‘İleri’ demokraside Malezya modeli


AKP iktidarının ilk yıllarının en gözde tartışma konularından biri de “Malezya modeli” idi. Üzerinde ne kadar çok yazı yazıldı, ne kadar çok tartışıldı, kolayca hatırlayacaksınız. Sonradan bu tartışmayı unuttuk, gitti. “Türk işi çene yarıştırma sporu” böyle yapılıyor zaten. Ortaya bir konu atılıyor, üzerinde kıyamet kopuyor ve sonra bir de bakmışsınız o konu unutulmuş, çiğnenecek yeni sakızlar bulunmuş.

Doğrusunu isterseniz ben de unutmuştum ki dün okuduğum bir haber ile geçtiğimiz haftanın son günü Samsun’da cereyan eden olaylar bir araya gelince, yeniden hatırladım.

El Arabiya televizyonunun haberine göre, Malezya Fetva Konseyi, Müslümanların hükümeti protesto etmek için düzenlenen veya ülkede huzursuzluğa yol açabilecek her türlü gösteriye katılmasının İslâm dinine uygun olmadığını açıkladı.

Malezya Fetva Konseyi’nin başkent Kuala Lumpur’da dün yaptığı toplantıdan sonra Konsey Başkanı Abdul Sukor Husin, fetvanın gerekçesini şöyle açıkladı:

“İslam dini hiçbir kimseye, başkalarına zarar verme, onları endişeye sürükleme, Müslümanlar arasında rahatsızlık yaratma hakkı vermemektedir!”

Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde bir açılışa katılmak için üniversiteye gelecek olan Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç daha üniversiteye gelmeden önce protesto gösterisi yapmak isteyen öğrencilere önce özel güvenlik görevlileri, ardından da polis müdahale etti. Protestoya katılan öğrenciler yumruk ve tokat yedi. Kız öğrenciler saçlarından tutularak sürüklendi. Müdahale sonrasında 20 kişi gözaltına alındı.

Artık göre göre kanıksadığımız bir durum bu. Türkiye’de protesto gösterisi yapmak, öteden beri zaten bir hak olarak görülmüyordu, şimdi gerçekten tehlikeli bir hal de aldı.

Kimseye zarar vermeden toplanıp protesto gösterisi yapmak isteyen öğrenciler en hafifinden okullarından atılıyorlar. Becerikli polisler ve savcılar tarafından bir “gizli örgüte üye” haline getirilip, aylarca hapislerde sürünmek ise göze alınması gereken bir başka maliyet.

Malezya usulü demokrasi ile AKP usulü “ileri demokrasi”nin bir kesişme noktasına daha ulaşmış bulunuyoruz. Bakalım daha neler göreceğiz.

Başkanlık sistemi bu anlayış ile diktatörler yaratır

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Slovenya gezisinde, Slovenya Başbakanı Janez Jansa ile bir ortak basın toplantısı yaparken, kendisine yeni Anayasa tartışmaları çerçevesinde “Başkanlık sistemi” ile ilgili sorular da soruldu.

Geçenlerde yine yazmıştım, bir daha tekrarlayayım: Yabancı liderler ile birlikte yapılan basın toplantılarında konunun iç politika meselelerine gelmesi normal değil. Yabancılar bu tartışmaları neden dinlemek zorunda kalsın? Bunları Başbakan’ın yalnız kaldığı bir anda, meselâ uçakta sormak daha uygun olurdu diye düşünüyorum. Gelelim konuya: Başbakan’ın gönlünde “Başkanlık” sisteminin yattığı bir sır değil. Bir süredir unutulmuş gibi görünüyordu ilk işaret fişeğini Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ attı: “Anayasa yazımı sürecinde başkanlık sistemini müzakere etmek lazım.”

Başbakan da konunun tartışılması gerekir dedi, “Tartışmaların sonucunda parlamento şu sisteme de geçebiliriz diyorsa. Bizim söyleyecek bir şeyimiz kalmaz” diye de ekledi.

Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, “Denetimin en etkin yapılmasına izin veren sistem, başkanlık sistemidir. Gerçek anlamda yasama ve yürütmenin birbirine karşı bağımsız olduğu başkanlık sistemini müzakere etmek lazım” diyordu.

Bu konuda çok yazıldı, çizildi. Türkiye’de işlemeyen bir parlamenter sistem var ve bunun bazı sorunlar yarattığı da doğru.

Ama sistemin neden işlemediğini de sorgulamamız gerekmiyor mu? Bütün bir sistemi kaldırıp çöpe atmak yerine, sistemin nerelerde bozulduğunu görüp, Anayasa’da onları düzeltecek önlemleri geliştirmek daha doğru olmaz mı?

Benim önerim de şudur: Siyasi Partiler Kanunu değişmeli ve bir kez parti içi iktidarı eline geçirenin canı sıkılana kadar orada oturması önlenmeli. Bunun yolu parti içi demokrasiden geçiyor. Milletvekilleri ön seçimle belirlenmeli, milletvekillerinin iradeleri üzerinde “lider vesayeti”ni kaldıracak tedbirler alınmalı.

Meclis’in hükümeti denetleme görevini tam olarak yerine getirmesini önleyen iç tüzük hükümleri de Siyasi Partiler Kanunu ile birlikte değişmeli ki “güçler ayrılığından” söz edebilelim.

Yargının gerçekten bağımsız olmasının önü açılmalı. Yaptıkları göstermelik seçim ile HSYK’yı Adalet Bakanlığı’nın arka bahçesi haline getirenlerin, şimdi “güçler ayrılığı işlemiyor” demeye hakları var mıdır?

Sorun parlamenter sistemde değil, Türkiye’ye hâkim olan yönetim felsefesindedir ve böyle bir anlayışın geçerli olduğu başkanlık sistemi ancak diktatörler doğurur. Dünyada sayısız örneği var!

Bir trafik magandası

GEÇTİĞİMİZ cuma akşamı Hürriyet Daily News gazetesinin Kültür Editörü Beril Aktaş’ın otomobiline Fatih Sultan Mehmet Köprüsü çıkışında, bir otobüs çarptı. Otobüs, Aktaş’ın aracının sol tarafına sürterek, aynasını da aldı götürdü. Ve kolayca tahmin edebileceğiniz gibi bu durum umurunda bile olmadı, yoluna devam etti.

Beril Aktaş, sıkışık köprü trafiğinde otobüse yetişti ve aracından inip trafik magandası ile konuşmaya çalıştı. En azından bir “kaza tespit tutanağı” tutulması gerekiyordu çünkü.

Beril Aktaş’ın sıkıştırıldığı otobüs kapısından canını zor kurtardığını ve o kalabalıkta kimsenin şiddete uğrayan yalnız bir kadına yardım etmeye davranmadığını da ekleyeyim.

Otobüsün plakası alındı, ilgili yerlere ve savcılığa şikâyetler yapıldı. Şimdi bekleyip göreceğiz: Bakalım Türkiye’de tek başına bir kadının otomobil kullanma hakkını koruyan ve trafikte zor kullanmayı marifet sayan magandaları cezalandıran bir düzenimiz var mı?


Mehmet Y.Yılmaz
Hürriyet

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)