Sevgili okuyucularım, önümüz Cumhuriyet Bayramı. En büyük ulusal bayram. Bu bayramı bütün bireyler ve bütün kurumlar birlikte kutlamalı. Bu açıdan yapılması gereken bazı şeyler var.
Ulusal bayramlarda evlerimize ve işyerlerimize Türk Bayrağımızı gururla, onurla asarız. Ancak şimdi başımızda tuhaf, değişik bir hükümet var. Bayram kutlamaları kısıtlandı. Bayram törenleri kaldırıldı. Milletimiz bu kararlara direnmeli. Bu direnç nasıl olmalı? Her yere bayrak asarak. Örneğin önümüzdeki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda, bütün Türkiye’yi kıpkırmızı yaparak.
Hükümetin ulusal bayramlarımıza karşı sergilediği saygısızlığa milletimiz bu yolla tepki koyar.
Bunun elbette başka yolları da var. Örneğin Atatürkçü Düşünce Derneği‘nin çağrısıyla çok sayıda sivil toplum kuruluşu, kitle örgütleri ve siyasi partiler, 29 Ekim günü Ankara’da büyük bir açık hava gösterisi düzenleyecek.
Yurtsever kitleler Ulus Meydanı’nda, Birinci Meclis binası önünde o gün saat 11.00’de toplanacak ve görkemli bir “29 Ekim buluşması” gerçekleşecek.
Türk milleti oradan ses verecek.
* * *
Bu yazıyı asıl yazma nedenim başka. Ulusal bayramlarda ülkemizin her yerinde bayraklar asılırken bunun dışında kalan, bayrak asmayan, ya da asmasına izin verilmeyen yerler nereleridir?
Camilerimiz!
Evet, o güzel ve anlamlı günlerde sadece camilerde bayrak göremezsiniz. Bunun gerekçesini hiç kimse bilmez, hiçbir kurum da bu konuda tutarlı bir açıklama getirmez, getiremez.
Türkiye’de 83 bin cami var. Eğer o camilerde müminler özgürce ibadet ediyorsa, ezanlar özgürce okunuyorsa, tek nedeni vatanın düşman işgalinden kurtarılmış
olmasıdır. İşte o günler ulusal bayramları oluşturur ve sonuncu aşaması Cumhuriyet
Bayramı’dır.
Camilere niçin bayrak asılmaz?
Camiler ve ibadethaneler bu ülkenin değil midir?
Ne yazık ki Diyanet bu olaya hep karşı çıkar.
* * *
Çevrenizde gördüğünüz camilere dikkatle bir bakınız!
Pek çoğunun minaresinde baz istasyonu göreceksiniz. Bunlar ilgili firmalar tarafından dolarla kiralanır, parası Diyanet’e ödenir ve minarelere monte edilir.
Yine pek çok caminin altında bir sürü dükkanlar ve işyerleri göreceksiniz.
Kafeterya, düğün salonu, mobilyacı, market vesaire!..
Bunlar camilere yakışır ama Türk Bayrağı yakışmaz!
Hemen karşı çıkarlar… “Vay efendim, cami Müslümanların ortak alanıdır. Sadece Türkler için yapılmamıştır” gibi safsatalarla sizi eleştirmeye yeltenirler.
Diyanet bile bu görüşü savunur!
Çok merak ediyorum çünkü şimdiye kadar hiç dikkat etmedim. Diyanet merkez binasında ve çeşitli yerlerdeki birimlerinde, ulusal bayramlarda acaba Türk Bayrağı asılıyor mu?
Eğer asılmıyorsa niçin?
Asılıyorsa, o halde camilere niçin asılmaz? Sakıncası nedir?
Müslümanlıkta, dinimizin kurallarında acaba böyle bizim bilmediğimiz hükümler mi vardır?
Türkiye’de laikliğin, Atatürkçülüğün simgesi ve sigortası olan Alevi yurttaşlarımızın böyle bir uygulamada yer aldığını hiç sanmıyorum.
Ama onlardan da ricam, cemevlerine 29 Ekim günü özellikle Türk Bayrakları çekmeleridir.
