
12 Haziran seçimlerinin üzerinden bir yıl geçti. Özgürlükte kimi yabancı gazetecilerle konuşurken şunu söylerlerdi:
“Sizin ülkenizde bir haftada meydana
gelen olaylar, bizim ülkemizde ancak bir yılda yaşanır.”
Gazeteciyi dinledikten sonra son bir haftayı düşününce hemen hak verirdim.
Bu yazıya hazırlanırken 32 santime 23 santimlik kontrplak tablamı elime aldığımda, son bir yılın tartışmalarını düşündüm. Şöyle bir saptama yapsak sanırım abartma olmaz:
Bizde bir yılda kalsın-değişsin ikilemine sokulan konular, demokrasisi rayına oturmuş bir ülkede yarım asıra sığar.
Kimileri doğuracağı sonuçları hesaplamaksızın değişen, kimilerinin de tartışması devam eden temel konuları sıralayalım, kararı siz verin:
Eğitim sistemi, parlamenter rejim, ticaret kanunu, anayasa, cumhurbaşkanı seçimi, Meclis iç tüzüğü, imar kanunu, büyükşehir statüsü...
***
Yukarıdaki konular, istikrarlı bir ülkede bir kez tartışılır, büyük bir toplumsal mutabakatla şekillendirilir, değişen çağın gereklerine uyum sağlayan rötuşlar dışında oynanmaz.
Bizde ise her biri, bir partisel çıkarı yeniden düzenlemek kadar basittir.
Bunun başlıca nedeni, demokrasiyi sadece seçim kazanmaya indirgemek. Seçimler elbette demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Ancak her şey değildir. “Seçimi ben kazandığıma göre istediğim her şeyi yapma hakkına sahibim” demek şuna benzer:
Futbol topla oynanır. Top bende olduğuna göre onunla istediğim gibi oynarım.
Oysa onun da kuralı var. Topa el süremezsin, oynarken rakibe faul yapamazsın.
Hakem bunlara karışınca da topa sahip olan çıkışıyor:
“Bu durumda seni değiştirmek gerek!”
Bir an için seçimi kazanmanın ülkede yönetim hakkı elde etmek için tek koşul olduğunu düşünelim ve anımsatalım:
Suriye Devlet Başkanı Esad’ın seçimlerde aldığı ortalama oy yüzde 90’ın üzerinde.
Baba Esad döneminde bir haber anımsıyorum; bir seçimi yüzde 96 ile almıştı, kalan yüzde 4 oyun neden verilmediğinin araştırılmasını istemişti.
Suriye örneğine şöyle karşı çıkabilirsiniz:
Suriye’den başka verecek örnek bulamadınız mı? Biz onlardan karşılaştırma yapılamayacak kadar ileriyiz.
Olabilir... Bizim demokrasimizi çok ileri bulabilirsiniz ama, sistemi oturmuş, iktidar-toplum ilişkileri barış içinde olan pek çok ülke de bize, bizim Suriye’ye baktığımız gözle bakıyor.
Ben bunun somut örneğini yabancı heyetler ziyaretime geldiğimde yaşıyorum. Tutukluluk süresinin üç yılı aştığını öğrenince şunu söylüyorlar:
“O zaman hüküm giymiş olmalısınız...”
Hayır deyip anlatırken davanın seyrini, herkesin aynı çuvala konmasını anlamakta zorlanıyorlar.
Bir insanın yabancılara kendi ülkesinin iktidarından yakınması rahat yapılabilecek bir şey değil, ama bundan daha kötü bir durum var, o da şu:
İktidarın yabancılara, attığı her adımı reform olarak sunup, gerçek dışı bilgiler vermesi.
***
Fıkra bu ya... Üç kişi kendi aralarında fikir yarışına girmiş; Fransız, Alman, Türk...
Soru şuymuş:
Ülkenizin yönetimindesiniz, büyük bir deprem oldu. Tarihi, büyük şehirlerinizin yüzde 20’si tamamen yıkıldı, yüzde 40’ı çok hasarlı, yüzde 40’ı az hasar gördü, ne yaparsınız?
Fransız, “Az hasarlıları gözden geçirir sağlamlaştırırım, çok hasarlıları ciddi bir restorasyondan geçiririm, yıkılanların planlarını arşivden çıkarıp aynısını inşa ederim” demiş.
Alman, “Az hasarlıları sağlamlaştırır, ikinci grubu restore ederim, yıkılanları temizler yeni bir şehir kurarım” demiş.
Türk’ün karşılığı şu olmuş:
“Plana mlana bakmam, her yeri dümdüz edip yıkar, yeniden yaparım.”
Demokrasiye de böyle bakıyoruz. Seçimi kazanan memlekete enkaz muamelesi yapıyor.
Oysa seçimlerin ruhunda sadece iktidarı seçmek değil, demokrasiyi seçmek vardır.
Mustafa Balbay
Cumhuriyet