İnsan bulamadığını arar
Salı, Ekim 09, 2012
Kadın sesi hâlâ çok çekici geliyor. Hafif sıyrılmış bir eteğin altındaki sütun gibi bir çift bacak hâlâ heyecanlandırıyor. Plajda genç ve güzel kadınların sıyrılmış bikinilerinin ortaya döktüğü kalçalar hâlâ içimi hoplatıyor, sutyenden fırlayacakmış gibi bana bakan göğüsler hâlâ içimi gıcıklıyor.
Aşk filmi seyretmeyi hâlâ seviyorum. Romantik bir müzik parçası hâlâ beni uzaklara götürüyor. Aşk üzerine yazılmış bir şiir, bir roman hâlâ beni içine alıyor.
Ama aradığım bunlar değil. Etrafımda var olmaları çok hoş ama artık aradığım bunlar değil.
İnsan bulamadığını arar!
***
İstanbul’da yaşadığım yüksek bir tepedeki evin tahminen kuşbakışı 300-400 metre altında bir koru var. İlkbaharda bu koruya bülbüller üşüşüyor. Sabah gün doğarken kalkıp onların muhteşem şakımalarını dinlerken sanki başka bir âleme geçiyorum ve orada bu âlemde bulamadığım bir şey var.
Yazlık evimin önündeki denizin ardındaki tepelerde güneş batarken gökyüzü ile dağlar arasına sıkışan ve her an başka bir tona bürünen renge hâlâ bir ad bulamadım. Kızılımsı-morumsu-sarımsı tepelerin ardında sanki başka bir âlem var.
O âlemde de sanki arayıp da bulamadığım bir şey var.
Yavru kedinin gözlerinde sanki sadece birkaç ay önce teşrif ettiği dünyayı hâlâ keşif edememiş, hâlâ kavrayamamış olmanın yansıdığı bir şaşkınlık var. Yuvalarından her an fırlayacakmış gibi bakan iki misket göz sanki bana da bir şeyler söylüyor da ben anlayamıyorum.
Aynı kedinin kendi boyunun en az 5 kat yüksekliğindeki duvara zıplayarak patilerini en tepeye geçirmesi, tırnakları ile duvara birkaç saniye tutunması, sonra da belini kafasına kadar bükerek kıçını duvarın tepesine atması, sonra da hiç soluklanmadan sadece iki basamak çıkmış genç bir insan edası içinde sakin sakin duvarın ötesini keşfe çıkmasında da sanki ulaşmak istediğim bir sır var.
***
Assos’da gözümün önünde ve denizin üzerinde sabaha karşı aydınlığın karanlığı nasıl teslim aldığını, nasıl yuttuğunu, aynı günün akşamında bu sefer karanlığın aydınlığı yavaş yavaş yutarak nasıl intikam aldığını gördüğümde de sanki bu kapışmada ulaşmak istediğim bir gerçek olduğu zehabına kapılmıştım.
***
Ulaştıklarımdan, zamanında bana keyif verdiler ise, hâlâ keyif alıyorum. Ama hayatımın bu safhasında ulaşamadıklarım beni kendisine beter çekiyor.
Ulaşamadıklarıma fena halde meylediyorum.
Onları çok ama çok merak ediyorum.
Bana öyle geliyor ki bir türlü ulaşamadığım iki olgu var:
1) Dağların, tepelerin, ufkun ve gökyüzünün ardında bir türlü fiziken ulaşamadığım başka bir “şey” var.
2) O “şey” ulaştıklarımda ve gördüklerimde sonsuz bir tekrarlanırlık yaratıyor. Ancak bu tekrarlanırlık ilkesinin anlamına da ulaşamıyorum.
***
Adım gibi biliyorum, şu anda en az 500 km. uzağında olduğum Assos’da her sabah aydınlık karanlığı, her akşam karanlık aydınlığı yutuyor. Hayatımda hiç gitmediğim Katmandu’da da bir yavru kedi duvarın arkasını çok merak ettiği için boyundan mislisi ile yüksek bir duvara tırmanıyor.
Kediler değişmiyor, gece-gündüz değişmiyor. Davranışları, tepkileri hep aynı. Ama her bahar etrafı şaşkın seyreden kedi bir bahar önce aynı duvarı tırmanan yavru kediden farklı, bir yıl öncenin gecesi de bu yılki geceden farklı.
Baharda ağaç muhakkak ki yaprak açıyor ama bu yıl dalın yine aynı noktasında açan yaprak bir öncekinden farklı.
Yaprağın ruhu aynı ama kendisi farklı!
***
Etrafım hiç değişmiyor ama sürekli bir değişim var!
İşte bu işin sırrını çok merak ediyorum.
Sanki aradığımı bulsam, sırrı çözsem hayat boyu hep arayıp hiç bulamadığıma kavuşacağım:
Huzur!
Sanki tabiatın içinde kaotik bir denge var.
O da huzurun bizzat kendisi!
Kaos dengeyi, denge huzuru üretiyor.
Benim açımdan artık sıra huzurda değil mi?