Hapishaneden bir kurmay mektubu
Pazar, Ekim 27, 2013
“Sevgili Emin Ağabey; şu anda Ankara’da Mamak Askeri Cezaevi’ndeyiz. (Cezalar kesinleştiği için önümüzdeki günlerde sivil cezaevlerine gönderilecekler.) Size geçen sene Genelkurmay Başkanı’na yazdığım mektubu gönderiyorum. Mektup, “Özel yetkili” mahkeme tarafından verilen cezalar sonrası, yani 21 Eylül 2012 günü akşamı yazılmıştır. Bugün ordu bizim üzerimizden sindirilmiş ve dönüştürülmüştür. Sırada Türkiye’nin dönüştürülmesi var. Güneydoğu’da, bizim operasyon yaptığımız yerlerde
teröristler silahlarıyla cirit atıyor, halka hitap edebiliyor.
Sayın “Bir numara” da (Necdet Bey) biliyor ki ordunun morali bozuktur. Her ferdi “Sahte belgelerle beni de içeri atarlar” korkusuyla yaşamaktadır. O bir numara, Balyoz kararları açıklanırken Bosna’da cami geziyor, rahat pozlar veriyordu.
Bizler mahkumiyet kararı sonrasında er olmuşuz diye sevinenlere de şunu söylemek isterim, ben ve benim gibiler rütbelerimizi omuzlarımızda değil, yüreklerimizde taşıyorduk.
Bir numaraya 21 Eylül 2012 günü, Balyoz kararlarının mahkemede açıklandığı gün yazdığım mektubu size iletiyorum:
* * *
“Komutanım, ben “Camileri bombalamakla, millete komplo düzenleyip darbe planı yapmakla” suçlanıp, hukukun zerresini bile göremediğimiz bir mahkemede sözde yargılanarak tam 18 yıla mahkum edilmiş olan Jandarma Kurmay Albay Mustafa Önsel. Hasdal Askeri Cezaevi’nden saygılar sunuyorum.
Sizinle ilk tanışmamız Kara Harp Akademisi’nde olmuştu. Yıl 2001… Ben, ikinci sınıf öğrencisi, siz Kara Harp Akademisi Komutanı idiniz. Tanışmak için beşerli gruplar halinde bizleri odanıza çağırmıştınız. Bana “Kaç çocuğun var” diye sormuş, “Dört” diye cevaplayınca da, “Yahu sen aile planlaması nedir bilmiyor musun, bu kadarı çok değil mi?” demiştiniz. 2002 yılında akademiden Binbaşı rütbesiyle mezun oldum ve Bursa Jandarma Bölge Komutanlığı Kurmay Başkanlığı’na atandım.
22 Şubat 2010 günü o ana kadar hiçbir ilgimin ve bilgimin olmadığı, tamamen kurgu olan “Balyoz” davasına bulaştırılarak tutuklandım. Tahliye edildim, sonra yine tutuklandım.
Cezaevinde ne olduğunu anlamadan yattım.
Tahliye edildiğim zaman siz Jandarma Genel Komutanı idiniz. Beni, “Ne oldu” diye çağırmamıştınız bile. Belki de “Bir şeyler yaptığıma” inanıyordunuz, kim bilir! Ailem önce ikiye, sonra üçe bölündü. O “Çok” dediğiniz çocuklarım, çoğu kez olduğu gibi, yine babasız kalmıştı.
Balyoz davası ile ne yapılmak istendiğini anlıyorduk. Çünkü artık dosyaya hakim olmuştuk. Amaç Türk Ordusu’nu dönüştürmekti. Biz sadece bahane idik. Delil niteliği taşımayan sayısal (dijital) veriler gerekçe gösterilerek özgürlüğümüz elimizden alınmıştı.
Komutanlarımızın da artık dosyaya hakim olduğunu biliyorduk. Nihayet geçen yıl sizden önceki saygıdeğer komutanımız Işık Koşaner yiğitçe bir çıkış yapmış, bu zulmü engelleyemese de, buna ortak olmamak adına gönlümüzde taht kuran bir açıklama ile gururla taşıdığı üniformasını Kuvvet Komutanları ile beraber çıkartmıştı.
