sağlama yapma fırsatı elde ettim. İP’li dostları yakından tanıma olanağı buldum. Yaptığım eylemin ne kadar doğru olduğunu gördüm. “Bu güne kadar neredeymişim?” dedim kendi kendime. Bu partide “gerçek” insanlarla tanıştım. Bittiğini sandığım “sevgi”nin burada olduğunu gördüm. Şimdi, fikrimi yüksek sesle söyleyebilmenin mutluluğunu yaşıyorum. Fikirlerimin dikkate alınıp değerlendirildiğini hissediyorum, insanları eleştirebiliyorum. İnsana dair her şey bu partide mevcut... Üstelik tek vücutlar... Birlikte ve beraberler... Herkes birbirine saygılı... Atatürk Devrimlerini özümsemiş ve paylaşmışlar. Samimiler ve gerçekler... Olması gereken Türkiye işte burada... Burada para değil fikirler önemli, burada insan önemli. Gördüm ki bunlar halkın ta kendisi. Tabanları da bir, üstleri de... Çoktan “alt-üst” olmuşlar. İçleri dışları bir. Ben kendimi adam zannederdim, burada adam olduğuma inandırdılar beni. İyi bir kapıdayım, mutluyum ve huzurluyum. Kapı açık, hem de ardına kadar. Gelin, adam olduğunuzu hissettirelim size. Gelin, adam yerine koysunlar sizi de benim gibi.
Aydınlık Gazetesi ve Ulusal Kanal, İşçi Partisi’nin penceresi... Pencereden baktığınızda ne görüyorsanız “o” işte burası. Burada ne söyleniyorsa, o “düşünülüyor”; ne düşünülüyorsa o “söyleniyor”. Atatürk’ü daha da yakından hissetmek istiyorsanız; işte kapı, işte pencere... Hangisinden istiyorsanız girin, içerde sizi kucaklamak için bekliyor olacağız. Sakın geç kalmayın...
Bir türkü söylüyoruz şimdilerde, ağzımızı doldura doldura. “Kurtuluş Türküsü”. Gelin hep birlikte söyleyelim. Burada konuşmaktan geçtim, türkü söylemek de mümkün. Gösterişten hiç hoşlanmayan bu örgüt, belki de kızacak bana, ama ne yapalım ki ben de hissettiklerimi vuruyorum açığa. Bu da benim en doğal hakkım sanırım.
Not: TGB’li gençleri inanılmaz başarılı buluyor, onları bütün kalbimle destekliyorum.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)