Bu kadarına pes doğrusu!..


Ev­lat acı­sı bi­le, ku­ru­yan vic­dan­la­rı, na­sır­la­şan yü­rek­le­ri et­ki­le­ye­me­di. Bilim insanına kokain baronu muamelesi yaptılar.
Ha­ki­ka­ten bu ka­da­rı­na da pes doğ­ru­su.
Ev­lat acı­sı bi­le, ku­ru­yan vic­dan­la­rı, na­sır­la­şan yü­rek­le­ri et­ki­le­ye­me­di. Ha­ya­tı­nın en ta­rif­siz acı­sı­nı ya­şa­yan Er­ge­ne­kon tu­tuk­lu­su Prof. Dr. Fa­tih Hil­mi­oğ­lu­’na, oğ­lu­nun ce­na­ze­si­ne ka­tıl­mak için ge­ti­ril­di­ği An­ka­ra­’da­ki evin­de kal­ma iz­ni ve­ril­me­di!
Ge­rek­çe ola­rak, bir ko­ka­in ka­çak­çı­sı­nın ce­na­ze iz­nin­den ya­rar­la­nıp kaç­ma­sı gös­te­ril­di! Kan­ser has­ta­sı bi­lim ada­mıy­la be­yaz ze­hir ta­ci­ri­ne ay­nı göz­le ba­kıl­dı!
Rek­tör­lük yap­mış bi­lim in­sa­nı­na “Ko­ka­in­ci kaç­tı, sen de ka­çar­sın!” de­nil­di.
Ce­na­ze­den ön­ce­ki son ge­ce­si­ni, he­nüz 21 ya­şın­day­ken ha­ya­tı­nı kay­be­den ca­nı­nın par­ça­sı sev­gi­li oğ­lu Emi­r’­iy­le ge­çir­me­si­ne…
Onun oda­sın­da anı­la­rıy­la baş ba­şa kal­ma­sı­na…
Ba­ba oğul sev­gi­si­nin unu­tul­maz ka­re­le­riy­le dop­do­lu geç­mi­şi, bir film şe­ri­di gi­bi gözle­ri­nin önün­den ge­çir­me­si­ne,
Ona sa­rı­lıp, do­ya do­ya öp­me­si­ne…
Kok­la­ma­sı­na, Ağ­la­ma­sı­na izin ver­me­di­ler.
Kan­ser has­ta­sı ba­ba­yı, yav­ru­sun­dan ko­pa­rıp Sin­can Ce­za­evi’­ne, de­mir par­mak­lık­la­rın ar­dı­na gö­tür­dü­ler.
“Ev­la­dı­nın acı­sı­nı bu­ra­da ya­şa!” de­me­ye ge­tir­di­ler.
Vic­dan sa­hi­bi her­ke­se “Vic­dan­sız­lı­ğın, acı­ma­sız­lı­ğın bu ka­da­rı­na da pes doğ­ru­su­” de­dirt­ti­ler.
* * *
Ame­ri­kan Ulu­sal Cer­ra­hi Bir­li­ği­’nin Onur Üye­si Prof. Dr. Meh­met Ha­be­ra­l’­a, ba­ba­sı­nın ce­na­ze­si­ne ka­tıl­ma iz­ni ver­me­miş­ti­ler.
Prof. Hil­mi­oğ­lu­’na da ha­ya­tı­nın en bü­yük acı­sı­nı ce­za­evin­de ya­şat­tı­lar. Bi­lim in­san­la­rı­na “ko­ka­in ba­ro­nu­” mu­ame­le­si yap­tı­lar! Ken­di­le­ri­ne kar­şı olan her şey gi­bi, bi­li­min say­gın­lı­ğı­nı da ayak­lar al­tı­na al­dı­lar.
Oy­sa bir Ha­be­ral, bir Hil­mi­oğ­lu ko­lay mı ye­ti­şi­yor?
Na­sıl ye­tiş­ti­ği­ni, Ege Üni­ver­si­te­si­’n­den Prof. Dr. Le­vent Kı­rıl­maz, bir anı­sıy­la anlatıyor:
“Yıl 1990, ay­lar­dan Ey­lül…
Ulus­la­ra­ra­sı Ec­za­cı­lık Kon­gre­si­’n­de (FIP) ça­lış­ma­la­rı­mı­zı pos­ter ola­rak sun­mak için ben ve 2 ar­ka­da­şım İs­tan­bu­l’­a git­me­ye ka­rar ver­dik.