Bir konuya daha hiç dikkat etmedim. Acaba ülkenin dört bir yanındaki kiliselerde, sinagoglarda bayrak asılıyor mu? Ya da İstanbul’daki Rum ve Ermeni Patrikhaneleri bayrak asıyor mu? Bazı okuyucularım asıldığını söylüyor.
Hele bayrağımızı onlar asıyor da bizim camilerimize asılmıyorsa, kocaman bir yuh olsun hepimize.
* * *
Şimdi biraz geriye gidelim. Sanırım 2009 yılıydı ve İstanbul’un düşman işgalinden kurtarıldığı günün yıldönümünde birkaç caminin minareleri arasına mahyalar asılmıştı ve üzerinde şöyle yazılar vardı:
“Ordumuza şükran borçluyuz… Önce vatan…”
AKP medyası bu konuda büyük gürültü kopardı ve tantana yarattı.
“Ne münasebet, böyle şey olur mu? Camilerde militarist söylem istemezük!.. Bu laflar siyasidir, mahyalar derhal kaldırılmalıdır…”
Bunların kafa yapısı işte budur.
“Türklük, ulusal bayram, kutlama” falan deyince mideleri bulanır. Bu sözcüğü ağızlarına bile alamayan sapkınlardır bunlar.
“KKTC’de ise camilerin minberlerinde bayrağımız asılıdır.” Yunanistan’da gözlerimle gördüm. En küçük kiliselerde bile Yunan Bayrağı dalgalanıyordu.
Şimdi Diyanet’e önümüzdeki Cumhuriyet Bayramı’nda camilere bayrak asması çağrısında bulunuyorum ve bu konuyu ısrarla, yanıt gelene kadar yazacağım. Gelişmeleri sizlere de aynen duyuracağım.
EMNİYET MÜDÜRÜ NE DİYOR?
Son kararname ile Diyarbakır’a henüz atanan Emniyet Müdürü Recep Güven‘in gazetecilere söylediği sözler inanılır gibi değil. Vecizeleri şöyle:
“Boşaltılan her köyün aslında geleceğimize tehdit olduğunu biliyorduk. Bu işin güvenlikçi yaklaşımlarla, polisle çözülmeyeceğini iyi biliyorum…
Dağda ölen teröriste ağlamıyorsanız siz insan değilsiniz. Benim yitik evladım dağa çıkmış. Keşke ona normal bir hayat sunabilseydim diye ağlarım. Her teröriste içim ezilir.
Önce vatan değil, önce insan! İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!
Ben şimdi kurslara gidip Kürtçe öğreneceğim. ‘Edi bese’ (Artık yeter) diyorum.”
* * *
Müdür Bey Diyarbakır’ı ve terörü herhalde hepimizden iyi bilir. Ancak, bu ülke terörle boğuşurken tam yedi bin askerini ve polisini şehit verdi. Müdür Bey keşke bir cümleyle olsun onlardan da söz etseydi!
Bu sözleri söyleyerek herhalde zannediyor ki terör duracak, ya da azalacak! Acaba terörün ardındaki iç ve dış güçleri, üzerimizde oynanan büyük oyunları bilmiyor mu diye sormaya elim varmıyor.
Dağda ölen teröriste ağlamayanın insan olmadığını söylerken, şehitlerimizden hiç söz etmeyen Müdür Bey kusura bakmasın, biz bugüne kadar teröristler için ağlayamadık ama millet olarak gözyaşlarımız yedi bin şehit için döküldü.
O Müdür Bey şimdi kalkmış, terör örgütü için şirinlik gösterileri yapıyor. Aklınca kendisini örgüte ve onun milyonlarca yandaşına şirin göstermeye kalkışıyor, belki de terörü bu yolla önleyeceğini zannediyor!
‘Önce vatan değil, önce insan’ diyor da, arkalarından ağladığı o teröristlerin “Vatan”
kavramına saldırdığını, vatanı bölmeyi amaçladığını bilmezden ve görmezdengeliyor.
Şimdi kursa gidip Kürtçe öğrenecekmiş. Bundan sonraki açıklamalarını belki Kürtçe yapar, daha da şirin görünür.
Yeni görevinde başarılar dilerim!
Emin Çölaşan
