Erbakan, Gül ve Erdoğan’ı anlatıyor


AKP, neden ABD’nin Arap Baharı başkomiserliğini üstlendi. Neden İslam ülkeleri AKP’nin ABD’ye verdiği destek sayesinde bir bir ezilmeye başlandı... AKP kadroları neden böyle yaptı? Bu kadrolar, Hoca’nın talebeleri değil miydi? Hoca, kendi talebelerindeki bu dönüşüm konusunda ne düşünüyordu?
Bu soruyu 2003 Şubat’ında Necmettin Erbakan’a sormuştum...

***

SORU: Halen başta Recai Kutan Bey olmak üzere, milli görüş içerisinde bulunanlar, Tayyip Bey ve Abdullah Bey için “ABD Büyükelçiliği’nden çıkmıyorlardı” diyor. Kendim de bizzat şahidim ki bugünkü AKP yöneticilerinin Batılılarla örtülü ilişkileri Refah Partisi döneminde başlamıştı. 1996’da İstanbul’da “Kafkaslar Toplantısı” yapıldı. Ermeni asıllı bir Rus profesör, “PKK’nın özgürlük mücadelesi verdiğini” söyledi. Oturumu, şimdiki Başbakan Başdanışmanı Ahmet Davutoğlu yönetiyordu, hiç bir cevap vermedi. Azerbaycan Büyükelçisi ve Başkonsolosu oradaydı da onlar cevap verdi.
İkinci gün de aynı türde konuşmalar yapıldı, yine kimse cevap vermedi, ben orada gazeteci olarak bulunduğum halde bir konuşma yapmak zorunda kaldım. Graham Fuller (CIA istasyon şefi) oradaydı. Kendisinden bir röportaj talebim oldu, kabul etmedi. Ertesi gün, Refah Partisi İstanbul İl Başkanlığı’nda Abdullah Gül ile görüştüğünü öğrendim. Bu kadrolar, nasıl böyle birdenbire değişim gösterdiler? Siz bir kısmına 54. hükümette görev de verdiniz, başarılı olanlar da oldu. Siz en azından, milli görüş çizgisinde, hepsinin hocası olarak onların bu değişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mayasız ekmek olmaz!
CEVAP: Estağfurullah; milli görüş, milletimizin menfaatlerini ön planda tutan bir görüştür. Milli görüşçü olmak için bir insanın önce maneviyatçı olması lazım. Sonra nefis terbiyesini esas alması lazım. Ve hepsinden önemlisi hakkı üstün tutması lazım.
Bu üç unsur milli görüşün kimyasıdır. Bir de milli görüşün fiziği var. Fizik dediğimiz zaman, hidayeti olacak. Yani hayrı-şerri ayıracak. Dirayetiniz olacak ve ferasetiniz olacak. Feraset demek, bir hayrı işlemek için ne yapmak lazım gelir bunu tespit edeceksiniz. Dirayet ise bu yapılması lazım gelen şeyi başarmaktır. “Ben de milli görüşçüyüm” demekle olmuyor. Bunların gerçek olması lazım. Bu arada önemli husus şudur: “Efendim ne olacak, biz vaktiyle bunları beraberce yapmıştık, şimdi kendi kendimize yaparız” düşüncesindeki yanlışlık şurada... Bunu söyleyen insan zannediyor ki un var, tuz var, su var, öyleyse ekmek olur. Bir şeyin farkında değil, ekmek olabilmesi için bir de maya lazım. Maya çok mühim bir şey. Mayasız ekmek olmaz. Bunlar vardır ama, o cevher sizde yoksa, ekmeği yapamazsınız.

Fincanın sapını çatlattılar!
Meşhur püf noktası hikayesini bilirsiniz. Usta, fincanı yaparken, her türlü muameleyi yaptıktan sonra çıraklarına bırakıyor, ama fincanın sapının bir tarafına çatlamaması için ayrıca özel bir şekilde hafifçe üflüyor. Çıraklar bunun farkında değiller. “Biz de yaparız” sanıyorlar.
Fincanı yapıyorlar, fincanın sapı çatlıyor. Bir türlü onun sırrına vakıf olamıyorlar. Çünkü işin incelikleri ve cevheri çok mühim bir faktör... Eğer bu faktör olmazsa, ne yapacağınızı bilemezsiniz. Şimdi bu arkadaşlarımızın görünen özellikleri bu. Kıbrıs meselesinde her çeşit lafı söylediler. Bir türlü ne yapacaklarını kararlılıkla ortaya koyamadılar. Allah razı olsun Rauf Denktaş’tan. Sağlam durduğu için bunlar da yanlış hareketlerini yürütemediler.
Şimdi Irak meselesinde “ABD’yle birlikte Irak’a girelim” dediler. Millet her tarafta “savaşa hayır” diyor, bütün dünya “savaşa hayır’” diyor, bunları görünce kendi milletvekilleri dahil, bunu yürütemeyeceklerini gördüler.
Bu olaylar neyi gösteriyor? Hidayet, feraset ve dirayet dediğimiz budur. Bu Allah vergisidir. Bu sizde varsa, ne yapacağınızı sezebilirsiniz, görebilirsiniz, yolunuzu aydınlatabilirsiniz, ama bu yoksa şaşırıp kalırsınız, gözü bağlı bir insana benzersiniz. Bir o duvara vurursunuz, bir şu duvara. Şimdi sergiledikleri, maalesef böyle bir manzaradır.

Arslan Bulut
Yeniçağ

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)