Buyrun size ‘laiklik’ yerine ‘demokrasi’.. Hem de bize özgü tarifiyle!


Böyle yazmıştı bir meslektaşımız Atatürk’ün fikrini beğenmeyip ‘daha iyi sonuç verirdi’ diyerek; “Demokrasi laikliği zaten içeriyor, Atatürk ‘laiklik’ diye tutturacağına sadece ‘demokrasi’ deseydi her şey çok farklı olurdu”.. Bugün gelinen nokta “Laiklik açık seçik anayasada mevcut olmasına, tanımlanmış olmasına rağmen” o arkadaşımızın istediği noktadır, artık laiklik kalkıyor, demokrasi de “çoğunluğu ele geçirenin her istediğini dayatması” tarifine geliyor, buyurun güle güle kullanın.

“Ay sıktı bu laiklik”, Ay Kemalistler laiklik diye tutturuyor” şikayetleriyle kolaylaştırılarak girilen yolda çoktan laikliğe el sallamaya başladık da ancak dikkatli gözler fark ediyor gidişi.. Bu “laiklik” dediğiniz şeyin sadece “türbana devlet alanlarında yasak getirilmesi” demek olmadığını, gerçek demokrasinin uygulandığı ülkelerde laikliğin “her din ve inanca, her dini simge ve ibadete aynı uygulamaları yaptığını ve ‘çoğunluğun aynı dine sahip olduğu’ ülkelerde ‘diğer din ve inanışlarda olan vatandaşlara’ baskıların ortaya çıkmaması için laikliğin çok daha önem kazandığını” anlatmaktan dilimizde tüy bitti.

‘TEK DİN’..

Biz anlattıkça onlar laik-demokratik rejimi “türbanı yasakladılar, nasıl olur da okulda, Meclis’te türban olmazmış, laiklik dindar insanları gözetmiyor” noktasına, hatta laikliği “Müslümanlığa karşı başka bir din ya da dinsizlikmiş gibi gösterme” noktasına indirgediler. Ama işte sonunda bir gün “laikliğin ve demokrasinin evrensel anlamının, tanımının değiştirilemeyeceği, esnetilemeyeceğinin anlaşıldığı noktaya geliniyor (da genellikle vakit çok geç oluyor).

Ahmet Hakan Pazartesi günü “Tek din mi” başlıklı yazısında Başbakan Erdoğan’ın “tek” vurgusu olan sloganı üçten dörde çıkararak “Tek millet, tek bayrak, tek devlet, tek din” dediğine dikkat çekiyor; “Hepsini anladık da ‘tek din’ nereden çıktı? ‘Tek din’ Müslümanlık ise başka dinlere mensup vatandaşlarımıza ‘sizi dışarıya alalım’ mı denecek? Yine tek din ‘Müslümanlık’ ise kastedilen hangi Müslümanlık? Ve hepsinden önemlisi ‘laiklik ilkesi’ ne olacak” diye soruyordu..

TEK MEZHEP!

Çok haklı ama tekrarlayayım, bu sorular için de çok geç.. Laiklik ilkesinden bu kadar çok rahatsız olunan ülkede o da tek kalemde kaldırılır (ki artık Başbakan’ın sözüyle bellidir, yeni anayasada laiklik de tarihe karışacak), kimse de ses çıkaramaz. Ayrıca buradaki asıl önemli iki soru; “başka dinlere mensup olanların neyle karşılaşacağı” ve “hangi Müslümanlık” sorularıdır.. “Biz herkesin dinine-inancına saygılıyız” dedikten, “Sünni” mezhebinin her isteğini “demokrasi adına” diyerek savunduktan sonra diğer dinler “tek din” söylemiyle nasıl dışlanabilir? Ve eğer “tek din”i açıkça slogan yapacak duruma gelinmişse bunun sonunda Endonezya’daki gibi “tek mezhep” noktasına da gelineceği ve mezhep çekişmelerinin daha doğrusu “Sünni” dışındaki mezheplerden olanları dışlamanın başlayacağı da kesindir.

Bakalım yeni anayasa “laikliği” ne hale sokacak, gerçekten çok kritik bir süreç Türkiye için.. Nasılsa tepkiler ustaca püskürtüldüğüne, niyet ortaya konmuşsa hiçbiri (hatta yüksek mahkeme kararları bile) dinlenmediğine göre şimdiden “alışmaya” başlasak iyi olur. “Demokrasi zaten laikliği içeriyor, vurgulamaya ne gerek var” diyenler laikliğin arkasından bir tas su dökmeyi unutmasınlar ama.. Şimdiye kadar “aman laiklik kuralları ‘çoğunluğu aynı dinden olan ülkelerde’ daha da dikkatle korunmalıdır, oradan buradan esnetilirse ‘tek din’ baskısı gelir dikkat” diyenler bu noktayı anlatıyordu çünkü!

*****


Hakan Şükür bir gerçeği açıklamış!