Ben o yıl­lar­da dok­to­ra­mı bi­tir­miş, dok­tor araş­tır­ma gö­rev­li­si un­va­nı­nı al­mış­tım. Yo­la bir­lik­te çık­tı­ğı­mız ar­ka­daş­la­rım­dan bi­ri araş­tır­ma gö­rev­li­si, di­ğe­ri ise kad­ro­suz yük­sek li­sans öğ­ren­ci­siy­di.
Ma­aş­la­rı­mız üç ku­ruş. “Bu pa­ray­la na­sıl gi­de­ce­ğiz?” di­ye dü­şün­mek­ten ka­ra­lar bağ­la­dık. Kre­di kar­tı­mız da yok. O yıl­lar­da kart sa­hi­bi ol­mak ne müm­kün! Ban­ka­lar bur­nun­dan kıl al­dır­mı­yor! Ney­se kar­de­şi­min kre­di kar­tıy­la oto­büs bi­le­ti­mi­zi al­dık ve böy­le­ce bor­cu­mu­zu öde­mek için bir ay ka­zan­ma­yı ba­şar­dık.
İs­tan­bu­l’­da en ucuz otel­de kal­mak bi­le bi­zim için rü­ya! Oto­bü­sü otel ola­rak kul­lan­dık. Ya­ni oto­bü­se ge­ce ya­rı­sı bin­dik, ge­ce yol­cu­lu­ğu yap­tık, sa­bah İs­tan­bu­l‘­da Tak­si­m’­e in­dik. Kon­gre Ata­türk Kül­tür Mer­ke­zi­’n­de (AKM)…
Oto­büs fir­ma­sı­nın Tak­si­m’­de­ki bü­ro­su­nun tu­va­le­tin­de yol kı­ya­fet­le­ri­mi­zi çı­ka­rıp, göm­lek­le­ri­mi­zi giy­dik, kra­vat­la­rı­mı­zı tak­tık, ta­kım el­bi­se­le­ri­mi­zi üs­tü­mü­ze ge­çir­dik.
Son­ra doğ­ru­ca AK­M’­ye koş­tuk. Pos­te­ri­mi­zi as­tık, so­ru­la­rı ce­vap­la­dık, ba­şa­rı­lı bir per­for­mans ser­gi­le­dik. Al­la­h’­tan ho­ca­mız ha­li­mi­ze acı­dı da, öğ­le ye­me­ği ola­rak bi­ze tost ıs­mar­la­dı! Böy­le­ce kar­nı­mı­zı do­yur­duk!
Dö­nü­şü­müz yi­ne o ge­ce ya­rı­sı ola­cak­tı ta­bi­i ki…
Ak­şam ol­du, AKM ka­pan­dı. Bu kez yol giy­si­le­ri­mi­zi, oto­büs ya­zı­ha­ne­si ye­ri­ne AKM’nin tu­va­le­tin­de giy­dik.
Yol­cu­lu­ğa ha­zır­dık ama ge­ce ya­rı­sı­na da­ha 5-6 sa­at var­dı.İs­tan­bu­l’­a ge­lip de Çi­çek Pa­sa­jı­’na uğ­ra­ma­mak olur mu? Ak­şam ye­me­ği­ni de gev­rek­le ida­re et­tik! Aç­lı­ğı­mı­zı bu şe­kil­de bas­tı­rın­ca, ka­ran­lık­la bir­lik­te Çi­çek Pa­sa­jı­’na doğ­ru yo­la ko­yul­duk. Ni­ye­ti­miz oto­büs sa­ati­ne ka­dar ora­da oya­lan­mak­tı. An­cak her yer do­luy­du, boş ma­sa bul­mak çok zor­du.Gö­zü­mü­ze me­ze do­lu bir ma­sa­da tek ba­şı­na yi­yip içen bir genç çarp­tı. Ya­nı­na gi­dip otur­mak için iz­ni al­dık. Gar­son si­pa­riş için ge­lin­ce “Bi­ze 3 bi­ra ye­ter de­dik!” Ya­nı­na çe­rez, pa­ta­tes ve me­ze is­te­me­di­ği­mi­zi söy­le­dik.
