SEVGİLİ okuyucularım, çok az sayıda gazete ve televizyon dışında. Türk medyası tümüyle iktidar yandaşlarının elinde, Sadece AKP’nin sesi olarak yayın yapan İslamcı kuruluşları zaten biliyoruz. Ama ötekiler de teslim bayrağını çektiler.
Bazılarına belki “Normal ve tarafsız gazeteler (!)” gibi görünen Hürriyet, Milliyet, Vatan, Akşam, Radikal, Habertürk ve benzerleri, uzun yıllardır Tayipgillerin sesi olarak görev yapıyor.
Başkaları beni o kadar ırgalamıyor da yıllarımı verdiğim Hürriyet’in bu duruma düşmesi içimi acıtıyor.
Bu kokuşmanın en büyük nedeni, para babası büyük işadamlarının medya patronu olması; Aydın Doğan, Mehmet Emin Karamehmet, Erdoğan Demirören, Turgay Ciner, NTV’nin sahibi Ferit Şahenk ve diğerleri!..
Bunların gazeteleri televizyonları, radyoları ve internet siteleri var… Ve her biri iktidarın sesi olarak hizmet sunuyor…
Çünkü bu patronların devlet ve hükümetle çok büyük parasal ilişkileri var. Devletten ve hükümette beklentileri sonsuz, iş yapıyorlar, ihale alıyorlar, her alana el atmış durumdalar.
Böyle bir ortamda iktidarın hoşuna gitmeyecek bir manşet atmaları, haber yayınlamaları mümkün değil.
Niçin? Çünkü kaderleri ve gelecekleri Tayyip’in iki dudağının arasında…
Tayyip istediği anda bu kâğıttan kaplanların ipini çeker.
Üzerlerine vergicilerini gönderip ağır para cezası kestirir, onlara iş ve ihale vermez, alacaklarını ödetmez ve işlerini bitirir.
O medya patronlarının hepsi de kaçın kurası adamlar! Türkiye’nin en uyanıkları, Her tarakta bezleri var. Dolayısıyla, başlarına gelecek felaketleri (!) bildikleri için her biri ayrı ayrı korkutuldu, suspus oldular.
Sesleri solukları çıkmıyor.
Haaa, bir de bizim gazetecilik dilinde rutin dediğimiz haberler gündeme düşerse, onlar yetersiz de olsa iç sayfalarda yayınlanıyor! Örneğin “Kılıçdaroğlu dedi ki. Bahçeli hükümete çattı” falan gibi tekdüze, dostlar alışverişte görsün haberleri!
Siz bakmayın bunların bazılarında “Muhalefet yapan” birkaç yorumcu ve köşe yazarına maaş verildiğine!
Onlar tamamen göstermelik, toplumun gazını biraz olsun almak için kullanılan araçlar. Biz de Hürriyet’te Bekir Coşkun’la birlikte öyleydik.
Evet, bu basın rezaletinin en büyük nedeni, para babası işadamlarının medya patronu olmasından kaynaklanıyor.
Yukarıda saydığım patronların hiçbiri sadece gazetecilik yapmıyor.
Gazetecilik ve medya patronluğu, onların en “hafif” işi, Hemen hepsi gazetecilikten zarar ediyor.
Bildiğim kadarıyla Türkiye’de Hürriyet, Kanal-D ve Show TV dışında zarar etmeyen medya kuruluşu çok az. O halde bu uyanık patronlar nasıl oluyor da paralarının böyle göz göre göre uçup gitmesine göz yumuyorlar!..
Çünkü efendim, medyayı öteki işleri için en gerekli bir unsur olarak görüyorlar. Kendi çıkarlarını, gerektiği zaman -ki çok sık gerekiyor!- kendi gazete ve televizyonlarında savunuyorlar.
Bu yolla biraz daha fazla reklam almayı amaçlıyorlar. Örnek vereyim: Akşam gazetesine bakarsanız. Show TV’deki dizi ve programların tanıtım ve övülmesini görürsünü; Çünkü her iki kuruluş da, Mehmet Emin Karamehmet’e aittir.
Hürriyet’e bakarsanız Kanal-D ve Star’daki program ve dizilere övgü yağdırıldığına tanık olursunuz… Çünkü onlar Aydın Doğan’a aittir. ATV, yandaş Sabahındır, ATV dizilerinin reklamı Sabah’ta yapılır.
Tüketicinin ve izleyicinin beyinleri böyle yayınlarla yıkanıverir. Böylesine basit ve kolay bir iştir!
***
Bunların, iktidarın hoşuna gitmeyen köşe yazarlarını asla affetmediğini de belirtmek zorundayım. İktidar baskısına açıktırlar. Sadece birkaç örnek vereyim:
Benim olayımı biliyorsunuz Temmuz 2007 seçimlerinden hemen sonra, iktidardan gelen baskıyla Hürriyet’ten kovuldum.