Sedat Ergin geçen Cuma Hürriyet’te “milletvekillerinin başka gelir getirici işlerde çalışıp çalışmaması” ile ilgili çok güzel bir yazı yazdı. TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in önerisiyle kurulan ve Meclis’te grubu bulunan 4 partinin milletvekillerinden oluşan komisyonun, çıkarılacak yasanın taslağını hazırlayarak “milletvekilleri için siyasi etik kuralları”nı belirleyeceğini anlatıyor ve “Çiçek’in bu önemli girişimi kamuoyundan kuvvetli bir desteği hak ediyor” diyor.

MİLLETVEKİLLİĞİ MESLEK DEĞİL..

Cemil Çiçek “Her mesleğin ‘nelerin yapılmasının doğru olup olmadığını gösteren kendi etik kuralları’ var. Bu milletvekilliği açısından da geçerli” demiş, çok doğru, çok güzel. Ama.. İki konu var, öncelikle milletvekilliği “her meslek” değil, aslında “bir meslek” de değil, kısa dönemler için yapılan kutsal denecek, en onurlu bir görev.. Koca bir ülkeyi yöneten, 70 milyon insanın bugününe ve geleceğine yön veren, bu şansı elde etmiş insanların “etik” dediğiniz olayı ilk günden ezbere bilmesi, içselleştirmiş olması ve zaten kendiliğinden asla dışına çıkmaması gerekir. Bunu sağlamak için kanuna gerek kalmamalıdır yani..

İkincisi; Türkiye’de “evrensel etik kuralları açıkça belli ve kökleşmiş konularda” bile kural mural dinleyen, hatta TCK’da yer alan ceza kanunlarında “suç” olduğu belli konuları takan mı var ki milletvekilleri yasayla etik öğrenecekler? Burada yapılacak olan; TBMM Başkanlığı’nın Hakan Şükür’e “Bugüne kadar milletvekili seçilenler ‘ikinci kazanç kaynakları olan’ işlerini bıraktılar, bırakmayanlar için de ciddi tartışmalar yaşandı. Yasal olarak engel yok dense bile bu yaptığınız (hele de Meclis Genel Kurullarına mazeret bildirerek katılmayıp aynı gece ekrana çıkmanız) olacak şey değildir. Vazgeçin” uyarısını yapmasıydı. Bundan kaçındılar.

‘BEYEFENDİYE SORULMUŞ’..

Ama kaçınmalarına da hak vermek gerektiğini de kendisine gelen eleştirilere Hakan Şükür’ün verdiği cevap yeterince anlatıyor: Tayyip Erdoğan’dan izin aldığını belirterek “Beyefendiye sorulmuş, gerisi lafıgüzaf” demiş.. Özet; ne etiğe gerek var, ne yasaya.. Bu ülkede “Beyefendi ne derse o olur, nokta” ..

Hepsini alt alta koyunca ne çıkıyor; Cemil Çiçek’in gayretinin bir sonuç vermeyeceği.. Milletin vekili olmuş Hakan Şükür bu lafı ve davranışını kendine yakıştırdıktan sonra ne etiğinden söz ediyorsunuz?

*****


Başkanlık da gelince..

Yeni anayasada “laiklik” ne olacak diyoruz ama “başkanlık sistemi”nin aynı anayasayla getirilecek olması daha az ürkütücü değil.. Medyanın “iktidarların yanlış adımlarını eleştirme, gündeme getirme” görevi yerine iktidarın her yaptığını onaylayıp cansiperane, militanca savunmayı gazetecilik sananlar, iş dünyasında “sadece işlerini pürüzsüz yürütmek ve dokunulmamak” için her gelişmeyi onaylayıp el etek öpenler, gözlerini ülkelerini tüm sorununa kapatarak kafasını kuma gömenler bir de başkanlık sistemi gelirse “gerçekleri” anlayacaklar.

TEK ÖRNEK VE NEDENİ

Dünya ülkelerinde başkanlık (ve yarı başkanlık) sistemi uygulamaları konusunda uzman hukukçuların sık sık tekrarladığı “Dünyada tek başarılı örneği ABD’dir, bunun nedeni ‘tam bağımsız bir yargı’ya sahip olması ve ‘eyalet sistemi’ ile başkan yetkilerinin bölüşülüyor olması’dır, her vali bağımsız bir başkan gibi hareket eder. Türkiye’de ise sonu mutlaka diktatörlüğe gider” uyarılarına rağmen bu da yapılacak. Yapılacağı çoktan belliydi çünkü Tayyip Erdoğan’ın başbakanlık yetkilerini başkasına vererek “tarafsız” bir göreve, cumhurbaşkanlığı bile olsa çekilmeyeceği, buna bir çözüm bulacağı belliydi.

Yeni anayasada bu nedenle “Türkiye’nin eyaletlere bölünmesi” de getirilebilir ki BDP ile PKK’nın ilk beklentisi budur. Buna da “Haydi hayırlı olsun” deme zamanıdır bence!


Ruhat Mengi
Vatan

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)