Ama­cı­mız bi­ra­la­rı oto­büs sa­ati­ne ka­dar ya­vaş ya­vaş iç­mek­ti. Bi­ra­la­rı­mı­zı yu­dum­lar­ken bi­zi yö­ne­ten­le­re, içi­ne dü­şür­dük­le­ri du­rum­la­ra, ya­şa­dı­ğı­mız pa­ra­sız­lı­ğa ver­yan­sın edi­yor­duk.
Za­man böy­le akıp gi­der­ken, ma­sa­da otu­ran genç bir ara tu­va­let için kalk­tı. O git­tik­ten bi­raz son­ra gar­son ma­sa­ya tek­rar gel­di. Tep­si­sin­de bi­ra­lar, çe­rez­ler, pa­ta­tes kı­zart­ma­la­rı ve di­ğer me­ze­ler var­dı. Bi­zim ma­sa­ya koy­ma­ya baş­la­yın­ca üçü­müz ay­nı an­da ve he­ye­can­la, “Ha­yır ha­yır, biz bir şey is­te­me­dik, yan­lış ma­sa­ya gel­din!” de­dik. Gar­son gü­lü­yor­du. Si­pa­riş­le­ri az ön­ce ma­sa­dan kal­kan gen­cin ver­di­ği­ni söy­le­yin­ce, şa­şı­rıp kal­dık. “Pe­ki o hal­de!” de­dik.Bi­raz son­ra genç ma­sa­ya dön­dü. Mah­cup bir şe­kil­de, te­şek­kür et­tik.O ise “İs­te­me­den ku­lak mi­sa­fi­ri ol­dum. Siz üni­ver­si­te­de ho­cay­mış­sı­nız. Si­zin­le ay­nı ma­sa­da otur­mak be­nim için bü­yük şe­ref­tir” de­di.
Ar­tık ne di­ye­ce­ği­mi­zi bi­le­me­dik.Böy­le­ce ara­mız­da sı­cak bir dost­luk baş­la­dı.
İs­mi­nin Ke­mal ol­du­ğu­nu, Su­sur­lu­k’­ta kon­fek­si­yon­cu­luk yap­tı­ğı­nı, İs­tan­bu­l’­a iş için ge­lip git­ti­ği­ni söy­le­di. Su­sur­lu­k’­ta Kon­fek­si­yon­cu Ke­mal de­ni­lin­ce ken­di­si­ni her­ke­sin ta­nı­ya­ca­ğı­nı, bir da­ha İs­tan­bu­l’­a ge­lir­ken mut­la­ka uğ­ra­ma­mı­zı, bi­ze ku­zu çe­vi­re­ce­ği­ni, eğer uğ­ra­maz­sak hak­kı­nı he­lal et­me­ye­ce­ği­ni söy­le­di. Biz de ken­di­si­ne söz ver­dik.
Oto­büs saa­ti yak­la­şın­ca, san­ki kırk yıl­lık ar­ka­daş­lar gi­bi sa­rı­lıp öpü­şe­rek ay­rıl­dık.
Ara­dan 32 yıl geç­miş ol­ma­sı­na kar­şın, da­ha dün ya­şan­mış gi­bi ge­len bu anı­mı ne­den pay­laş­tı­ğı­ma ge­lin­ce.
Bi­zi mad­di-ma­ne­vi mah­ru­mi­yet için­de bı­ra­ka­rak yö­net­ti­ği­ni zan­ne­den­le­re, hal­kın bi­lim in­san­la­rı­na ver­di­ği de­ğe­ri ve say­gı­sı­nı gös­te­re­bil­mek için pay­laş­tım.”
* * *
Pro­fe­sör Dr. Meh­met Ha­be­ral bin­ler­ce has­ta­ya şi­fa ver­di, sa­yı­sız bi­lim in­sa­nı yetiştirdi.
Pro­fe­sör Dr. Fa­tih Hil­mi­oğ­lu da öy­le.
Ama bi­lim in­sa­nı bu ba­ba­ya, ha­ya­tı­nın en acı­lı gü­nün­de ze­hir ta­ci­ri mu­ame­le­si yap­tı­lar.Ev­lat acı­sı­nı de­mir par­mak­lık­lar ar­dın­da ya­şat­tı­lar.
Al­lah kim­se­ye ev­lat acı­sı ver­me­sin. Bu top­lum onun ne de­mek ol­du­ğu­nu iyi bi­lir.
“Vic­dan­sız­lı­ğın bu ka­da­rı­na pes doğ­ru­su­” de­dir­ten bu acı­ma­sız­lı­ğı da as­la af­fet­mez…

Uğur Dündar

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)