12 Eylül 2010 anayasa referandumundan birkaç gün önce Bekir Coşkun, yine iktidardan gelen baskıyla Habertürk gazetesinden kovuldu.
Hürriyet’te iktidarın hoşlanmadığı Tufan Türenç vardı. Haziran 2012 seçimleri öncesinde Tufan’ın köşe yazarlığı ilginç bir gerekçeyle sona erdirildi.
Güya ona demişlerdi ki “Sen hem yazı işlerinde görevlisin, hem de köşe yazarısın. Şimdi seçim öncesinde yazı işlerinde işler yoğun olacak. Bir süre yazılarına ara ver, seçim sonrasında yine başlarsın!”
Seçim bitti, Tufan’ın yazılarından halen haber yok. Ama gazeteden maaşını almayı sürdürüyor.
Eh yani, kendisi bu durumu içine sindirdiğine göre, bize de söyleyecek söz kalmıyor!
Şimdi Hürriyet’le ilgili yeni bir müjde (!) var. AKP’nin adamı ve en büyük destekçilerinden biri olan Taha Akyol bile iktidarın isteği ile bu gazetede yazmaya başladı!
***
Gelelim İslamcı kesimin gazetelerine… Bunların tamamı Tayyipgillerin amansız destekçisi ve sözcüsüdür. Çoğu zaman aynı yalaka haberleri verirler, gazeteleri aynı manşetlerle çıkar.
Bunlara özel servis yapan ve direktif veren gizli eller var. Bunlar açıyor telefonu o gazetelere, ya da başka bir yolla bildiriyor:
“Yarınki manşetiniz şu olacak.”
Ertesi gün bir bakıyoruz ki, her biri aynı manşeti atmışlar. İnanılır gibi değil ama böyle. , Sizler o gazeteleri okumadığınız için, bu komediyi doğal olarak bilemezsiniz. Ama biz görev gereği her gün onların gazetelerine -okumak değil-bakmak durumunda olduğumuzdan, rezaleti ve bunların nasıl tek elden yönlendirildiğini görmek zorunda kalıyoruz.
Mesleğimizden utanıyoruz.
***
Türk basını güce tapmanın, yağcılık, yalakalık ve jurnalciliğin bu kadarına ilk kez kızıl sultan Abdülhamit zamanında tanık olmuştu. Yıldız Sarayından icazet alamayan, yazıları Abdülhamit’in sansürcüleri tarafından önceden kırmızı mürekkeple çizilen ve sayfaları boş çıkan gazeteciler ıstırap çekerken, bir kesimin işleri ise tıkırında idi.
Örneğin Abdülhamit ten icazet almayı başaran Baba Tahir isimli bir sahtekâr vardı ki. Malumat isimli bir gazete çıkarırdı. Kendisine padişah tarafından her ay birkaç kese çil altın ihsan edilir, yaptığı yağcılık” ve yalakalık yetmezmiş gibi, Üstelik şantaj, hafiyelik ve jurnalcilik yaparak, bir sürü yalan yazarak, gazetecilik üzerinden çok büyük paralar kazanırdı. Bir örnek vereyim.
Günün birinde gazetesinde bir palavra atıyor: “Terkos gölüne domuz ölüsü düştü. Şirket bunu çıkarmıyor.” O sırada İstanbul’un suyunu bir Fransız şirketi işletip satıyor. Büyük tepki oluşuyor. Müslüman toplum Terkos suyu kullanmayı bırakıyor. Üç gün sonra Fransız şirketi Baba Tahir’e 500 altın gönderince gazetesinde bir yazı daha yazıyor:
“Yaptığımız tahkikata göre, gölde domuz ölüsü olmadığı öğrenilmiştir. Terkos suyunu içebilirsiniz.” Kendi çapında bir uyanık ‘ olan bu herifin görevi, Yıldız Sarayı’na herkesi ihbar etmekti, ihbar ettikleri Abdülhamit tarafından Yemen, Libya’daki Fizan gibi ülkenin en uzak köşelerine sürgün edilirken. Baba Tahir malı götürürdü.
İhbarcılık, jurnalcilik, yalan yazmak!..
Bugünkü iktidar yalakası medyayı ben Baba Tahir dönemine benzetiyorum.
Sonra kendi kendime diyorum ki. “Yok, arkadaş, yanılıyorsun! Baba Tahir’e haksızlık yapma!
Bugünkü cambazlar, korkaklar, onursuzlar ve yandaşlarla kıyaslandığında Tahir çoluk çocuk kalırdı, masum kalırdı!”
Emin Çölaşan
09 Ekim 2011
Sözcü