Oy Trabzon vay Kasımpaşa


Başbakan Erdoğan; memleketi Rize’de konuşurken yoksulluktan söz edip yine eskiyi kötüledi. Sanki o zamanlar hükümetlerin elinde satılacak Türk Telekom’lar; limanlar, otoyollar; devlet bankaları vardı da satıp harcamamışlar gibi...
Yoksulluktan yola çıkan Sayın Başbakan bir yerde dedi ki “Bizim evde anacığım bir küp turşu kurardı. Bir kazan da kavurma. Baklava da eksik olmazdı.”
Bunu duyunca bir anda zaman yolculuğuna çıktım, 1969 yılına, okuduğum Trabzon’a gittim.
Üç arkadaş; yatakhaneden bir battaniye araklamışız. Yakalanmayı, ceza almayı dahi önemsemeden kaçıp inmişiz limana. Betonun üstüne battaniyeyi serip sırtımızı dolgu taşlarına vermişiz. Yanımızda iki şişe ucuz şarap; bir bardak.
Ve bulutsuz gökte acayip mi acayip tas gibi bir ay. Bir sonbahar gecesinde Trabzon’da kolay kolay bulunmayacak cinsten.
Bardağı dolaştırıyoruz aramızda. Mezemiz mi? Azıcık leblebi.
Mide boş. Alışkın da değiliz içkiye. Biraz sonra başım dönüyor; ay dönüyor.

AH BİLSEYDİM
Eğer bilseydim ki Tenzile Ana’nın mutfağında bir küp turşu ile bir kazan kavurma var. Fırlar; zaman ve mekânı bir anda aşar; Kasımpaşa’ya gelir; kapısını çalardım.
“Tenzile ana; Tenzile ana; bana turşu ver; kavurma ver!”
İçeriden sert bir ses gelirdi:
“Kimdir bu, ne turşusu, ne kavurması?”
“Tenzile ana, Tenzile ana! Kavurma ver; karnımız aç; şarap çarptı.”
“Ben şimdi size gösteririm şarabı, kavurmayı!”
“Dur adam, dur; karışma. Bakalım kimmiş?”
Kapı açılır; karşımda yüzünü tam seçemediğim bir kadın. Merak ve sevecenlikle sorar:
“Çocuğum ne istiyorsun?”
“Ben Trabzon’da öğrenciyim. Akşam yemeği yetmiyor; karnımız aç. Oğlun Tayyip söyledi; sizde bol bol varmış. Bize turşu ver, kavurma ver.”
“Peki uşağım bekle; hemen getiriyorum.”
Bir sefertasının iki gözünde istediklerim; elime tutuşturulur. Ben mutlu mutlu havalanırım; bir anda dönerim Trabzon Limanı’na. Arkadaşların gözleri faltaşı gibi açılmış, bir mucizeye bakar gibi bakarlar tastakilere.
Kasımpaşa’da 13 yaşındaki bir çocuk ter ter tepinir:
“Neden şarap içenlere verdin, neden?”
“Oğlum sana ne başkasının şarabından. Hem böyle yaparsan ileride başkan olamazsın, bak!”
***
Trabzon Limanı’nda bir son bahar gecesi... Ay yukarıda delirmiş gibi. Haşmetle çıkmış Rize yönündeki tepelerin üstünden; vermiş bir yanını Karadeniz’e. Sesler bile çekilmiş, ayı seyretmekte. Bekçi yanımızdan sessizce geçip gitmiş.
Önümüzde bir sefer tası... İki şişe şarap... Karnımız doymuş gibi mutluyuz.
Olmazsa yaparız bir sefer daha Kasımpaşa’ya. Ev, arsa, TOKİ’den ihale istemiyoruz ya... Alırız turşuyu kavurmayı; bir de yarım somun; kapışa kapışa yer; doyururuz karnımızı.
***
Hey gözünü sevdiğimin Trabzon’u! Orada geçirdiğim günleri nasıl unuturum?
Trabzonlu delikanlı; Amerikan donanmasını denize sürmeye hazırdı. Fındık gösterilerine giderdik; marşlar okuyarak. Uzun Sokak’ta kızların arkasından yürürdük. Dünyayı yeniden yaratmaya adaydık. Eh bu konuda az da çabalamadık.
Acaba bir daha gitsem Trabzon’a; limana serip battaniyeyi bir şarap içsem... Başıma neler gelir ki?
Şimdi anlıyorum ki o şehirden, biz son sınıfta iken okulumuza giren bir Şenol Güneş kaldı. Duruşuyla, futbolcuları gasp edilmesine karşın yarattığı başarılarla...
Yitip giden o eski Trabzon’a selam olsun.
Başbakan da istediği kadar kızsın. Ben o turşu ile kavurmadan yemiş gibi oldum ya...
***
NOT: Bugün İstanbul Kitap Fuarı’nda Bilgi Yayınevi standında (3. Salon) yeni çıkan Esirciler Hanı isimli romanımla Kripto Yayınları’ndan çıkan ve sergilenen (3. Salon 105 A) diğer kitaplarımı imzalayacağım.
Kitap dostlarını bekliyorum.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)