Bunun üzerine siz Genelkurmay Başkanı oldunuz. Diğer yaşananları siz daha iyi biliyorsunuz. Ben o zaman geçmişte sizin emrinizde çalışan iki değerli general ile birlikte aynı koğuştaydım. Çok sevinçli idiler. Sizin için “O ani çıkış yapmaz, ama er ya da geç bu işi uygun bir şekilde çözer, bu haksızlığa, bu zulme göz yumması mümkün değil” dediler.
* * *
Siz, 31 Ekim 2011 tarihinde Hasdal Askeri Cezaevi’nde tutuklu bulunan birkaç üst rütbeli komutanla görüşüp gittiniz. Onlara verdiğiniz talimatları bize sözlü olarak ilettiler. Anlattıklarından, sizin olaya vakıf olduğunuzu, dosyadaki sahtelikleri herkesten iyi bildiğinizi, sorunu kavga etmeden çözeceğinizi, “Bir yıl içinde çözemezsem istifam cebimde” anlayışı içinde olduğunuzu, “Herkes yeniden göreve dönecek şekilde hazırlık yapsın, işi de uzatmayın, sorguları çok kısa tutun ve mahkeme ile didişmeyin” dediğinizi öğrendik. Sizden geldiği ifade edilen talimatlara harfiyen uyduk.
Kamuoyunu etkileme adına, hukuksuz yargılamayı protesto edecek sert eylemler yapmayı erteledik.
Sorgu safhasını kısa tutun dediğiniz için büyük çoğunluk sorgusunu birkaç dakikada bitirdi. Yoksa halen sorgu safhasını bile geçmemiş olacaktık.
En son bilirkişi isteklerimizin reddedilmesi ve dinlenmesini istediğimiz tanıkların çağrılmaması ile bize ceza vereceklerini anladığımız ana kadar, ufak tefek gerginlikler olmasına rağmen verdiğiniz talimat doğrultusunda hareket ettik. Sesimiz çıkmadı. Bu süreçte pek çok sanık hakarete maruz kaldı, aşağılamalarla karşılaştı.
Aslında aşağılanan sizin yönettiğiniz ordu idi. Ama ne yapılsın ki, sizin talimatınız vardı. Büyük çoğunluk sustu ve yutkundu. Ben, zaman zaman dayanamayıp susmasam da, bu
çoğunlukla böyle devam etti gitti.
Bu arada “Necdet Paşa’yı tanırım. Ne yapar eder bu hukuksuzluğu kavgasız bir şekilde çözer” diyen Tümgeneral Hasan Fehmi Canan sizin de imzanızla emekli edildi. Onu Hasdal’dan Silivri cezaevine uğurlarken “Çözüm bu muydu yoksa?” diyenlere sadece baktı, gözleri doldu, bir şeyler diyecekti. Belli ki çok şey diyecekti ama sustu, yutkundu, gözlerini herkesten kaçırdı ve süratle otobüse bindi. El sallarken gözünde biriken yaşları
göstermemek için cezaevinde kendisini uğurlayanlara bakamadı bile.
Artık o gözlere biriken yaşlar, çekilen ve çekilecek olan çileye miydi, sahipsiz bırakılışa isyana mıydı, Fenerbahçe seyircisi kadar bile olamayışa mıydı, bilemiyorum.
Dava boyunca; mahkemeyi oluşturan yargıçlar sanıklara hakaret ettiler, ailelerimizi azarlayarak dışarı attılar, dalga geçtiler, şerefleriyle oynadılar, kendi askerimiz olan jandarmaya emir vererek bir kısım sanığı zorla duruşma salonundan dışarı attırdılar. Bunların hepsi sizin emriniz gereği, çoğunluk tarafından sineye çekildi.
* * *
Öyle oldu böyle oldu derken, 21 Eylül 2012 gününe gelindi. Mahkeme, aslında çok önceden çeşitli odaklara danışıp hazırladığı kararı okuyacaktı. Böyle inanılıyordu. Başbakan’ın bir ay önce “İncelik gösterip” Belçika’dan dönerek teslim olan Hakan Akkoç’tan bahsederek, “Bu tutukluluğu anlayamıyorum” demesi sizin girişimlerinize bağlanmış ve herkeste, ceza verilecek olsa bile tahliye olma ümidini artırmıştı. Gerçi karar tarihinden birkaç gün önce Başbakan’ın Ukrayna’da ki konuşmasında; “Balyoz’da karanlık noktalar var” söylemi “mideleri ekşitse de”, kimse üzerinde durup, mutluluğunu bozmak istemedi.
