Bazen hayret ediyoruz, kendimize de şaşıyoruz. “Acaba, boşa mı geçirdik bunca yılı?” diye…
Öyle şeyler, yeni bir haber haline getiriliyor ki!
Mesela Van Vakfı Başkanı Müjdat Bey geçen gün televizyonlardan birinde şikâyet ediyordu:
“Yardım geliyor ama, kapanın elinde kalıyor, bir ihtiyacı olan iki almak istiyor, bu yüzden çok kişi yardımdan yararlanamıyor!”
* * *
Eeee, başka!
Sanki böyle bir şey ilk kez oluyor, geçmiş depremlerde olmamış!
Yabancı ülkelerin gönderdiği, yiyecek paketlerinin kutularının “İçinde domuz eti, domuz yağı yoktur!” diye çarşıda pazarda satıldığını hatırlamıyorsunuz?
Bu gibi felaketlerde yardım malzemelerinin yağma edileceğini kim bilmez ki!
* * *
Onun için, disiplinli bir düzen kurulması şart…
Bir de, herkesin yardımdan pay alacağını bilmesi…
Örnek mi?
Pek uygun düşmese bile belediyelerin ramazanda kurdukları iftar çadırları…
Hiç itiş kakış duydunuz mu?
Tabii deprem sonrası evi barkı yıkılmış, başını sokacak bir yeri olmayan adamın, çadır kapmak için saldırmasına pek uymasa da…
İlk günler bunlar olacaktır…
Halkımızı tanıyanlar, buna niye hayret ederler bilinmez.
Ramazanda yoksul mahallelere yardım kamyonu girer.
Nasıl saldırırlar, hatırlasanıza…
Bu huyumuzdur, yoksulluktan, gözü açlıktan gelen huyumuz…
Ya bana kalmazsa, ya bana vermezlerse korkaklığı…
* * *
Bir şeyi açıkça söylemek gerekir!
Bundan önceki deprem sonralarına bakarsak, en düzenlisinin bu olduğunu görürsünüz…
Ama “çadır” için bunları söyleyemeyiz.
İnsanlar sabahlara kadar başı açık sokaklarda yatıyorsa, çifter çifter çadır almışlar diyemeyiz ya!..
Bu facianın en büyük fiyaskosu çadır işi…
* * *
Bir de laf olsun, torba dolsun diye söylenen laflar var…
“Başbakan’ın orada ne işi var?”
Soruya soruyla cevap:
“Sakıncası mı var?”
Aklımıza 1999 Ağustos, İzmit depremi geldi.
Allah rahmet eylesin, Başbakan Ecevit’ti, uzun süre deprem bölgesine telefonla bile ulaşamamıştı.
* * *
Cezaevinin yıkılan duvarından kaçan bazı mahkûmlar, evlerine gidip ailelerini görmüşler, çoğu da dönmüş, cezaevine gelmiş…
Türkiye’nin en büyük depreminin 1939’daki Erzincan depremi olduğu söylenir.
Cezaevi sapsağlam duruyor, savcı mahkûmları toplamış:
“Şimdi kapıyı açacağım, birlikte enkaz altında kalanları kurtarmaya çalışacağız, sonra dönersiniz.”
Savcının düşündüğü doğru çıkmış.
Mahkûmlar akşam sessizce cezaevine gelmişler, biri bile firar etmemiş…
Galiba o savcı İzzet Akçal’dı, ileride Demokrat Parti Rize milletvekili seçilmiş ve Menderes’in hükümetlerinden birinde devlet bakanlığı yapmıştır.
* * *
Önemli günler yaşıyoruz.
Hele hele Hakkâri, Van karşılaştırmasıyla “mukabele-i bilmisil” kışkırtmacılığı yapmak ya da alet olmak…
Aman ha, aman ha!
Hasan Pulur
Milliyet