Bilmiyorum torununuz var mı? Pek çok arkadaşın sizin torununuz yaşında çocukları vardı. Hepsi babalarının görevde olduğunu zannediyordu, biliyor musunuz? Görüş günlerinde yaşananlara yüreği taş olan dayanmaz. Neyse, özellikle bizden daha genç arkadaşlarımız çıkacaklarına o kadar inanıyorlardı ki, “Görevden döndüm, seni nereye götüreyim yavrum” diyerek çocuklarını götürecekleri yerlerin planını bile yapmışlardı.
Ben, yine de hep “Ters köşe” olma ihtimalini aklımdan çıkartmıyordum. Çünkü bu mahkeme o kadar büyük hukuk ihlalleri yapmıştı ki, güven duymak mümkün değildi. Ama
arkadaşların çok umutlu olması karşısında sesimi çıkartamadım.
Arkadaşların umutlu olmasının birinci nedeni kesinlikle suçsuz oluşları ve bunun kamuoyunca da anlaşılır hale geldiğine olan inançlarıydı. Bir başka inanç ise davayla ilgili olarak, sizin Başbakan ile görüştüğünüzdü.
Dolayısıyla böyle bir girişimin, mahkemenin hukuk dışı davranmasına engel olacağı görüşündeydiler.
Karar açıklanırken hınca hınç dolu salonda adeta sinek uçsa duyulurdu.
Verilen kararlar açıklandıkça, herkese “Ancak bu kadar olur” dedirtti! Toplam iki dakikadan başka konuşma yapmamış, sessizce oturmuş pek çok sanığa bile “İyi hal” indirimi uygulanmamış, verilen cezaları artırmak için kanunlara takla attırılmıştı.
* * *
Bu ne kindi, bu ne hınçtı. Benim yargıç ve savcılarla öncesinde bir husumetim yoktu, diğer sanıklar gibi. Bana şahsi kin duymaları mümkün değildi. Bu kin çok açık ki, şu an komuta ettiğiniz Türk Silahlı Kuvvetleri’ne idi.
Vesselam bırakın tahliyeyi, göz göre göre katledildik. Bir “Hukuk cinayeti” işlendi. Bir “Hukuk katliamı” gerçekleştirildi. Bu bir terör saldırısından çok daha feci idi, çünkü bu saldırı hukuk kullanılarak kamuoyunda meşru hale getirilmeye çalışıldı. Bizi şehitlerimiz gibi toprağa değil, betona gömdüler…
Tüm bu yaşananlar sizin gözünüzün önünde oldu komutanım. Hele Başbakan’ın davadaki kararları kast ederek “Daha çok şaşıracaklar” ifadesi ile Numan Kurtulmuş’un “Halka komplo düzenlemek isteyenlerin kafalarına balyoz indi” demesi, hele bazı
yorumcuların “Bakın Genelkurmay’dan bir ses çıkmıyor, bu balyozcuları sahiplenmiyor, demek onlar da bunların suç işlediğine inanıyor” yaklaşımları, aldığımız cezanın ruhumuzda yarattığı kırılmaları derinleştirmiştir.
Bu katliama, bu zulme seyirci kalmamanız gerekmez miydi komutanım? Komutan sorumluluğu değil midir astlarına sahip çıkmak? Siz, öz çocuğunuz iftiraya uğrayıp, bu şekilde betona gömülse aynı mı davranırdınız? Komutan, astlarının hem silah arkadaşı hem babası değil mi komutanım? Bize öyle öğretmediniz mi?
Fazla uzatmak istemiyorum. Artık yalnızlığımız tescillenmiş oldu. Zaten bu yargıçlar bunu bilmese, bu katliamı yapamazdı. Yine de yaptığınız, yapmadığınız her şey için teşekkür ediyorum. Ama unutmayın ki Allah, zulmedenler kadar, zulme seyirci kalanları da kınıyor.
Sözüm bitti. Size, eşiniz değerli hanımefendi ile çocuğunuz ve varsa torunlarınızla çok mutlu, huzurlu, sağlıklı günler dilerim. Bizi ve çocuklarımızı düşünüp de canınızı sıkmayın olur mu?”
18 yıl hapis cezası alan Kurmay Albay Mustafa Önsel’in Necdet Bey’e yazdığı mektup işte böyle.
Keşke suya yazsaydı, etkisi belki daha çok olurdu!
Emin Çölaşan
Sözcü
Tags